İnsanların düşüncesizliğinden bıktım

“Sevgili Yeşim Abla, 17 yaşında genç bir kızım. Seneye üniversite sınavına gireceğim. O kadar çok korkuyorum ki bazen kendime zarar vermek istediğim bile oluyor. İnsanların benden bekledikleri, çalışılması gereken onca ders... Düşündükçe ürküyorum ve buna hazır mıyım bilmiyorum. Bütün zamanımı bunun için harcayacağım aklıma geldikçe o kadar çok üzülüyorum ki, yaz tatilinde bile kursa gideceğim. Bazen ben gerçekten ne istiyorum diye soruyorum kendime ama bunu daha önce hiç düşünmediğim için aklıma hiçbir şey gelmiyor bile. Bir de insanların hiç düşünmeden yaptığı yorumlar var tabii. Sosyoloji, sosyal hizmetler ya da psikoloji okumak istiyorum dediğim zaman "o nasıl bölüm yaaa" ya da "işsiz kalırsın sen" gibi tepkilerle karşılaşıyorum. Sanki herkes doktor, avukat, vb.. olmak zorundaymış gibi. O kadar çok üstüme geliyor ki bu konuyla insanlar, bu belirsizlik ve stresten hasta oluyorum.

Bir diğer konu ise kendi akranlarım ve ben. Bazen sorun bende mi diye düşünüyorum. Kısa saçlıyım, uzun saç sevmem ve kısa saçı her zaman kendime daha çok yakıştırmışımdır. Gözlüklü, kitap okumaya bayılan ve bir kot bir tişörtle rahat eden hatta genellikle öyle gezen bir kızım. Ama çevremdeki güzellik algısı uzun saç, makyaj ve bir sürü rahatsız kıyafetler. Eğer bunları yapmıyorsam genç kız olamazmışım. Genç kızlar süslü olurmuş. Bu o kadar çok kafama takıldı ki bir ara kendimi değiştirmeye çalıştım ama yapamadım.

Herkese güler yüz gösteririm ve asla kavga etmem, laf atsalar ya da iğneleyici bir şeyler söyleseler bile. Ama insanlar özellikle yaşıtlarım o kadar tahammülsüz ve o kadar burnu havada ki en ufak bir şeye kavga etmeye hazırlar. Bu zamana kadar o kadar sözlü olarak yaralandım ki, ben artık okula gitmek, insanların içine girmek istemiyorum. Tek huzur bulduğum yer evim oldu, davet edildiğim hiçbir yere gitmek istemiyorum. Evden çıkmak istemiyorum.

Bir şeyler giyerken ya da yaparken insanlar ne düşünür demekten yoruldum artık. İnsanların bu sabit fikirlerinden, hemcinslerimin pahalı markalardan başka hayalleri olmamalarından ve en kötüsü de dünyanın sadece bunlardan ibaret olduğunu düşünmelerinden. İnsanların bu kadar düşüncesiz olmalarından yoruldum. Sevgiler…”


Yeşim Tijen’in cevabı:

En kötüsü çocukluğun bitmesi mi acaba? Çünkü çocukluğun bitmesiyle savaşları başlar insanın. Hem kendiyle hem çevresiyle hem de hayatla savaşıdır bu savaş. Belki de bizler yel değirmenleriyle savaşan birer Don Kişotuz. Hepimizin savaştığı yel değirmenleri var. Rüzgar hep esiyor yel değirmenleri hiç susmuyor. Tıpkı insanlar gibi. Herkes kendi hayatına baksa ya. Olmaaaaz! Yapamazlar! Başkalarını da idare etmek, kendilerine benzetmek zorundalar. Kendi düşünceleri ve kalıplarına uydurmalılar. Ama o zaman ben nerede olurum, ben kim olurum. Bunu mu düşünücek. Sen olmanı istemez ki. Sen olmak bunca şeyin arasından çıkıp, sıyrılıp sen olabilmeyi başarabilmek kolay mı? Değil tabii.


İnsanın kendine kavuşması zaman ister, farkındalık ister. Farkına vardıysanız bir şeylerinizin üzerine gitmek cesaret ister. Gerçek siz bu cesaretin altında yatıyor, bu göstereceğiniz cesaretle kendinizi ortaya çıkaracaksınız. Yazdıklarınızla ben oluş çabalarımı hatırladım. 14-15 yaşlarındaydım. O zamanlar Barbara Cartland’ın güzel kadınlarla dolu romanlarını okuyor, pembe dizileri izliyordum. Uzun tuvaletler içinde gezen kadınlar vardı romanlarında. Etkilenmemek imkansızdı. Tabii etkilendim bende. Yeni genç kız oluyorum. Kendimi fark ediyorum. O romanlardaki kadınlar gibi olmak için kendimce bir şeyler yaptım, tepkiyi de hemen aldım. Ne mi yaptım? Dışarda giymem gereken kıyafetlerle evde dolaşmaya başladım. Ayağımda ince çoraplar ve ayakkabıları da giydim. Kendimi özel hissediyordum. O romanlardaki kadınlar kadar.


Kim olduğumu hatırlamam uzun sürmedi. Tabii evdekilerin taarruzuna, dalga geçmelerine maruz kaldım. Ne yaptılar dersiniz? Gülerek, eleştirerek benim içime saklanmama sebep oldular. Bu halin ne? Evde böyle gezilir mi? Bir süre sonra o çorapları, kıyafetleri, ayakkabıları çıkardım. Herkes gibi kot pantolon kazakla gezmeye başladım. Değiştim mi? Evet değiştim. Bir süre böyle devam ettim ama sonra ilk fırsatta kendime geldiğimde yine özel hissedeceğim gibi davranmaya başladım. Belki evde öyle gezmedim ama beni mutlu eden başka şeyleri yaptım. Biraz daha uyum sağlamayı öğrendim. Arzu ettiğim şey süslü olmaksa farklı yöntemle yaptım bende. Mesela gözlerime kalem sürmeyi seviyordum. Evdeyken de sürdüm. Saçıma fön çektirmeyi seviyordum, çektirdim. Nasıl kendimi iyi hissediyorsam. Bunun gibi şeylerle isteğim doğrultuda biraz törpülenerek kendim olmaya çalıştım. Olabildim mi derseniz? Artık bu benim diyebilirim, ulaşmam zaman almış olsa da. Oynamıyorum, ben olduğum için mutluyum.


Bu hiç öyle kolay değil sevgili okurum, emek istiyor, azim istiyor. Kendinize inanmak istiyor... Bunlarla güzellikler size kendiliğinden geliyor. Yani şunu demek istiyorum, insan kendini nasıl güzel, iyi ve en önemlisi mutlu hissediyorsa öyle olmalı. Çünkü bugün bu halinizi bastırsanız başka şekilde davransanız da gerçekte olmak isteğiniz neyse ilk fırsatta kendini saklandığı yerden çıkarmaya çalışacaktır. İnsanlar birbirlerinin üzerinde sözleriyle, davranışlarıyla, kendi beğeni ve hayat tarzlarına göre değişiklik yapmak isterler. Bu her dönemde olmuştur, olacaktır da. Önemli olan sizin ne istediğinizdir. Kendinizi nasıl mutlu hissettiğinizdir. Yerine göre davranabiliyorsanız sorun olmaz. Her yerde de sade olamazsınız. Bazen süslenmeniz de gerekecektir. Bu da karşınızdakine özendir, saygıdır.


Bir tuvale kara kalem çizilmiş bir resimsiniz. Renklerle süslenmemiş, boyanmamış bir resim. Kara kalem resimlerde çok güzel ve anlamlı gelmiştir insanlara. Anlamlar insanın gözlerinde, yüreğinde ve aklındadır. İnsanı ne markalar, ne boyalar gerçek anlamda güzelleştirir. Markalar ve abartılı süslenişlere elinizde olmadan belki bir bakarsınız, ikinci kez bakmak için o kişide markadan süsten başka şeyler bulmanız gerekir. Akıl ve yürek gibi ve bu bir tercihtir. O kişinin kendisi için tercihi bu yöndedir. O görüntüsünün içinide doldurabilmişse saygı duyarsınız. Dolduramamışsa güler geçersiniz. İnsanın içini doldurması dedim ya. İnsanları yürekleriyle, akıllarıyla seversiniz. Fiziki görüntü etkisini kişinin karakterini tanıdıkça yitirir, artık yüreği ve aklı konuşur olur. Size hitap eden bunlardır. O nedenle görüntüye odaklanmayın, kendinizi nasıl seviyorsanız öyle olmaya devam edin. Ruhunuzda olmayan bir şeyi kendinize ekleyemezsiniz. Her süslü olan sizce güzel mi? Bence de değil. Şimdilerde abartıyla birleşen bir süslenme var. Bunun sorumlusu kim. Önce medya insanların zihinlerine pompolanan güzellikle başka ne olabilirdi. Kimi bu sunulanı kapıyor. Bende öyle olabilirim diyor. Ailelerde bunu destekleyip, tolerans gösterince genç kız olmaktan öte bir abartı çıkıyor ortalığa. Kendi gibi olmayanlarada uzaydan gelmiş gibi bakıyorlar. Oysa normal olmayan onların yaptıkları. Yaşlarını yaşamıyorlar. Doğallıktan uzaklaşmak demek insanın kendine yabancılaşması demektir. Ne yazık ki küçücük yaşlarında bazılarının dudaklarında botoks, kaşlarda kontör, saçlarda çıtçıt... Kimse kendi değil. Ne için? En güzel olmak için... Bunun sonu nereye varır hiç düşünüyorlar mı? Sanmam. Bu sistemin tuzağına düşmüşler. İnsan aynaya baktığında kendini nasıl güzel buluyorsa güzel hali odur. Kısa saçlı mı kendinizi seviyorsunuz. Siz öyle güzelsiniz, başkalarının değil sizin kendinizi güzel hissetmeniz önemli. Aksi durumda kendinizi rahat hissetmezsiniz. Rahat hissetmezseniz güvensizleşirsiniz. Kimin için bunu yaşayacaksınız. Başkalarına uyum sağlamak için. O zaman siz nerede olacaksınız. İçinizde. Neden, ne için kim için? Kendinize haksızlık yapmış olmaz mısınız? Hayatta hep baskı var. Kabul edip etmemek size kalıyor. Siz bu baskıyı kabul edecek misiniz? Yoksa siz olmayı severek yaşayacak mısınız? Karar vermeniz gereken bu.


Diğer konu öğreniminiz. Haklısınız ülkemizde bu durum öğrencilerin kabusu olmuş halde ama bunu gözünüzde büyütmeyin. Sizin çalışmanızla aşabileceğiniz bir durum. İnsanın kaderinin kendi elinde olması da güzel bir şeydir. Ya kaderiniz başkasının iki dudağı arasında olsaydı? Çalışırsanız başaramamak diye bir şey söz konusu değil. Bu basamağa kadar gelmişsiniz, biraz daha yüksek bir basamak var önünüzde. Adım atmak kolay değil, nasıl atlayacağım o basamağa diyerek şaşkın ürkek bakıyorsunuz. Bakmakla, korkmakla olmaz. Önce kendinize inanacaksınız. "Ben yaparım", sihirli kelime bu. Siz yaparsınız. O zaman tüm gücünüzü toplayıp öyle adım atacaksınız. Ve başaracaksınız. Başarızsızlığı kendinize kesinlikle yakıştırmayın. Kitap okumayı seven biri olarak siz arzu ettiğiniz bölüm için bir sıfır öndesiniz akranlarınıza göre. Bölümünüz sosyoloji ya da psikoloji olsun, her ikisi de sizinle bağdaşan bölümler. Duygusalsınız, hassassınız. Siz busunuz aslında... Kendinizi ifade eden bir bölüm seçmişsiniz. Başkalarından etkilenmeyin. Günümüzde özel üniversitelerin varlığıyla her alanda öğrenci çok. Mühim olan bu işe yatkınlık, severek yapmak, farkınızı karşınızdakine fark ettirebilmek. Ne kadar çok öğretmen vardır ama bazı öğretmenler daha bir özeldir. O öğretmeni çocuğunuz için tutturursunuz. Bu öğretmende başlasın çocuğum okula, neden? Daha iyi olduğundan. Bunun gibi... İnsanların da psikolojik desteğe o kadar ihtiyacı var ki. Nasıl işsiz kalabilirsiniz? Düşünün... Ben başaracağım diyerek sıvayın kollarınızı. İnanıyorum siz başaracaksınız… Ama yel değirmenleri hep hayatınızda olacak… Siz de o yel değirmenleriyle savaşmaya devam edeceksiniz. Bu da hayatın cilvesi. Sevgiler...



***


Çözemediğiniz sorunlarınızı rumuzunuzla yazın, Yeşim Tijen size önerilerde bulunsun.


Yeşim'le Hayat Bilgisi her zaman sizin yanınızda...


İşte sorularınızı gönderebileceğiniz adres: yesimilehayatbilgisi@gmail.com


@yesimtijen

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.