33 yaş "bunalımı"!

Baştan söylemesi, biraz fazla kişisel bir yazı bu. Yılın benim adıma bir 12 aylık dönemi geride kalıp, yaş hanemde iki tane 3’ü yan yana koymuşken olana, olmayana, aslında daha da çok olması istenenlere dair birkaç satır var karalamak istediğim.


Daha evvel onlarca kere yazmışımdır; seyahat, edebiyat, günlük, sinema gibi her bir konuda ayrı ayrı not tuttuğum onlarca defterimin her birinin bir köşesinde muhakkak yazar. Karavan sahibi olmak isteyen tarafımla minik bir tekne hayali kuran tarafım evlenip çocuk yapabilirler. Bu sene bir zahmet!


Senenin “Aa sen burda (Datça) yaşamak için çok genç değil misin?” soruları sezonuna girmiş bulunuyoruz. Bir buçuk yılı burda geride bırakmışken ve Datça nüfusunun yaş ortalaması otuzlar civarında dolanırken burayı yaşlılar yurdu olarak gören, emekli olup da Datça’ya yerleşmiş zihniyeti anlamam mümkün değil. Aslında söylemek istedikleri sanırım şu: “Sende yıllar boyu hava yerine egzos koklamış, İstanbul’un kilometrelerce uzanan trafiğinde ihtisas yapmış şehirli tipi var. Bu insan türünün çile tamamlama yaşı altmış civarıdır, senin ne işin var burda?” Kendilerince haklılar tabİi. Neyse gardımı aldım. Bu soruya cevap olarak hazırlanmış yapmacık gülümseme, yeri geldiğinde çıkıp yüzüme yerleşmek üzere cebimde duruyor.



Lakin kışın, bir ay kadar eski göz ağrısı İstanbul’u ziyaret planlarım var tabii. Yıllar boyu hayalini kurduğum “Bu şehre turist olarak gelmek istiyorum” cümlesi, harf harf hayata geçecek dilerim bu sene. Şimdiden çarşaf misali bir “İstanbul’da yapılacaklar listesi” uzanıyor önümde. Liste başını ise özellikle görmek istediğim birkaç tiyatro oyunu alıyor. Ha bir de metrobüse binmek istiyorum(!). İstanbul’a dair kurduğum en "heyecanlı" hayalim bu! Vapur da neymiş!


Kişisel bir yazı yazıyorum dedim ama buraya kadar okumuş olanlara müjdem olsun. Adile Naşit ölmemiş, Datça’nın bir köyünde yaşıyor. Önce kahkahasından tanıdım elbet ama boyu posu bile aynı.


Sonra Çatıkatı Aşıkları romanında geçen şu satırlar gibi bir yıl olsun diliyorum:

“... Terziden en kısa zamanda elbiseyi bitireceğine dair söz aldıktan sonra, eve dönüp bir ekmek pişirdi.


Unu iki kere eledi, sonra suyla yavaş yavaş besleyip, dünyanın suskunluğunda ağır ağır, telaşsız, dingin bir edayla yoğurdu hamuru ve karşısına oturup mayalanmasını, hamurun zamanının gelmesini bekledi. Sonra kekik koydu içine, birkaç damla zeytinyağı damlattı ve yine aynı iç huzuru içinde tekrar tekrar yoğurdu hamuru. Sonunda yuvarladı ve bir kerede şekillendirdi. Tekrar baktı eserine ve mutlu olduğunu düşündü. Son olarak hamurun üzerine çörekotu ile "HAYAT" yazdı ve akşam çökerken mutfak masasına tek başına oturup ağır ağır, düşünerek ve her lokmasına şükrederek yedi ekmeği. O, o güne kadar yediği en güzel ekmekti. Feride ondan sonra bir daha hiç öyle güzel bir ekmek pişirmedi.” Neden mi? Aşktan… Bir daha hiç öyle aşık olarak ekmek pişirmedi de ondan.


Peride Celal okuyorum bu günlerde. Güz Şarkısı romanını. Her sabah yüzümü yıkamak için koştuğum şırıl şırıl akan denize, sonbaharın tarifsizce yakıştığı tabiata baktıkça güzün, buralarda bir şarkı olduğunu bir kere daha görüyorum.


Balıkçılar dönüyor gece seferlerinden her sabah. Yanaşıyorlar kıyıya birer birer. Ve her seferinde babama sitemleniyorum içimden. Ne olurdu şehirli bir beyaz yakalı olacağına balıkçı olsaydı da, ben de bir balıkçı kızı olarak gelseydim şu dünyaya. Gözümü açınca deniz, kapatınca deniz, doğarken deniz, ölürken deniz olsaydı. Ben böyle dedikçe “Hadi gel, şimdi olalım” diye takılıp güldürmeleri bir yana, ben anlaşmamı şimdiden yapıyorum hayatla, bir daha dünyaya gelirsem yeniden bir Ege kıyısında yaşamak ve balıkçı olmak üzere.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.