Hayatın neresinde durmak lazım?

Saçma mı geldi?


Biraz daha netleştireyim…



Tam ortasında göbeğinde mi?



Kıyısında köşesinde gri alanlarında mı?


Hayatı, tiyatro eseri seyreder gibi seyretmek mi? başrol ya da konuk oyuncu gibi oynamak mı? Eseri yazmak mı yoksa yazılan bir eseri yönetmek mi?


Hayatın derinlerinde mi yaşamalı, yoksa sığ alanlarında ve daha geniş yüzeylerde mi?


Bazı felsefi akımlara göre teflon tava misali olmamız öneriliyor.


Yani “sen seyircisin hayatı tiyatro seyreder gibi izle ve mutluluğu yakala” diyorlar.


Muhtemelen, günlerimize gün kattıkça bakış açımız ve beklentilerimiz de şekilleniyor. Ve zaman zaman hayatın tüm noktalarında bulunuveriyoruz.


Benim kendime ve şu aralar çalıştığım projelerde çekirdek gruplara sorduğum, ağırlıklı olarak yada tercih olarak hayatın neresinde durduğumuzla ilgili.


Genetik kodların ve yetiştirilme tarzının ve hatta eğitiminde bu konuda çok belirleyici olduğunu kabul ediyorum ama yine de sorguluyorum. Hayatın neresinde duruyorum? Yada neresinde durmam lazım?


Stratejik Pazarlama konusunda danışmanlık verdiğim bir proje grubuna dün aniden bunu sordum.


Şirket olarak “hayatın neresinde durmalıyız ?”


Düşünmemiştim odaklanarak bilinçaltımda muhtemelen mesleki jargon altında konumlandırmak, kurgulamak, yapılandırmak gibi ifadelerle düşünüp ticari cevaplarda vermiştim. Ancak yaşamsal döngü anlamında düşünmemiştim.


Markaların ve şirketlerin kaderini onları yöneten kişilerin karakterlerinin belirlediği, şirket çok kurumsal ise en azından etkilediğini biliyoruz.


Yani yönetici ya da karar verici “hayatın neresinde durmak istiyorsa şirket ya da markasını da oraya yönlendiriyor” Muhtemelen bunu çok bilinçli yapmıyor ama duygusal etkileşim markada-üründe-şirkette kendini gösteriyor.


Meslektaşlarım “aman Yelda kurumsal kimlikten bahsediyorsun işte” diyorlardır şimdi ama ben başka bir şey diyorum kurumsal duygudan, kurumsal iç görüden bahsediyorum.


Stratejik kurgularda; trendler göz önünde bulunarak şirket-ürün-marka ile ilgili uzun dönemli süreçleri oluştururuz. Ve bunu yaparken bu sürecin içinde ki kişilerin hayatın neresinde durdukları verisini çok da ön planda tutmayabiliriz çünkü elimizde daha ticari, daha rakamsal, daha yaşamsal raporlar, analizler, tablolar, grafikler vardır.


Hayat değişiyor büyük bir hızla tükeniyor dediğimiz, bitti dediğimiz tüm noktalardan farklı tomurcuklar filizleniveriyor.


Keşke duygularımızın, kalbimizin sesini, kendi kendimize yaptığımız konuşmaları, içimizde ki cam kırıklarını yada kanat çırpan kelebekleri de raporlara, analizlere, tablolara dökebilsek…


Tercihlerimizle bizim hayat duruşları arasında çok kuvvetli bir bağ var.


Bazen olmak istediğimizi seçerek alırken, bazen tam bizim gibi olduğunu düşündüğümüzü alıyoruz.


İşte bu yüzden siz hayatın neresindeyseniz tercihleriniz, tüketim alışkanlıklarınızda hayatın orasında olan ürünler-markalar yönünde gelişiyor.



Markanın-Şirketin iç görüsü sizinkiyle paralel ise sadakatiniz ve tercihiniz de o yönde oluyor. Trendler aslında hep iç görüler. Kalben inandığımız, zihinsel olarak heyecanlandığımız her şey trend olarak hayatımıza akmıyor mu?


Hayat hızla bireyselleşiyor.


Kararlar, yaşamlar tek’lik üzerinde. Bunun tartışmasına yorumuna girmeyeceğim bu da bir dönem çiçek çocuk dönemi, asi gençlik dönemi gibi yaşamsal bir dönem sosyologlar muhtemelen yorumlarını dönem sonunda çok daha net yapabilecekler.



Benim bildiğim tek şey içinde bulunduğumuz bu dönemde “hayatın nesrinde” durduğumuzu sorgulamamız gerektiği…


Bu düşünceler Galata da Doğan apartmanının gölgesinde küçük bir kafede bana eşlik eden kahvenin kokusunda aklıma düşüverdi.


Şanslıyız İstanbul’dayız, bir hayat içinde binlerce hayat yaşanan ve yaşatan bir şehirdeyiz. Bu şehrin bu büyülü, tiyatro sahnesi etkili mekanlarında tarihin, Bohemliğin büyüsünde ve Avant Garde bir duruşla salınmak ve hayatı sorgulamak ne hoş geldi..


Yaş aldıkça buraların değerini daha çok anlıyoruz sanırım.


Ataol ustanın o çok bilinen şiirinde

Yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın

Göklere denize tüm evrene karışırcasına.



Dediği gibi bir tercihse bu her düştüğünüzde göz pınarlarında biriken yaşlara rağmen “acımadı ki” diyecek kadar çocuk kalabilmeyi dilerim.


Karnımızda ki kelebek kanatları çokça hissedeceğimiz bir hayat duruşu ne de güzel gülümsetir insanı…


Gülümsemek biraz da hayata kafa tutmak gibi gelir bana…


Sevgiyle…

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.