Taşındığımız günlerde orada mıydı hatırlamıyorum. Bir ordu kedinin, üstelik yazlıkçılar gider sonbahar gelirken bahçeden nasıl ayrıldığını, neden bir tek kedinin kaldığını o günlerde insan aklımla açıklamam mümkün değildi. Geceleri vuku bulan kedi kavgalarının sebebi de galibi de meğer oymuş.


“Baksana azaldı bunlar. Ne oldu acaba?”

“Hı... Bilmem.”


Bahçede sonbahar güneşini kovalarken ayaklarımın arasında sekiz çizmesinden hoşlanmıyordum. Tüyleri çıplak bacaklarımı gıdıklıyor, gırtlağı makarayla delinmiş gibi çıkan boğuk sesi asabımı bozuyordu.


İlk aylar eve girmeye hiç teşebbüs etmedi. Balkonun dışında, fazla söylenmeden yerde bekledi. Bir parça peynir, birkaç istavrit iskeleti ile yetiniyordu. Sonra havalar soğudu, kapı pencere kapandı. Paspasta yatmaya başladı. “Pist”ten başka söylenebilecek ne varsa söyledim. “Pıst”, “kışt”, “hadi git!”... Hiç istifini bozmadı. İlk kış üzerinden atlayarak eve girip çıktık.


Alper arka bahçeye ektiği marulları eşelediği için kaç defa kovaladı onu. Giriş katta oturmaya başladıktan sonra havlamayı keşfeden Kapi, yedi yavrusunu emzirdiği günlerde yakın mesafeden defalarca haykırdı yüzüne. Bana mısın demediği gibi bizimle gezmeye çıkmaya başladı. Orman yolunda iki insan, bir köpek, göbeğini yere süre süre yürüyen boz bir kedi görenler gülüyordu.


“Kedi de mi sizin?”

“Yok.”

“Hep sizinle geziyor da...”

“...”


Genellikle yarı yolda yoruluyor, arkamızdan miyavlamaya başlıyor, dönene kadar bir duvarın tepesinde ya da bir ağacın yüksek dalında bizi bekliyordu. Farklı yoldan döndüğümüz günlerin gecelerinde ortalarda olmadığını, bıraktığımız yerde beklemeye devam ettiğini çok sonra anladık. Sadece onu bırakmamızı istemediği zaman, bir de veterinere giderken miyavladığını da.


Orta karar kış akşamları balkondaki masaya oturup içeriyi dikizlemeye başladığında güldük. Ama gecenin üçünde su içmeye kalktığımızda ön ayakları üzerinde doğrulmuş halde kıpırdamadan eve bakan bir kedi garip gelmeye başladı.


Kapi’yi gezmeye çıkarırken eve girdi, biz çıkardık. Dönüşte kapıyı açtığımızda salonun ortasında bizi beklediğini görünce ne diyeceğimizi bilemedik. Ona artık bir isim lazımdı. Kaçınılmaz olarak Gülen Gözler filmini hatırlatıyordu bize kedi. Aşık olduğu Ayşen Gruda’yı istemeye her gidişinde baba Münir Özkul tarafından reddedilen, ama asla pes etmeyen ve sonunda hedefine ulaşan Şener Şen kadar azimli olduğu için ona Vecihi dedik.


Bülbül, bilumum göçmen kuş, fare, hiçbirini bulamadıysa kertenkele getirip kapıda tuhaf sesler çıkarması aynı günlere tekabül ediyor.


“Yine bir şey getirdi galiba.”

“Sen aç.”

“Geçen sefer ben açmıştım. Sıra sende.”


Belki yemek verirsek hediye getirmez dedik. Sokağın başındaki çöpün yanına götürdük, orada bekleyen diğer kedilerle birlikte yesin diye. Döktüğümüz bütün yemeklerin üzerine yatıp ötekilere yedirmediğini görünce, hepsini döverek kendi başına yediğine şahit olunca tek çaremiz kaldı. Balkona bir tane eski kase, içine de evde ne pişiyorsa ondan koyduk. Koyduklarımızı beğenmeyip yemediği zamanlar yine hediye getirince çaresiz kedi maması aldık bakkaldan. Zaman içinde sadece renkli taneleri olan mamayı sevdiğini öğrendik.


Üç yıl boyunca bir yerden geç döndüğümüzde bizi azarlayarak karşıladı. Kapi’nin kızgınlık zamanı bahçe duvarından atlayıp balkona giren erkek köpekleri keskin tırnaklarıyla kahramanca çizdi.


Dördüncü kış şöyle diyaloglar duyulur oldu evde:


“Hava çok soğuk, içeri mi alsak?”

“Bilmem ki nasıl olur...”


Senelerce gezilip tozulduğu için evlenilmeyi hak eden kız gibiydi Vecihi.


Beşinci kış onu eve aldık. Birkaç hafta altında durup yelelerini yalayan klimayı seyretti. Sevmediği gürültüyle teslim olduğu sıcaklık arasında ilişki kurmaya çalışırken temkinliydi. Birkaç ay sonra karyolanın ayak ucunda uyumaya başladı.


“Bu yukarı çıkacak bak görürsün.”

“Bırak ya... Takılıyor işte.”

“I-ıh... Kafalarımızın arasında yatmaya çalışacak.”


Dişi, dişinin aklından geçeni daha kolay seziyor. Üç gün dayanabildi. Tepemize çıkıp yastıkların arasına yerleşmeye çalışınca koltuğumun altına alıp balkona bıraktım. Salonda geçirdiği birkaç gecenin üstüne bir denemesi daha oldu ama tekrar geri püskürtülünce bir daha denemedi. Elbette bu hiç denemeyeceği anlamına gelmiyor.


Vecihi eğer insan olsaydı Çapa İngilizce Tıp’a girer, CERN’e sızar, hatta astronot olurdu.


Azmin zaferi lafının karşılığı benim için Vecihi.


Ama karakterli hayvan.


Trafoya girme söz olur diyoruz.


Girmiyor.


Yazı: Perihan Özcan

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.