“Artık seni tanıyamıyorum?”

“Sen gerçekten değiştin?”


İşte ilişkilerde hatırı sayılır bir vakit geçtikten sonra çiftlerin birbirine en çok kurduğu klasik cümlelerden sadece ikisi. Bir insan gerçekten değişir mi yoksa değişim dediğimiz şey aslında kendimize, gerçeğimize, öz’e dönüş mü?


Sevgilimiz, eşimiz bizi ne kadar tanıyor?

Beraber yediğiniz ilk romantik yemeğin kaç dakikasında gerçekten kendindin. Onu etkilemek için kurduğun “ben aslında şöyleyim” cümlelerinin kaçında sen yoktun. Kendinin ne kadarını gösterdin, yoksa gösterdiğin onun seveceği ve asla hayır diyemeyeceği kişi miydi?

“Peki şimdi ne oldu? Heyecan nerede? Karşımdaki kim? Ben kimim? “ mi diyorsun?

Ne olduğunu söyleyeyim. Kendini özledin.


Birinin seni sevmesini kendine tercih ettin. Biri seni sevdiğinde her şey değişecek sandın ve onun sevebileceği yeni bir sen yarattın. Seni sana rağmen, sen olduğun için birinin sevebilme ihtimalini atladın.


Çoğu kadının ve erkeğin (özellikle kadınların) düştüğü en büyük tuzaktır bu. Sevilme içgüdüsü ile (ki bu insanın en temel güdülerinden biri) kendinden vazgeçip, karşımızdaki insanın hayalindeki kişiye dönüşürüz. Kaybetme korkusu ile onun istediği gibi giyinmeye, onun istediği gibi davranmaya hatta onun istediği gibi hissetmeye bile başlarız. Başlarda bu hoşumuza gider. Birinin bizi değiştirmeye çalışmasına, onun istediği gibi biri olmaya “beni sahipleniyor” anlamını yükleriz. Zaten karşımızdaki için yaşamanın ve onu sürekli mutlu etmeye çalışmanın ilişkinin sırrı olduğu öğretilmiştir annelerimiz tarafından. Başlarız Oscarlık bir oyuncu edasıyla rolümüzü oynamaya.


Sonra bir sabah aynaya baktığımız karşımızdaki yüzün bir yabancıya dönüştüğünü fark ederiz. İşte o sırada içeriden o ses gelir “sen çok değiştin, seni artık tanıyamıyorum.” İçeriden derken, çok uzaktan değil, kendi içimizden. İki insan arasında kalmışızdır, “olduğun ve olmaya çalıştığın iki farklı insan”. Olmadığın insana kendi gönül rızanla gün gün be dönüşürken birden fark edersin asıl olana özlemini.


O güne kadar alışılmıştan farklı ama aslında tamamen sana ait bir tavırla, sırf içinden öyle geldiği için söylemiş olduğun herhangi söz, bu defa eleştirildiğinde anlarsın ki kendinden kilometrelerce uzaksındır artık, ne acı ki karşındakinden de öyle. Bir yabancıya aşık olmuştur sevgilin ve sen kendine yabancılaşmışsındır.


Durumlar değişmiştir, uzaktan kumandayı kendi eline almak, menüye girmek ve tüm fabrika ayarlarına geri dönmek istiyorsundur. Ekranda gözüken o filmin başrolünde sen yoksundur hatta senden eser yoktur. Filmin başına dönmek zordur, dönsen de bir şey değişmez çünkü senaryo zaten bellidir. Bu filmde mutlu son yoktur.


Anlarsın ki yeniden kendi filmini yazmanın vakti gelmiştir. Karakter bellidir. O sensindir ve hiç kimse seni sen olma yolundan döndürememelidir. Çünkü inanarak oynayacağın tek bir rol vardır ve bu oyunculuk öyle doğaldır ki izleyenlerin başını döndürür, hayran bırakır. Oyunculuğunu sevmeyenler ise zaten başrolü seninle paylaşmayacak olanlardır.


İnsan kendini özler, işte sırf bu yüzden bir gün mutlaka kendi özüne döner. Çok sevse de çok sevilse de. Çünkü hepimize öğretilenin ya da bildiğimizin aksine en çok kendimize ihtiyacımız vardır. Çekip gideceğimiz ilk ve tek yer hep kendi limanımızdır aslında. Ve orada artık kimse yoksa yanındakinin varlığı da önemini yitirir. Seveceğin kimse kalmaz çünkü sevilecek bir “sen” yoktur.


Bırakın olduğu gibi sevsinler sizi,


Tıpkı sizin kendinizi sevdiğiniz gibi…


Yazı: Gökçe Dölek

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.