30'larımın sonlarına doğru orta yaş krizinin çok da uzakta olmadığını farketmeye başladım. Artık yavaş yavaş hayatımın anlamını ve amacını sorgulamaya başlamıştım. Günlük hayatımda birçok rolüm vardı: Anne, araştırma görevlisi, yazar, arkadaş, kardeş, çocuk, eş... Fakat ben bu rollerin altında eziliyor ve kendi benliğimi ortaya çıkarmaktan korkuyordum.


Bu zamana kadar “orta yaş krizi” kavramıyla hep dalga geçmiştim ve bu konu için söylenmenin içler acısı olduğunu düşünmüştüm. Bana kalırsa orta yaş krizi tamamen saçmalıktı. Eğer orta yaşlarınızda hayatınız zorsa, zamanında fedakarlık yapmadığınızdan kaynaklanıyordu. Bu yüzden sinirlenmeyi, söylenmeyi bırakmalı ve daha fazla çalışmaya başlamalıydınız.


Fakat daha sonra fark etmeye başladım ki orta yaş krizi diye bir şey aslında yoktu. "Kriz", yoğun, kısa süren, şiddetli, kolay tanımlanabilen ve kontrol edilebilir bir olaydı.


İşte bu noktada, orta yaş krizi değil, orta yaş aydınlanması demek daha doğru olacaktı.


Aydınlanma veya çözümlenme de diyebileceğimiz bu kavram kontrol edemeyeceğiniz bir şey için kullanılır. Otuzlarımızdaki kazançların, başarıların, alfa ebeveynliğinin derin bir yavaşlama ve kusurlu olabilme özlemini iyileştiremediği gibi, orta yaş aydınlanmasını da kontrolle iyileştiremezsiniz.




Peki, orta yaş nedir?


Orta yaş, evrenin sizi omuzlarınızdan kendine çekip kulağınıza şu sözleri fısıldadığı zamanlardır:


Dalga geçmiyorum. Kendinizi yetersiz hissetmekten ve yaralanmaktan korumak için geliştirdiğiniz bu savunma mekanizmasından, "mış" gibi yapmaktan artık vazgeçmeniz gerekiyor. Kalkanların, sana verilmiş hediyelerden faydalanmanı önlüyor. Küçükken böyle bir korunma ihtiyacı hissetmen anlaşılır bir şey. Fakat ya şimdi?


Yanınızdan bir saniye bile ayırmadığınız zırhınızın, sizi başınıza kötü bir şey gelmesinden korumasını ve onun sizi korktuğunuz şeylerden koruduğunu düşünmenizi anlayabilirim. Ama unutmayın ki hala keşif halindesiniz ve kendinizi hiç olmadığınız kadar kaybolmuş hissediyorsunuz. Zaman azalıyor ve önünüzde hala keşfetmediğiniz birçok macera var. Hayatınızı başkaları ne düşünecek diyerek yaşayamazsınız. Cesaret hücrelerinize işlemiş durumda. Hayatınızı sonuna kadar yaşamak ve tüm kalbinizle sevgiyi hissetmek için geldiniz bu dünyaya. İşte şimdi kendinizi gösterme zamanı.

Eğer orta yaşlarınızda yaşadığınız her şeyi birbirinden bağımsız rastgele olaylar diye nitelendirirseniz karşınızda başa çıkmanız gereken küçük kriz kümeleri olduğunu sanırsınız. Aslında gerçek şudur ki orta yaş aydınlanması az da olsa endişe, depresyon, umutsuzluk hissi veren ve gizliden gizliye kontrolünüzü kaybettiğinizi hissettiğiniz bir zaman zarfıdır. Bu hisler sizi delirtecek derecede olmasa da aslında tehlikelidir çünkü her şey yolundaymış gibi davransanız da aslında bir şeylerin yolunda gitmediği çok açıktır.





Her şey normal gözükse de...


İşe gidip gelmeye devam ederiz, günlük işlerimizi yaparız ve ailemizle vakit geçiririz. Aslında her şey dışarıdan normal gözükür fakat içten içe bir şeyler artık kopma evresindedir. Bu hislerimizi birileriyle paylaşmak isteriz fakat önyargılarımız (orta yaş krizinin başrol oyuncusu da diyebiliriz) bizi bundan geri tutar. Bu da bilişsel tutarsızlığın, psikolojik olarak en acı verici şekilde çatışmayı sürekli olarak azaltmak ve disiplini en aza indirmek için tasarlanmış olan insan zihninde, iki rakip düşünceyi tutmaya çalışma sürecidir.


Bu, insanın beyninin doğasında bilişsel tutarsızlığı çözmek için elinden geleni yapmak üzerine kurulu olan bir şeydir. Yalan söyle, aldat, bahane bul ve onu haklı çıkar sonra da görmezden gel. Çoğumuz bu zamanlarda herkesin çektiğimiz zorlukları görmesi ve her şeyi gizleyerek olmadığımız gibi davranıp insanlara sadece istediklerimi göstermek ikileminde kalmışızdır.


Bu içsel karmaşadan çıkan ise bir fantezidir. Ucuz bir motelde yer ayarladığımızı hayal ederiz ve oraya doğru yola çıktığımızda şunları düşünmeye başlarız: “Oraya gidip insanlar beni aramaya başlayana dek orada kalacağım. Daha sonra beni bulduklarında aklımı kaybetmeye başladığımı bilecekler." Veya bir gün bulaşık makinesini boşaltırken elimizde bir bardak tuttuğumuzda kendimizi “Tüm bu bulaşıkları camdan atmaya başlasam ailem delirdiğimi düşünür mü?” diye düşünürken buluruz.


Birçoğumuz bu seçeneklerden tabii ki vazgeçeriz. Bunların yerine çocukları okuldan almayı tercih ederiz. Saatlerimizi kirli bardaklar yıkayıp yaptığımız “kötü seçimler” için özür dileyerek geçiririz. Kaybetmek artık bir şey ifade etmeyene kadar da kendimizi zorlamaya devam ederiz.


Orta yaş mı, orta aşk mı?

Çoğu bilim adamı orta yaş sorunlarının anneliğin ilk anlarından itibaren gelen korkularla alakalı olduğunu düşünüyor. Aslında orta yaş korkmakla ya da ölmekle alakalı değil. Orta yaş ölümün ta kendisi. Hayatımız boyunca inşa ettiğimiz duvarları yıkmak ölüm demek değil de ne? İster beğenin ister beğenmeyin, fark etmez. Orta yaşınızın bir noktasında, hayatınıza devam ederken karşınıza iki seçenek çıkacak: Eğilip bükülmek veya yeniden doğmak.


Belki benim gibi siz de harika bir şekilde insanları memnun eden biri olabilirsiniz. Fakat bir anda bu mükemmeliyetçilik ve kural peşinde koşma boğucu gelmeye başlamıştır. Ya da insanları kendinize karşı belli bir mesafede tutuyor olabilirsiniz ve bu mesafe şimdi gitgide çekilemez bir yalnızlığa dönüşüyor olabilir. Ayrıca halk arasında başka seçim şansları olmadığı için diğer insanları koruyup kollayarak büyüyen insanlar da vardır. İnsanları korumayı bıraktıkları anda ölürler ve yeniden doğumları kendilerini nasıl koruyacaklarını öğrenmeleriyle başlar.


Konu ne olursa olsun, hayatımızın ilk yarısı yaralanmamak için duygularımızı kapatmakla ve ikinci yarısı da yarayı iyileştirmeye uğraşarak geçer.

Bazı zamanlar duvarları yerle bir edip ölüme boyun eğmek beni boğar ve ben de bu yüzden orta yaşı orta aşk olarak düşünmeyi daha kolay bulurum. 20 yılımı utanç, güvenilirlik ve ait olmak üzerine araştırma yaparak geçirdikten sonra kendimizi sevmenin yapabileceğimiz en zor ve en çok cesaret gerektiren şey olduğuna karar verdim. Kendimizi sevebilmek için belki de bize belirli bir zaman verilmiştir ve orta yaş da bunun yarıl yol işaretidir. İşte şimdi utanmayı ve korkmayı bir kenara bırakıp sevgiyi kucaklama zamanı. "Onu yapamıyorsan bunu yapma zamanı" da diyebiliriz.





Orta yaş krizinin belirli bir zamanı olduğunu düşünmüyorum.


Beni vurduğunda ben 41 yaşındaydım fakat bu durumu otuzlarının başında ve ellilerinde yaşayan arkadaşlarım da oldu. Bu, önce tedavi edip daha sonra görmezden gelebileceğiniz bir şey değil. Bu sadece öldüğümüzde sonlanan bir şey. Kendini sevme ve sayma arayışı ise orta yaşta insanın yüzüne çarpan yeni hastalıklar gibi yani kronik bir durum. Orta yaşta başlasa bile hayatımızın geri kalanında bununla mücadele etmek zorunda kalabiliriz.


Ya da yirmilerinizde yaptığınız gibi evrenin yüklediği sorumluluklardan kaçıp onun “Dikkat et” demesine izin verebilirsiniz veya otuzlarınızın başındayken “Yavaşla” demesine. Size temin ederim ki evren orta yaşlarınızda size karşı çok daha fazla dik başlı olacak. Ben onu görmezden gelmeye çalıştığımda ise evren bana dönüp açık sözlülükle şunu söylemişti: “Hayatın sana sunduğu hediyeleri sağa sola savurmanın sonuçları var. Hayatının büyük kısımlarını yaşamamanın cezaları var. Hayatını yarıladın sayılır. Artık harekete geç.” Evrenin bu konuşmaları zamanla azaldığında ve kendi kendinize düşünmeye başladığınızda “Bir krizi tercih ederdim!” diye düşündüğünüzü fark edeceksiniz.


Evrene cevap vermenin bir yolu evrenin insana sunduklarına yaklaşmak ve onun bilgeliğini kucaklamak, insana büyüme şansı verdiği için ona teşekkür etmek ve yavaşça hayatın sırlarını çözmek için adımlar atmak. Ben bu tip insanlarla çok kısıtlı zaman geçirdim, bu yüzden bunun işe yarayıp yaramayacağından emin değilim.


Bunun bir başka seçeneği ise bunların hepsinin olduğunu inkar etmek. Tabii ki bu seviyede inkar etmek o kadar da kolay olmaz. Orta yaş krizi yaşamıyormuş gibi davranmak kulaklarınızı kapayıp bağırmaya çalışmak gibi bir şey olur. Bu her ne kadar çocuksu ve sevimli bir şeymiş gibi gelse de aslında öyle değildir.


Kulaklarınızı tıkamayı ve bağırmayı bıraktıktan sonra orta yaş krizini reddetmeyi idare edebilmenin tek yolu daha da harika, kesin ve yargılama gücü yüksek bir insan hale gelmek. Hayatında bir miktar bile olsa kuşku olmasına izin veren insanlar istemeden de olsa orta yaş krizine girmiş olabilir. Aslında bunun için onları suçlamamak lazım çünkü hayatları kontrolden çıkmış durumdadır.





Acıyı azaltmanın yolunu bulmak


Eğer orta yaşlarımızda ustası olduğumuz tek bir konudan bahsedecek olursak bu da acıyı nasıl azaltacağımızı keşfetmektir. Hissizleşme konusunda da çok iyi olduğumuzu unutmamak lazım –yemek, içmek, planlar yapmak, muhteşem olmaya çalışmak ve gerçekten çok meşgul olmak. Ne yazık ki orta yaşı hayatın diğer kısımlarından ayıran şey, insanın hayatta kalmaya çalışmasıdır –ki bu özellik insanın hayatının diğer kısımlarında gelişmez. Orta yaşlarda hissizleşmeyi tercih etmek demek ise aslında hayatınızın geri kalanı için de hissizleşmek demektir.


Son olarak da “Daha fazla beklemek yok” kısmı gelir. Ben bunu varoluşsal bir kafes dövüşüne benzetirim. Evren ve insan ringe çıkar ve sadece biri kazanır. (Tabi bu sadece benim görüşüm, bunu atlamamak lazım)


Evren bana gelip kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladığında ise geri çekilip onun suratına tükürürüm.


Benden bir şey istemeye nasıl cüret eder? Hayatım boyunca yeteri kadar fedakarlık yaptım. “Yeter be, kendin yap çok biliyorsan!” diye bağırmak istediğim anlarda “Peki” diyerek içime doğru çığlıklar attım, her teslimat tarihini yakalamış tüm beklenti ve istekleri de karşıladım.


Evrenin, sinirli bir ergenin annesi gibi arkasını dönüp gitmesini beklemiştim fakat o bunun aksine önümde dikilmeye devam etmiş yanağındaki tükürüğü silmekle yetinmişti.


Birbirimize bir dakika boyunca bakmıştık ve sonra ben “Senden korkmuyorum. Ne istediğini biliyorum ve cevabım hayır. Tüm hayatımı bu duvarları inşa etmek ve bu hendekleri kazmakla geçti. Gerçekten küçük bir rüzgarın beni yıldıracağını mı düşündün?” demiştim.


Ben doğuştan huysuz veya asi biri değildim; sadece hayatımın otuz yılını kırılganlığı ve belirsizliği aşmak ve onları zekice yenmek için harcadım. Gerçek şu ki ulu evren benim kendimi onun gözetimi altına sokmamı istiyordu fakat bu benim için çok manasızdı çünkü ben boyun eğecek tipte bir insan değildim.


Evren buna karşılık sessiz kalmıştı.


Ben kendi sözümden dönmemiştim. Kendi kendimin destekçisiydim. Hazırdım. En ciddi suratımı takındım ve evrene şunları söyledim: “Ne yapmaya çalıştığını biliyorum fakat bu işe yaramayacak. Hazırım. Yıllarımı utanç, kırılganlık ve insanları korkutmak için yüzlerine ne savuruyorsan onlar hakkında araştırmalar yaparak geçirdim.”


Bana sevgi dolu gözlerle bakan evren sözlerine şöyle başladı: “Bu şekilde olduğu için üzgünüm fakat belli ki böyle olmasını sen istiyorsun. Bana başka seçenek bırakmadın”.


Sakinliği rahatsız edici derecedeydi. Korkmuştum. Pes etmiyordu. Dehşet dolu bu anlarda korku ile karşılaştığım anlarda yapmayı bildiğim en iyi şeyi yaptım –onu korkuttum. Onu iteleyip “Göster bakalım ne yapacaksan!” dedim.


O sevgi dolu gözleri bir nebze olsun değişmemişti. Bana baktı ve “Yapacağım zaten” dedi.



Ve evren hamlesini yapar…

Hayatımın savaşını verdim ve ben kazanmıştım. Evren mükemmeliyetçi bir “utanç araştırmacısını” kırılganlığını ve şüphelerini kullanarak nasıl alt edeceğini biliyordu. Ne kadar sert veya uzağa düşersem düşeyim nezaket beni kaldırıp savaşa geri sokmak için orada bulunuyordu.


Çok çirkin bir kavgaydı, fena silkelendim fakat bu hayatım boyunca başıma gelen en iyi şeydi. Çok fazla acı çekmiştim ve kayıplarım vardı fakat inanamayacağınız bir şey olmuştu –kendimi keşfetmiştim. Gerçek benliğimi. Dağınık, mükemmel olmayan, cesur, korkmuş, yaratıcı, sevgi dolu, tutkulu ve içten benliğimi.


Yazar Maya Angelou şöyle der: “Hayatta, içinizde anlatılmayan bir hikayeyi tutmaktan daha büyük bir ızdırap yoktur”. Ben de hayatım boyunca hep hikayelerin gücünden gururlanmışımdır. Aslında onların gücüne o kadar çok inanırım ki tüm kariyerimi anlatılmamış hikayeleri keşfetmek ve gün yüzüne çıkarmak için harcadım ve mucizevi bir şekilde orta yaş aydınlanmasının bana kalbimde ve kafamda nasıl cesur olmam gerektiğini öğretmiş gibi hissediyorum. Hala teslim olmakta veya “Sorularda yaşamak” konusunda o kadar iyi değilim fakat ilerliyorum. Muhtemelen “Sorularla kıvranmak” halinde olduğumu düşünebilirsiniz. Aslında öyle değil, hala gelişiyorum.


Evrenle ilişkimizi bu noktada göz önüne aldığımda ise aslında yakın arkadaş haline geldiğimizi söyleyebilirim. Hatta onun kendi benliğim olduğunu fark ettiğim anda onu sevmeye ve ona güvenmeye başladığımı da söyleyebilirim.






Kaynak: Brené Brown

Ana Görsel: Lora Vysotskaya




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.