Her şeye bakış açım değiştiği gibi anneler günü de değişti bende. Eskiden şimdiki kadar duyarlı değildim annesiz büyüyen bebeklere. Bir bebeğin annesiz büyümesi özellikle de… Bu kadar kolay burnumun kemiği sızlamazdı. Masanın üzerinde, uzun vazoda mor kır çiçekleri var. En sevdiğim çiçekler, bir kısmı solmuş. Bunları düşünürken gözüm o solmuş çiçeklerde. Ne kadar geri dönüşü olmayan, telafisi imkânsız bir şeymiş bu. İçim sıkılıyor. Biraz albüm temizleyim diyorum. Geçen seneki tatil fotoğrafları bile duruyor. Yüzümdeki katı ifadenin yumuşadığını hissediyorum.


Uyumadan önce zeytini yerlere dökmüştü, zeytinyağı da döküldü tabii. Bir an tık nefes kalmıştım. ‘Uyusa da bir nefes alsam’ derken, uyudu… Şimdi fotoğraflara bakınca özledim. Annelik sizi duygusal olarak farklı uçlara sürükleyebiliyor işte… İlk günlerde kurdeşen dökünce, serum vermişti doktor. Zor ikna etti beni süte etki etmeyeceğine. İçindeki rahatlatıcı madde her neyse beni çok fena rahatlatmıştı. Hamileliğin son aylarında başlayan uykusuzluk sanki üzerimden kalkıyor ben de bulutlara ulaşıyordum. Kafamı zor kaldırarak doktoru çağırdım ve “Bu ilaç beni uyutuyor” dedim. “Yok” falan diyor ama göz kapaklarımı kaldıramıyorum. Aklım evdeki bebeğimde ya uyanır da beni bulamazsa; ya ağlar da ben uyurken duymazsam diye düşünmekten ölüyorum. Bir bırak di mi buna ihtiyacın var, uyu iki saat… Yok! Anneliğin çelişkiler, kendi ihtiyacını ötelemeler üzerine olduğunu o an çok fena kavramıştım.


Hayatta başka herhangi bir sevgi ve ilişkinin yaptıramayacağı kadar emek vermek. Sonra bu emeği hiç vermemiş gibi, yorulmamış gibi dinç durmak. Aynı dönme dolabın içinde hamsterlar gibi dönüp durup en ufak değişiklikte de tedirgin olmak. Ya uyku düzeni bozulursa, ya yemezse ya… Bitmeyen ihtimaller üzerine omuzlarına yük bindirmek. Şefkat ve sevgi vere vere bazen bunu almaya da ne kadar ihtiyaç duyduğunu unutmak.


Uykuların, yorgunlukların çok kolay geldiği bir yüzleşme alanı aslında. O güne kadar kaçabildiğin çocukluğuna dönmek, kendini karşına alıp, sıkı sıkı sarılıp ağlamak. Sarılmayanlara, herkese hediye verirken senin çocukluğunu kenarda bırakanlara, okuldan gelince alamadığın öpücüklere, kabul görmeyen öfkene, nedenine hiç bakılmamış tepkilerine, sevmek ve onaylamak için şart koyanlara, düşünce ‘bir şey yok’ , ağlayınca ‘bunda ne var’ diyenlere oturup hüngür hüngür ağlamak...


Bir bebeğin büyümesine şahitlik etmek aslında kendi büyümene de tanıklık etmek; bir nevi zaman makinesi. Atılmaz, satılmaz dramları, duygu durumları, tepkileri, öfkeleri yıkamak mis gibi kokan deterjanlarla, güneşte kurutup, ince ütü yapıp tüllerle bohçalamak.


Ne varsa oldu bitti deyip önündeki uzun olmasını dilediğin yıllar için güçlenmek. Başka kimsenin, başka hiçbir şeyin veremeyeceği gücü de çocuğunun gözlerinden almak. Öyle ‘bir gülüyor her şeyi unutturuyor’ kıvamında değil ama. Unutmadan hiçbir şeyi ama farkında olarak, başka seçenekler olduğunu bilerek... Onun duygularına, yaradılışına, yapabileceklerine, yapamayacaklarına, döktüklerine saçtıklarına, kişiliğine, mizacına saygı göstere göstere… Birlikte büyüye büyüye…


Oğlum… Bana bu kadar kısa zamanda öğrettiklerin, bulutların üzerine bir öpücüğünle çıkarışın, sana bakarken kalbimin söyledikleri, aklımın alamadığı sevgin, kokun, sesin… Kaç Anneler Günü yaşarız birlikte bilemiyorum benim için değil ama anneliğin genel hali hakkında bil ki tek güne sığmaz…


Senin annen olmak, sana anne olmak… Paha biçilemez, en büyük zenginliğim, çok şey öğretenim… Seninle birlikte, yalnız büyüyen, yalnız büyümek zorunda bırakılan, annesine, kokusuna hasret kalan, rüyalarında ‘anne’ diye sayıklayan tüm bebekleri, çocukları, çocuklukları kucaklıyorum.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.