İlk bilgisayarı aldığımız zamanı hatırlıyorum. Pek çok siteye girip, pek çok araştırma yapardım. Bir şekilde karşıma çıkan Hasankeyf, hikayesi ve fotoğrafları ile beni daha o zamanlar büyülemişti.


Tarihi görüntüsü, o topraklardaki hayat…

Ve yakında yok olabileceği gerçeği...


Her defasında gitmek istediğimi dile getirip, hayatın içinde kaybolarak hayallerimin bir kere daha üstünü çiziyordum. Ta ki bir organizasyon sayesinde, gidip o toprakları görene kadar.


Hasankeyf’e vardığımda, sadece etrafımı iyice gözlemlemeye konsantre olmuştum. Girişte sizi güzel mi güzel Dicle Nehri karşılıyor. Sanki selam eder, bir şeyler anlatmak ister gibi… Bölgeye ilk girdiğinizde dikkatinizi çeken mağaralar oluyor. Yüzlerce ve belki binlerce mağara… İçlerinde hala yaşam ve hayat olan mağaralar. O bölgede bulunan mağaralar hakkında öğrendiğim bilgi: mağarada yaşayan halk, Süleyman Demirel'in emri ile bölgeye kurulan evlere taşınmış. Ama hala mağarada yaşayan aileler mevcut. Şaşırmayın, evet 21. yüzyılda…


Hasankeyf’e vardığımda, ne kadar geç kaldığımı fark ettim. Tarihi ile ilgili bize bilgiler veren rehberimiz, her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattı. O anlattıkça, bütün bilgileri tek tek aklıma kazıdım. Size tarihi mi anlatmalıyım yoksa orada yaşayan hayatları mı bilmiyorum. Sizi etkileyecek o kadar çok anlam bulacaksınız ki her köşede.





Kale, cami minaresi, türbe, hamam, tarihi köprü… Hepsinin tek tek anlamı ve özelliği var. Tarihinin o kadar etkisinde kaldım ki, size teker teker anlatsam bu yazı bitmez.


Hasankeyf üzerine yapılması planlanan barajın tarihi dokuyu ne kadar etkileyeceğini merak ettim ve sordum. Tabii ki bu sorunun cevabını biliyordum ama orada olup, bunu görmek daha can yakıcıydı. Hasankeyf içinde bulunan bütün kültürel hazine, tarih ve baraj da bunun yok oluşu demek bildiğiniz üzere...


Temsili olarak bir mağaraya girdik, hala bazılarında yaşayan aileler olduğunu bilerek. İnsanların tek tek emek vererek kazıdıkları bu mağaralarda, yaşam şartlarını kolaylaştıracak her şeyi en ince ayrıntısına düşünmüşler. Düşünmek zorundalarmış…




Mağaradan hayatıma bir hatıra katmak için fotoğraf makinem ile birkaç kare çekmek istedim. Tam o sırada kameramın önünde biten küçük ufaklığın uzattığı bir papatya ile objektifim renklendi. Benim çiçeği almam ile onun kaçması anlıktı. Şaşırdım… Fotoğraf çekmeye devam ederken, arkadaşları ile oynayan o ufaklığı tekrar fark ettim. Baştan aşağı süzdüm. Ayağındaki ayakkabıları hayatımda unutamayacağım karelerden biri oldu. Bir ayakkabılarına bir de ona baktım. Uzun uzun. Kimsenin giymeyi tercih edebileceği ayakkabı bile değildi, ne rengi ne de modeli ile. Sonra orada yaşayan herkese mutlu olabilecekleri her şeyi verebilme isteği ile utandım.


Konuştuğumuz diğer bir çocuğun ise 11 kardeşi vardı. Bir ya da iki tanesi ise damdan düşerek ölmüş. İhmalsizliklerin sınırı yok. Orada sadece insanlar var. Geri kalan her şeyi unutun. İstedikleri tek şey ise; topraklarını, evlerini kaybetmemek.


‘Yine bekleriz’li cümleler… Arkasından ‘Su altında kalmazsak tabi’ dilekleri ile kendilerini avutmaya çalışan anne, baba ve çocuklar… Onlar bu kadar zor şartlar altında yaşarken, sadece topraklarında olmak istiyorlar. Tarih onların hayatı, evleri olmuş.


Benim hayalim olan yerler onların hayatı idi. Kalbim ise hala orada…


Yazı ve Fotoğraflar: Merve Kaya

mkaya@hthayat.com

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.