Sabahları en sevdiğim şey, işe giderken pastaneye uğramak, sıcacık dere otlu poğaça ile yeni demlenmiş çay içmek. Sıcaktan bıyıklarımın terlediği günlerde limonata söylüyorum. İçerideki fırından gölgeli bahçeye yayılan o kokuyu duyarak biraz soluklanmak çok iyi geliyor. Güne sakinleşerek başlamak her şey. O bahçede geçirdiğim on dakika, kendimle kaldığım, huzur bulduğum, maddi karşılığı olmayan bir zaman aralığı.


Beni asıl yaşatan, hayata bağlayan, parayla alınıp satılamayan duygular. Keşke bunu hiç unutmadan yaşayabilsem. Yapmaya çalıştığım, kendime her gün bunu hatırlatmak. Her sabah asmaların altındaki o üç masadan birinde hayat muhasebesi yapıyorum. Yıllarca çalıştım, kazandım, harcadım, edindim, tükettim, tükendim. Hayatıma giren birçok kişi, markette alışveriş arabasına attığım doğranmış soğan, şampuan, deodorant gibiydi sanki. Hepsinin bir görevi, ömrü vardı, zamanlarını doldurduklarında hayatımdan çıkıp gidiyorlardı. Yerlerine yenisini alıyordum, koyuyordum.


Yeni bir şey edinince yenilenmediğimi şimdi şimdi anlıyorum. Vitrinde görüp hemen aldığım yeni ayakkabı, edindiğim yeni arkadaş, bulduğum yeni iş, yeni sevgili, taşındığım yeni ev, seçtiğim yeni araba, denediğim yeni saç rengi hiçbiri beni yenilememiş. Kafasındaki, kalbindeki eskilerden vazgeçince yenileniyormuş insan.


Gel gör ki alışkanlıklardan vazgeçmek o kadar kolay değil. Onca yıl kendimle, başkalarıyla ilgili bildiğim veya bildiğime inandığım, gerçek kabul ettiğim durumlar var. Doğruluklarını sorgulamak zor geliyor. Sorgulasam, yanlış olduklarını fark etsem, yerine başka türlüsünü nasıl koyacağımı bilemiyorum. Hep haklı olmaya, hissetmeye alışmışım. Kolaya kaçmışım yani.


Bekârım, yalnızım. Neden?


Bu soruyu sorduğuma göre durumumdan rahatsızım. Ama dışarıda biri sorsa tırnaklarımı çıkarırım hemen.


“Ne var? Herkes evlenmek zorunda mı?”

“Hayatımda biri olmak zorunda mı?”


Değil de, ben niye bu kadar celalleniyorum?


Çünkü aslında ben de sevilmek istiyorum. Hayatımda biri olsun istiyorum. Onunla mutlu olmak istiyorum. Geceleri yalnız uyumamak istiyorum. Hafta sonu kahvaltılarını artık kız kıza yapmak istemiyorum. Marketten eve iki elma, bir salatalık, yüz gram peynirle dönmek istemiyorum.


Sızlanıyorum şu anda. Çocuk gibi istemediklerimi söylüyorum. Ya istediklerim? “Biri olsun” deyince ne istediğimi bilmiş mi oluyorum?


Nasıl biri? Beni seven? Nasıl seven? Normal mi, çılgınca mı? Normal ne? Çok mu yakışıklı olsun? Ne iş yapsın? Çocuk istesin mi istemesin mi?


Nasıl biri istediğimi doğru tarif etsem gelir mi?


Bence gelir. Ya sonra?


Sonrası önemli aslında. Yürür mü yürümez mi?


Belki bu defa yürütebilmek için, önceki ilişkilerimin neden yürümediğine bakmalıyım.


İşte itiraflar başlıyor.

En son sinemda tanıştığım çocuk iyiydi. Uzun boylu, yakışıklıydı. Bir yatırım şirketinde portföy yöneticisiydi, iyi kazanıyordu. Arabası ve birikimi vardı. Bir gece yemek yedikten sonra benim evime gelmiştik. Bir ay filan olmuştu başlayalı. Ev aradığını söyledi bana, satın almak için. “Seninki gibi” dedi. Sussaydım iyiydi ama dilime hâkim olamadım. “Koca adamsın ne yapacaksın 1+1 daireyi?” Yüzüme anlamamış gibi baktı. “Yarın öbür gün evlenmeyecek misin? Yatak odası, çocuk odası derken, en azından sana 2+1 lazım.”


Dilimi eşek arısı soksaydı da öyle söylemeseydim. Sabah benden önce çıktı evden. Öğle tatilinde bir mesaj: “Sen harika birisin ama ben ciddi bir ilişkiye hazır değilim.”


Devam edecek...
















Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.