Hiçbir anı kaçırmamak için kayıt altına aldığımız görüntülerin bize zarar verdiğinin farkında mıyız? Peki, ya en güzel kadrajı yakalayacağım diye soğuttuğumuz yemeklerin nasıl lezzetsiz hale geldiğinin? “Kahve - kitap - yağmur” üçlemesi ile huzur dolu bir kare yarattığımızın farkındayız, peki, ortaya çıkan “mükemmel fotoğraf karesi”nin içinde yer alamayışımızın farkında mıyız? Bazı güzel şeyleri yalnızca fotoğraf karesi için bir araya getiriyoruz ve sonra terkediyoruz.


Uzunca bir zamandır farkındalık üzerine yazılar okuyorum ve farkına varamadıklarımı keşfetmeye çalışıyorum. Sizinle de paylaşmak istiyorum çünkü rutine dönüştürdüğümüz şeylerin bizi mutsuzluğa sürüklediğinin farkında olmadığımızı artık biliyorum.


Bir dönüm noktasına ihtiyacımız oluyor çoğu zaman farkına varmak için. Ne yazık ki durduk yere fark edemiyor insan. Ben bir seyahatimin ardından farkettim mesela. Her anı fotoğraflamışım; gittiğim, gördüğüm, yediğim, içtiğim her şeyi en ince ayrıntısına dikkat ederek çekmişim. Peki, tatilimden ne hatırlıyorum? Fotoğraflarımın çerçevesinin dışında kalan hiçbir şeyi... O kadar çok fotoğrafa odaklanmışım ki ardını hiç görmemişim, anılarım fotoğrafın dışına taşamamış...


Dur, bak, gör, belki sonra çekersin...


Kendin için dur ve gör. Fotoğraf galerini aç ve -o karelerden daha fazlası var- bunun farkına var.


Seyahatimin ardından bir konsere gittim, telefonu çantama attım, gözlerimi sahneden bir kez bile ayırmadan konseri izledim. Öyle keyif aldım ki... Her saniyesinde neler olduğunu şu an sorsanız anlatırım. Hafızama kazıdım. Çünkü izledim. Araya ekran koymadım. Mutlu günümüzden geriye anı kalsın diye fotoğraf çekmemizi tabii ki anlıyorum, normal karşılıyorum. Ama o konserin her saniyesini kayıt altına almanın keyifsizliğini de çok geçmeden, daha fazla güzel anları yitirmeden anlayalım istiyorum.


Bir parka gidiyoruz mesela, bir çiçeğin ne kadar güzel olduğunu görüyoruz ve hemen fotoğraflıyoruz. Gözümüzle gördüğümüz güzellik kameraya yansımıyor, çektiğimiz fotoğrafı silmekle yetinmiyor, “Güzel çıkmadı” diye orayı da terkediyoruz. Güzel çıkmadı çünkü senin gözünün kameranın gördüğünün çok daha ötesinde gördüğü şeyler var. O gördüklerinin hissettirdikleri var... Hepsi bir ekranın ötesinde, ardında...


O yemek, biz fotoğrafını çekeceğiz diye onu soğutmadan önce daha lezzetliydi, o sanatçı sahnede kamerada göründüğünden çok daha güzeldi, o çiçek fotoğrafta güzel çıkmamış olabilir ancak çok güzeldi.


“Ânı yaşamak, hissetmek” yalnız iki kelime değil aslolan. Düşündüğümüz kadar zor da değil. Tüm mevzu sadece biraz âna odaklanmak.


Tüm bunları yazarken küçük bir bilgiye rastladım internette; sadece mesajlaşmaya ve aramaya yarayan “akılsız” telefonların satışı dünya genelinde yüzde 5 artmış. Bağımlılıkları ile mücadeleyi “akılsız” telefon alarak çözmek de bir alternatif tabii ancak farkındalıklarımızı artırmak sanki daha sağlıklı bir yol.


Buna karşın, dijital pazarlama ajansı We are social'ın sosyal medya aracı Hootsuit ile 2018 yılında hazırladığı istatistiklere göre Türkiye'de kullanıcıların yalnızca internette geçirdiği vakit günde ortalama 7 saat. Buna bir de kamera ile geçirilen süreyi, internete bağlı olmaksızın oyun oynanan süreyi, mesajlaşmayı ekleyelim... Tahmini sonuca bakarak bazı önlemler almalı mıyız?


Duralım, kafamızı kaldıralım, bakalım ve görelim... Hepsi bu.


Yazı: Dilay Argün

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.