Zannın zannı!

Dedim ya, insan garip bir varlık. Garip, gizemli, muhteşem, anlaşılmaz.


Fakat en garip yanı, göründüğü gibi olmamayı başarması. Kızmışken seviyor gibi, üzüntülüyken neşeli gibi yapabiliyor. Bilmeden, bilmiş gibi durabiliyor.


Başka hiçbir varlık bunu başaramaz. Bir kedi, nasılsa öyledir mesela. Bir şeye siniri bozulursa, bunu, kuyruğunu hızla sallayarak belli eder. “Neyin var sinirli görünüyorsun?” deyince, tuhaf bir şekilde sırıtarak “Yok bir şeyim!” demez.


İnsan, gerçekten garip bir varlıktır. Garip, tuhaf, muazzam ve muhteşem.


Bir yandan kendini çok zayıf ve çaresiz zannederken, diğer yandan da çok güçlüymüş gibi gösterir, aslında zaten çok güçlü olduğu halde.


Biliyorum cümle çok tuhaf oldu.


Açıklayayım. Şimdi, bir kere hemen herkes, çevreyle uyum sağlamak için, kendini güvende hissetmek için bir “maske” geliştirir. Örneğin, kendinin zayıf ve çaresiz olduğunu düşünen (öyle olduğunu düşünen) biri, bunu gizlemek için aşırı güçlü görünmeye çalışır. Öyle olmaya çalışmak, aslında öyle olmadığını düşünmek, ama bunun tersi olmaya çalışmaktır. Böylelikle kişi, kendi içinde bir parçalanma, ayrılma duygusu yaşar.


Bir yanda güçsüz biri zannetme, diğer taraftan güçlü olmaya çalışma, yıpratıcı ve yorucudur. Böylece, insanlar otuzlu, kırklı yaşlara geldiklerinde, bir gönül yorgunluğu, bıkkınlık duygusunun içine hapsolurlar.


Güçlü olmaya çalışan yanı işte onun egosal kimliğidir. Sahte benliği, maskesi. Bu maske, biraz karikatürize bir durum arz eder. Abartılı ve komiktir. Dışarıdan bakıldığında, işin içinde bir ikiyüzlülük olduğu hemen hissedilir. Buradan da anlaşılabilir, o kişinin egosal kimliği ile hayat sahnesinde rol alıp almadığı. Aşırı tevazu içinde olan biri, özünde aşırı kibirlidir örneğin. Aşırı verici kişi, içten içe kendini suçlu zannediyor olabilir ve aşırı iyi görünmeye çalışır.


Bu durum, bir kapının, kendini pencere sanıp, kapı olmaya çalışmasına benzer. Çok ironik bir durum değil mi? Aynı zamanda komik ve eğlenceli bir durum da aslında.


Zaten mizah dediğimiz şey, insanın bu ikircikli ve ikili durumunun sergilenmesi değil midir?


Olmadığınız biri olmaya çalışmak, imkânsız bir şeyi gerçekleştirmeye çalışmak demektir aslında.


Molier’in “Kibarlık Budalası” eserinde sergilediği şey, kibar olmadığı halde, kibar olmaya çalışan birinin durumu ile ilgilidir. Burada komediyi yaratan da budur tam olarak.


Aslında kibar olmaya çalışmanın da bir âlemi yoktur. Çünkü zaten olduğunuz haliniz, kibarlığın ta kendisidir.


Danışmaya gelen birinin yüz ifadesi ve duruşu çok dikkatimizi çekmişti. Sesi ağlar gibiydi, alın çizgileri çok belirgindi ve boynu hep yana yatık duruyordu. Kendisiyle biraz çalışma yapınca, insanların onun ne kadar kötü biri olduğunu anlamasın diye böyle ezik ve aşırı iyi bir tavır sergilediği çıktı ortaya. O, kötü biri olduğunu varsayıyordu ve bu varsayım üzerine bir hayat kurmuştu. Şimdi bu hayattan şikâyet ediyordu. Çünkü bu stratejisinin farkında değildi.


İnsanın kendi gerçeğini kavraması için hem bu zanna ihtiyacı vardır, hem de bu sahte beninden kurtulmadan, kendisi olmadan, kurtuluşu, esenliği mümkün olmaz.


Şimdi birkaç örnekle durumu netleştirmeye çalışalım. Danışanımız merkezimize geldiğinde tam iki yıldır bu çalışmayı almak istediğini, ama bir türlü mümkün olmadığını söyledi. Bir türlü karar veremiyordu. Randevu alıyor, sonra da vazgeçiyordu. Sonunda bize gelmeye karar verebildi. Buna rağmen merkezimize gelirken ablaları başının etini yemişlerdi. Ya yolunu kaybederse? Ya bizi onun randevusunu unutmuşsak, ya falan ya filan bir sürü vesvese!


Karşıma geçip oturduğunda yüzündeki acıklı, şaşkın, korkulu ifade (Bu kadar duygu bir yüze yansırsa, o yüz nasıl gözükür varın siz hesap edin!) dikkatimi çekmişti.



Bir küçük Kuantum çalışması başlangıcı ile geçmiş hayatlarında bazı kişileri üzmüş olduğu çıktı ortaya. Yüzündeki bu acınası tavrı bu yüzden takınıyordu. ”Bana dokunmayın, ne kadar kötü durumda olduğumu görüyorsunuz!” demek istiyordu.


Fakat tabii ki bunun farkında değildi. Yıllar önce yaşanmış ve geçmiş bir hayat deneyimini, öyle hemencecik hatırlaması mümkün değildi. On beş gün önce akşam yemeğinde ne yediğini hatırlamayan biri, önceki hayatlarını nasıl hatırlardı?


Ama işte böyle ezik, büzük, yıkık dökük bir tavır, onda bir tür dokunulmazlık zırhı oluşturuyordu. Ya da kendisi öyle sanıyordu. Bir de böyle bir tavır, insanların, ailesi dâhil, ona kızmasına, alay etmesine, aşağılamasına imkan veriyordu. Evet “imkan” diyorum. Çünkü bu durumu bizzat kendisi tetikliyor ve tahrik ediyordu. Böylece, suçunun bedelini çok ama çok dolaylı bir yoldan ödemiş oluyordu. Ya da kendisi öyle sanıyordu. İşte çalışmada biz onun bu maskesini indirmeye çalışıyorduk, ya da bu maskeyi indirmesi için onu ikna etmeye çalışıyorduk.


Eğer kendisi buna izin verirse kendiyle buluşacak ve yepyeni bir dünyaya adım atacaktı. Evet, bir bakış açısıyla, bu biraz zorlu bir süreçti. Bir tür ruhsal bir ameliyattı. Ama başka bir açıdan bu işlem çok ince zarif, keyifli bir yolculuktu...

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.