Sevgili Blog,


Her tatil sonrası olduğu gibi yine bir sürü kararla döndüm seyahatten. Tatile çıkmanın tek anlamı buymuş gibi gelmeye başladı artık: Bünyeyi saran karamsar ve bezgin ruh halinden sıyrılmak için bir fırsat yaratmak. Evet! Tam anlamıyla hissettiğim bu. Yapamayacağımı bildiğim bir sürü karar alarak dönüyorum her seferinde. Bu kararları alırken de kendimi çok güçlü hissediyorum. O anlarda, yıllardır spor yaparak güçlendiremediğim kol kaslarım şişiyor, göğsüm bir zafer nidasıyla birlikte öne doğru atılıyor. Şöyle bağırmak geliyor içimden: ''Çekilin önümden, içimde kabaran her şeyi başarma arzusunu durduramıyorum.'' Eh, tatil dediğin bu zaten! İstanbul’da seni bekleyen sorumlulukların hepsinden uzak olmak, ödenecek faturaları sanki hiç var olmamışlar gibi düşünmemek, hayatı olduğu gibi kabul etmek... Daha ne olsun?


Hayat hep bu kıvamda olsa, belki de tadından yenmez. Yurttan uzakta olduğum böyle zamanlarda, özellikle bir kafede oturmuşsam aklımdan süper düşünceler geçiyor. Gözlerimden taşan tuhaf başarma azmiyle başa çıkamaz oluyorum. ''Bundan sonra sabahları daha erken kalkacağım.'' diyorum kendime zaten oğlanı okula yollamak için 6.30'da kalktığımı unutarak. ''Bre insan evladı! Daha kaçta kalkacaksın, 05:00'de mi?'' demek aklımın ucundan bile geçmiyor. Eğer erken kalkma işini kafamda yoluna koyduysam, bu sefer sıcacık bir bitki çayıyla kendimi pencerenin önünde buluyorum. Hayalimde tabii. Gün yeni uyanıyor ve ben uzun zamandır dinlemeyi bıraktığım ruhumun sesine kulak veriyorum. Şöyle diyor içimdeki cılız ses bana: ''Merhaba Özlem. Uzun zamandır yoktun buralarda!'' Ee, nerdeydim peki? İş, güç peşindeydim tabii ki. Yaşamak için çalışmak gerekiyor. Sabah kalkıp işe gitmek, akşam İstanbul trafiğine karışıp, hayatından bezmiş bir halde eve dönmek yaşadığım şehrin gerçeği. Var mı başka bir formülü olan? Eve ulaştım diyelim. Gün içinde yaşadığım tüm gerginlikleri de iş yerinde bırakmayı başarmam şart. İşi eve taşırsam nasıl mutlu olurum?


Gördün mü sevgili blog, her şeyi yoluna koymak ne kadar da kolay! Başa çıkamıyor musun hayatla, tatile çıkacaksın o zaman. Günde helalinden yirmi kilometre yürüyecek, eloğlu nasıl da korumuş iki yüz yıllık kaldırım taşlarını, binalarını, kafelerini diye kafa yoracaksın. Sonra benim gibi hayatı bardağın boş tarafından değil, dolu tarafından görmeye başlayacaksın. Aklına listelerin gelecek. Oturduğun bir kafede defterini açacak, yapılacaklar listeni yazacaksın bir bir.


“Eve döndüğümde daha çok İngilizce kitap okuyacağım. Ne böyle hep Türkçe, Türkçe. Sonra “unutuyorsun işte okumaya okumaya.”


“Yok, yok! Sadece kitap okumak yetmez. Bir de konuşma dersleri gibi sınıflara falan mı katılsan. Öff, onlarda da çok acemiler oluyor canım. Senin daha hızlı bir şeye ihtiyacın var.”


“Aslına bakarsan vaktini doğru planlarsan Fransızca öğrenmeye bile vakit ayırabilirsin. Önce oğlanın Duolingo sitesinden çalışmaya başlarsın yavaş yavaş. Baktın ki hızlı gidiyorsun, kurs mu yok sana İstanbul'da?"


"Ne zamandır şu çok popüler yabancı dizileri de takip edemiyorsun zaten. İyice uzaklaştın sen edebiyattan, sanattan, sinemadan. Önce Game of Thrones'un geçen sezonlarını izle, sonra da Vikingler'e başlarsın. Akşamları bir bölüm izlesen yeter aslında.”


“Bloga düzgün yazı da yazmadın. En son iki hafta önce mi yazmıştın? İçimde kaynayan bu kadar kelime varken, neden susuyorum ben? Aslında vaktimi birazcık daha dikkatli kullansam, iki günde bir yazarım ben ya. Evet, evet kesin yazarım.”


“Bir de yürüdün mü sabahları, kim tutar seni be Özlem?”


Sanırım yeni bir seyahatten döndüm ben. Yapacak ne çok şeyim var. Kaç günde yeniden fabrika ayarlarıma dönerim? Var mı bir bilen?



Özlem Öztürk



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.