Mevsimlerden bağbozumu

Zamanı tanımlarken doğanın kendi döngüsünü takip etmeyi daha çok seviyorum. Ekim, Kasım yerine zeytin hasadı mevsimi; Şubat, Mart yerine badem çiçekleri mevsimi demek gibi… İşte bu yüzden şu yaşıma kadar otuz dört Eylül yani sonbahar geçirmiş olabilirim ama ilk kez bir bağbozumu mevsimi yaşıyorum. Bugünlerde civardaki bütün telaşların rengi üzüm.


Tarihte bu topraklarda kurulmuş tüm medeniyetlerin en büyük geçim kaynaklarının zeytincilik ve şarapçılık olduğunu okudukça şimdilerde bu bacaklardan birinin kırılmış olduğunu görmek hem sinirlendiriyor hem üzüyor insanı. Türkiye’de kanunlar ve bakış açılarının içkiye yaptığı muamele koca bir kültürü topal bırakıyor. Üzüm ve onun fermente olup zamanın dokunuşuyla en güzel haline dönüşen şarap, baltalanması gereken değil, desteklenmesi gereken bir kültürdür. Sadece bağbozumu şenliklerindeki renklilik bile bunun en büyük göstergesi.


Şarap tanrısı Dionysos’un mitolojik hikayeleriyle başlıyor bağbozumu şenlikleri. Medeniyete ve barış aşığı bir tanrı oluşuna dair hikayeler, üzümün şaraba dönüşüm hikayeleriyle devam ediyor. Bir zamanlar şarapçılık hem masalı hem gerçeğiymiş bu toprakların; şimdilerdeyse sadece masalı diye geçiyor benim aklımdansa.


Hiçbir zaman Olympos’a mahkum olmamış bir tanrı olan Dionysos’u ayrıcalıklı yapan en büyük özelliklerinden biri sürekli olarak dünyayı dolaşıp bağları ve şarap kültürünü geliştirme çabası olmuş. Belki de biraz da bu gezgin ruhu sebebiyle diğer tanrılar arasında hep asi kişiliğiyle tanınmış, dışlanmış. Her bağbozumu döneminde şenlikleri başlatmak için onu bekleyen halkın gözü daima denizde olurmuş. Yelkenlerini salkım salkım üzümlerle bezediği bir tekneyle yanaştığı limanlardaki şenliklerin günler süren şatafatı, asırlar sonra bile dinleyen bir insanın yüzünü böyle güldürüyorsa varın siz düşünün gerisini.


“Üzümle birlikte yaşamak esastır” diyor bu işe gönül vermiş ve halen butik şarapçılık yaparak bu kültürü devam ettirmeye çalışan bir tanıdığım. Evin, barkın hemen bağının yakınında olacak ki üzümün her aşamasını an be an göreceksin. Bir hastalık dadanırsa hemen başından yakalayacaksın. Bu yüzden de evlat gibi gözünü üzerinden sakınmayacaksın. Bir de üzümü en büyük aşkıyla, rüzgarla buluşturacaksın.


Şöyle bir gözlerimi kapatıyorum, rüzgar etrafımda dört dönüyor. Üzümler hallerinden çok mutlu olmalı. Sepetlere dolmuş salkımların canlılığı belli etmiyor mu zaten?


Dediğim gibi bu benim şu dünya üzerindeki otuz dördüncü sonbaharımda yaşadığım ilk bağbozumu. Öğrenerek, merak ederek, görerek, bilmek isteyerek orta yaşına gelmiş bir bedende çocuksu sevinçler büyütmek hep mümkün diye diye eve geliyorum ve dalları meyvelerin ağırlığından artık kırılmak üzere olan nar ağacında kendi kendine yarılmış mevsimin ilk narıyla karşılaşıyorum. Öyle güzel kızarmış ki içteki narlar dayanamayıp yarmışlar kapkalın kabuğu.


Avucumdaki yarılmış kocaman nara bakıyorum ve aklımdan şu cümle geçiyor. “Bir bisikletle üzümden nara geldim, yarın da incire gideyim bari”. Mevsimin bereketini kaçırmamak lazım.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.