Zaman zaman öğrenci koçluğu yaptığım gençlerin, yorum gerektiren dersleri zor bulduğunu görüyorum. Zekalarından zerre şüphe etmediğiniz, zehir gibi gençler upuzun Türkçe paragraflarını okumakta, okuduğunu yorumlayıp bir yargıya varmakta zorlanıyorlar. Zaten tam da bu sebeple üniversite sınavına girecek olanlar, bilgiyi ölçen LYS için değil , bu bilgiyi nasıl kullandığını ölçen YGS için daha çok gerilirlerdi. Peki bunun sebebi ne? Suçu eğitim sistemine atmak belki en kolayı ama bunun en önemli sebebi ergen beyninin henüz yapım aşamasında olması. Ergenlerin karar verme sürecini anlattığım yazımda da bahsetmiştim; beynin, korku, öfke gibi hızlı reaksiyonlar vermeyi sağlayan amigdala bölümü çok küçük yaşlarda gelişirken, planlama, mantık yürütme, karar verme, organize etme gibi işlevlerden sorumlu frontal korteks ergenlikte henüz son haline ulaşmış olmaz. Bu yüzden ergenler, karar vermede olduğu gibi bilgiyi yorumlarken de mantıklı frontal korteks yerine duygusal amigdalayı kullanırlar. Bu da ergenlerin okuduğunu anlamada, mantık süzgecinden geçirip yorumlamada zorlanmalarına sebep olur.


Ama elbette, bu zorluğun üstesinden gelmenin yolu var. Öncelikle bilmek ve idrak etmek arasındaki farkla başlayalım. Araba kullanmayı ilk öğrendiğiniz zamanı düşünün. Vitesi boşa alma, kontağı çalıştırma, yavaş yavaş gaza basarken ayağı debriyajdan çekme vb. Kafanızda yeni öğrendiğiniz bu gibi birçok bilgiyi gergin bir şekilde sırasıyla yapmaya çalışırsınız. Halbuki bir süre sonra bu bilginin pratiğini yapa yapa, araba kullanmak sizin için otomatik olarak yapabildiğiniz bir eylem haline gelir. Bilgi artık bilince dönüşmüş, bu bilgiyi sadece kullanmakla kalmayıp onu yorumlayabilir hale gelmişsinizdir.


Yeni bir bilgi geldiğinde, beynimizdeki nöronlar daha önce olmayan yepyeni bir bağlantı oluşturur. Bu bağlantının sağlam hale gelmesi yani bilgiden bilince dönüşmesi için en az 21 gün tekrar edilmesi gerekir. En az diyorum, çünkü tekrarların 40 gün yapılması gerektiğini savunan araştırmalar var. Kültürümüzdeki “Bir şeyi 40 kere söylersen olurmuş” sözü boşuna olmasa gerek.


Yani her ne kadar gençlerde beynin okuduğunu anlama ve bunu yorumlama bölümü gelişimini tamamlamamış olsa da yorumlama yeteneğinin gelişmesi için bol bol pratik yapmaları gerekiyor. Üniversiteye birlikte hazırlandığımız bir arkadaşım vardı. O zaman bu kadar çok kaynak, bu kadar çok test kitabı yoktu. Mevcut test kitabımızı silip silip 5 kez çözmüştü. Bana bu çok anlamsız gelmişti. Neden böyle yaptığını sorduğumda şöyle demişti: “Soruyu görür görmez tanıyacak ve düşünmeden çözer hale gelmek istiyorum.” Bu taktiği kendi mi düşünmüştü bilmiyorum. Ama gerçekten de işe yaramış, sınavda çok iyi bir sonuç almıştı. Şimdi sınavlara hazırlanırken yüzlerce soru çözdürmeleri de bu sebeple.


Elbette odağımız kesinlikle sınav değil. Ama okuduğunu anlamak, anladığını yorumlayabilmek zihnin mantık döngüsünün çalışabilmesi demek ve bu günlük hayatta da iş hayatımızda da ihtiyaç duyduğumuz bir beceri. Bu yüzden ben pratik için test çözmeyi değil, kitap okumayı tavsiye edeceğim. Ne kadar çok kitap okur, ne kadar okuduklarınız üzerinde konuşursanız 'yorumlama' becerileriniz de o kadar gelişir. Okurken önemli bulduğunuz yerleri not almanız ya da altını çizmeniz de daha sonra bu notlara bir kez daha göz atabilmenize imkan sağlayacak bu da okuduklarınızı kavramanızı kolaylaştıracaktır.


Bunun tam tersini savunan yöntemler de var. Okuduğunu anlama konusunda bazı uzmanlar, konuyu okumadan önce o konunun özetini okumanın konuyu daha derinlemesine idrak için faydalı olacağını savunuyor. Adeta tümevarım gibi. Önce özet sonra derinlemesine kavrayış. Bir arkadaşım vardı, herhangi bir filmi izlemeye gitmeden o konuda yazılmış tüm eleştirileri okurdu. Ben sevmem mesela. Filmi başkalarının filtresinden seyretmek istemem. Etkilenmeden kendim seyretmek isterim ama o, okuduğu her yorumun, filmi seyrederken normalde belki fark edemeyeceği detayları fark etmesini sağladığını söylerdi. Benzeri bir mantık, neden okumalar için kullanılmasın? Çocuğunuz kendinde işe yarayan yöntemi ancak deneyerek kendisi bulabilir.


Ama yeni nesil gençler 'dijital bir kuşak' tabii. Bir keresinde bir öğrencim, ofisteki daktilonun fişinin nerede olduğunu sormuştu. Tavsiyem şu; kitabı nasıl açacağını bilmeyen, kitap okumakla arası pek iyi olmayanlar işe film seyretmekle başlayabilir, kitaba ikinci aşamada geçebilirler. Çok yakında ailece seyredilecek film önerilerim de olacak.


Yazı: Elgiz Henden

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.