Köklerime kadar tamamen buralı olduğum, doğduğum büyüdüğüm, birçok sokağında anılarımı bıraktığım ve 35 yıldır yaşadığım kente veda etme kararını üçüncü köprünün yapılma ihtimali üzerinden vermiştim aslında. En büyük şansım ise bu kararı benimle birlikte veren biri ile hayatımı birleştirmiş olmamdı. Kesilen her bir ağacın artık bu şehrin sonunu iyiden iyiye getireceğini biliyordum, biliyorduk. Avrupa'dan gelen tozları tutacak tek bir yaprak bile kalmamıştı. Geçen kışı zar zor atlatmıştı bedenim, bedenlerimiz. Sonbahardan itibaren üstümüze yağan inşaat tozu önce burnumuzu çok geçmeden de ciğerlerimizi yakıyordu. Hafriyat kamyonları ve herhangi bir sokaktan ansızın çıkan kepçelerin yaraladığı, öldürdüğü insan sayısı eş, dost, akraba oranına giderek yaklaşıyor ve korkulu rüyamız haline geliyordu. Şantiyeye dönen bu şehirde yaşamak artık oldukça zordu.


Üstelik metrobüsün izdihamı trafiğin kilidine karışıyor, metrolarda uygulanan sıkı güvenlik bizim daha da güvensiz hissetmemize neden oluyordu. Şehir yılgın ve bitikti... Her an patlayacak bir saatli bomba!


Ve göç etmek için hareket geçtik...


Yerleşmeyi ve yeni hayata başlamayı düşündüğümüz şehre ilk seferimiz soğuk bir bahar günüydü. Umutluyduk... Kendimize göre bir ev bulabileceğimizi ve yeni hayatımıza başlayacağımızı düşünüyorduk. İstanbul'a geri dönerken ise o duygular tamamen kaybolmuştu. Yerimiz kesinlikle İstanbul'du, ama nasıl? Kafamız iyiden iyiye allak bullak olmuştu. İstanbul dönüşü umudumuzla birlikte montlarımızı koyduğumuz çantayı da kaybetmiştik. Sudan çıkmış balığa örnek aramak için aynaya bakmamız yeterliydi.


Zihnimizde göç şarkıları / türküleri döndü durdu, döndü durdu. Aylarca hiç konuşmadık bir daha konuyu. Üstelik bir başka bahara bile kalmamıştı gidiş. Kendimizi, çocuğumuzu, etrafımızda bu konuyu konuştuğumuz herkesi yeniden İstanbul fikrine adapte ettik. Eh zaten bizim zihnimizden çıkıp başkalarının dilinden dökülen sözcükler hazırmış: "Ya zaten ne yapacaktınız ki orada? Yaşayamazsınız..."


Bu sözleri kulak arkası edip ara sıra internetten göç edeceğimiz yerdeki emlak hareketlerine umutsuz da olsa bakmadım desem yalan... Hatta sosyal medyadan o şehirdeki oluşumları ve kamu kuruluşlarını da belediyesine kadar takip etmeyi sürdürdüm. Timeline'da çıkan orayla ilgili her haber yeniden hayallenmeme neden oluyor, ancak ağzımı açıp da "Taşınalım artık" demiyordum. Ruhumu ferah tutup işime, gücüme devam ettim. Ne olsun diye direttim ne de olmaz diye düşündüm. Hayallerim ise deniz derya... Aklımda Puşkin'den içsel gidiş gelişlerimde imdadıma yetişen hep aynı şiir:


"Ey güzel ülke, uzak ülke


Ey bilmediğim ülke


Ne kendi isteğimle geldim sana


Ne de soylu bir atın sırtında




Beni, bu yiğit delikanlıyı


Gençliğin ateşi sürükledi sana




Bir de başımdaki şarap dumanları."


Ve bir gün ansızın çalan telefonla uyandım Puşkin ile kurduğum rüyadan... "Tam size göre bir ev..." diyordu telefondaki ses. Umutlar yeniden yeşermişti. Ev sanki tam hayallerimizdeki gibiydi. Hemen alınan uçak biletleri içimizde şüpheden eser bırakmamıştı. Bu sefer kararlıydı gidişimiz. O olmazsa başka bir ev, mutlaka...


Devam edecek...



Özge Ç. Denizci



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.