Chiang Mai’de 3. günümde, uyandım. Aman Allahım, 3 gündür buradayım ve hiçbir şey yapmıyorum. Yani tam olarak öyle değil de; birçok tur var gidilecek, hiç birine katılmıyorum, şunları yap denen şeyler neydi unuttum, harekete geçmiyorum. Boş boş duruyorsun dedi iç sesim. Daha önceki birçok yurtdışı yolculuğum birileriyle oldu. Hiç problem yaşamadım, hep çok eğlendim ve hep uyumluyduk ama işte uyumluymuşuz. İyi kötü bir planımız oluyordu ve harekete geçmek kolaydı. Uyumlanmam gerekmediğinde ben, gezgin Hülya, ne yaparmışım, bilmiyormuşum meğer. Hadi düşünmeyi bırak da şu yakınlardaki tapınaklardan birine git bari dedim. Yolda devam edersin.


Chiang Mai’nin turistik kısmı kocaman bir dikdörtgen. Etrafı kanallarla çevrili çok düzgün bir dikdörtgen ve birçok şey buranın içinde. Oranın etrafında bir tapınak ararken…



“Bi’ dakka ya!” dedim. Bu değildim ben, başka bir şey! Ben -gerçek- hayata karışmayı seviyorum. O zaman şimdi tam da ‘şuralara gidin’ denilen yerin dışına taşma zamanı. Tam da oradaki hayatı koklamanın zamanı.


Haritayı kapattım, o dikdörtgenin dışında bir sokağa daldım ve kaybolmaya niyet ettim.


Çok uzun sürmedi turistik bölgeden uzaklaşmam. Fakir, derme çatma bir sokakta yürürken,

“Nereyi arıyorsun?” dedi biri. Şaşırdım burada birinin İngilizce bilmesine.

“Kayboldum” dedim.

“Ben de” dedi. “Gelsene” deyip önünde durduğum bahçeye davet etti.


“Kayboldum” dedi. “Ne yaptığımı bilmiyorum. Gel gel korkma, yalnız değilim, bu kadınla yaşıyorum” dedi bahçenin öbür ucundaki kadını göstererek. Karısı sandım ilk önce, değilmiş. Evin sahibi. Bahçede çok fazla yardıma ihtiyacı olduğu için bu adamı işe almış.



Yıllarca Avrupa’yı dolaşmış. Fransa’da, Almanya’da yaşamış bizim adam. Yirmi yıl gurbetlikten sonra doğup büyüdüğü şehre geri gelmiş. Bilmiyorum diyor, doğru mu yaptım. Kayboldum. Herkes gibi. Bu mahalledekiler gibi. Bu insanlar Myammar’dan göçüp gelmişler buraya. Göçmenler. Onlar da kaybolmuş işte. Benim gibi senin gibi. Düşünsene, doğup büyüdükleri toprakları geride bırakıp burada yaşamaya çalışıyorlar. Politik sorunlardan kaçmışlar ama kaybolmuşlar. İnsanlar onlara bakıp, Tai değil bunlar, Myammarlı diyorlar. Tıpkı sizin Almanya’da yaşayan Türklere dendiği gibi. Kaybolduk. O sırada kadın bir sandalye ve bir bardak soğuk su getirdi bana tepsiyle.


Bizimki;

“Aslında bu bizim kültürümüz. Şimdi her şey çok değişti, turist geldiğinden beri. Olması gereken bu ama artık kimsenin umurunda değil, bir bardak su veren bulamazsın. Bilmiyorum ki bu mudur hayat. Hatırlıyorum, eskiden, hiçbir şeyimiz yokken ve sokakta yaşam için mücadele verirken hepimiz birbirimize yardım ederdik. Şimdi kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Dedim ya, kayboldum.”


“Belki de o kadar da kötü değildir her zaman kaybolmak” dedim. Ben bugün kaybolduğum için mutluyum mesela. Seni buldum. Turist olduğum için değil, insan olduğum için, oturacak bir sandalyem ve içilecek bir bardak soğuk suyum oldu. Ve kayboluşlarımı paylaşacak bir yoldaşım.


Kaap Kun Ka! (Teşekkürler!)



Hülya Tosun

(Facebook'ta Ruhu Bohçada Gezen adıyla takip edebilirsiniz)



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.