Kendini kapamak, kendini kapatmak, her şeyden uzaklaşıp kendine dönmek, kendi içinde sadece kendinde var olmak. Kadına en iyi gelen şey. İhtiyaç duyduğumuz halde önemsemeyip ertelediğimiz, unuttuğumuz ama içinde şifa olan şey. Çok eskilerde Ay evleri varmış, regl dönemleri dolunay zamanına denk gelirmiş, sağlıklı olan da buymuş. Kadınlar dolunay zamanı, yani regl zamanı, bu Ay evlerine kızları ile gider, hiçbir şey yapmadan dinlenirlermiş. Dolunay zamanı kendilerinde kalırlarmış. Ne güzel!
Ben de bazen evden çıkmak istemiyorum. Hatta yataktan, örtünün altından. Çok eskilerde yaşamış olsam Ay evlerini ziyaret zamanım diye düşünürüm. Rahatlamak, dinlemek ve düşünmek için. Düşünmek, düşünmek, düşünmek. Hep düşünmek istiyorum. Yatakta yazı yazarken zihnimde örtünün altında öylece uzandığımı hayal diyorum. Önce varlığımı hissediyor, sonra varla yok arası arafta kalıyorum. Gözlerimi kapatıp zihnimde tüm bedenimi eritiyorum. Ruhum bedenimden ayrılıyor onu terk etmeden. Şöyle bir bakıyorum bedenime, ondan ibaret olduğumu sandığım günlere gülümsüyorum. Ruhumla baş başa kalınca önce tüm yaralarımı, sonra tüm yaraladıklarımın izlerini görüyorum. O şikayet ettiğim tüm yaraları kendi kendime açtığımı, kendime nasıl da vahşice davrandığımı görüyorum. Peki yaraladıklarım, beni nasıl da kullanmışlar kendilerini haklı bulmak için. Sanki güçlü bir afyon etkisiyle hipnoz edip kendilerini yaralatmış, bana da izler bırakmışlar.
Zayıflıklarımın önünde kabuklar var, onları kendime saklıyorum. Yaralarım kabuk bağlamış, kabukların altına saklanmış. Kaldırsam çok kanayacaklar. Şişirilmiş bölgelerse evrene gösterdiğim tüm alay edilebilir yanlarım gibi. Nasıl da sağlıklı görünüyor ama içi çürümüş, çok hasta. Tüm vücudumu zehirliyor. Şifa verdiğini sanan kemoterapi gibi yerle bir ediyor, sinsice ilerliyor. Kendi oyunumda saklanması gereken yerler ortada, ortada olması gereken yerler saklı. Bir terslik var bu işte, bana öğretilenler yalan. Bu yalanlarsa hayat amacım. Bir de kendi halinde öylece duran yanlarım var. Anlamsızca, isteksizce sadece öylece duran. Ölü değiller, sadece vazgeçmişler, ruhumun yüzde 80’ine hakimler. Öylece durmayı tam anlamıyla tanımlarcasına sadece duruyorlar. Ve son olarak bedenimden fışkıran boşluklar. Saklayamıyorum, öne alamıyorum, öylece de durmuyor, başa çıkamıyorum. Onlara hayat mücadelem diyorum. Kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi misali debelenip duruyorum. Her yerden, her şeyden anlam aramaya, dolmaya çalışıyorlar.
Sonra her şeyi ters çeviriyorum. Merak ediyorum, her şey tersine döndüğünde aslında düzüne mi dönecek? Öyle hissediyorum ve deniyorum. Sakladıklarımı ortaya koyuyor, öne sürdüklerimi geri çekiyorum. Kabukların altındaki yaralarım, zayıflıklarımın gün ışığı görünce iyileşiyor. Şişkin sağlıklı gözüken ama hasta yanlarım geri çekilince kurumaya ve kabuk tutmaya başlıyor, iyileşiyor. Bir müzik açıyorum, ruhumun öylece duran kısımlarını harekete geçiriyorum. Dans ettikçe hayat buluyor, diriliyorlar. Müziğin ritmi sanki elektrik gibi dalga dalga tüm ruhuma yayılıyor. Kalçalarımı, göğüslerimi ilk kez bu kadar canlı ve dişi hissediyorum. Tüm yaralarıma, hastalıklarıma ışık oluyorlar. Fışkıran, kontrol edemediğim boşlukları da öylece bırakıyorum, sadece izliyorum, sakinleşip öylece duruyorlar. Dansın ritmiyle doluyorlar, müziğin sesiyle kapanıyorlar. Beni hayallerime çağırıyorlar.
Alt üst ediyorum. Bedenimi, ruhsal bedenimi, zihnimi. Çalkalıyorum, karıştırıyorum. Uçup giden parçalarımla vedalaşıyorum, kalan parçalarımın birbirine denge ve uyumla bağlanışını izliyorum. Hala kara delikler var, olması gereken yerdeler. Bakış açımı, yargıladıklarımı, anladıklarımı, hepsini tek tek, karşılaştıkça altüst ediyorum. Kendimi alt üst ettikçe etkilerini de gözlemliyorum. Benim değişimimin tüm dünyayı dalga dalga etkilediğini görebiliyorum. Hiçbir şey bilmediğimi, bilmek zorunda olmadığımı, müziğin ritminin dansla beni hayata bağladığını fark ediyorum. Değişen enerjimin etkilerini izliyorum.
Gobi Çölü'nü yürüyerek geçmek istiyorum.
Ve yolculuğum başlıyor.
Sibirya
Facebook Yorumları