Doğup büyüdüğüm, yiyip doyduğum kente veda etme zamanı. Sokaklarında oyun oynamayı, barlarında takılmayı, konserlerinde coşmayı, odalarında sevişmeyi öğrendiğim, canımdan can verdiğim, hem doğduğum hem doğurduğum hem de doyurduğum kent burası...


İlk eylemlerime katıldığım, birken çok olduğum.


Eski tadı yoksa da hüzünleniyor insan son gecesinde. Bir kerecik olsun yüzünü göstermeyen yıldızlar birden bire onar - yirmişer gökyüzünde belirmeye başlıyor. Ya da başka bir değişle yerdeki yıldızlar birden göğe tırmanıyor. Sanki İstanbul şaka yapıyor.


"En kötü günümüz böyle olsun!" diye haykırdığım(ız) yer...


35 yıldır yaşadığım şehir çoktan bana veda ettiğindendir zaten gidişim, gidişimiz.


Bir yanım ona ceza verir gibi, bir yanım kendime.


Bir yanım ona ödül verir gibi, bir yanım kendime.


Bir yanım çok ama çok kendi kendine.


Yeniden temelli dönüşüm olur mu, bilmiyorum. Şimdi içim acıyor da yarın yeni "memleket"ime gidince özler miyim, bilmiyorum. Dahası hala İstanbul, İstanbul mu göremiyorum. İstanbul hüznüme karışan şarkılar son gecemde benimle...


İstanbul'daki son gecede bir parça efkâr İstanbul'da geçen 35 yılı üç şarkıda özetlemek de varmış (Eh elbette ki daha yaşlanmadık!).


Ve fakat İstanbul derin bir tutkudur...


Çocukluğum: Melike Demirağ, İstanbul'da olmak (1989)


Gençliğe adım: Levent Yüksel, İstanbul (1993)


Gençlik: Cem Karaca, Hep Kahır (2001)




Önceki yazılar:

Tersine göç günlüğü: Karar vermek

Tersine göç günlüğü: Toplanmanın zorluğu

Tersine göç günlüğü: Duygusallaşma!



Özge Ç. Denizci



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.