Az değil, sade...

“Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” derdi anneannem son haftalardaki telaşlı ve sıkıntılı halimi görseydi… Haftalardır sokak sokak, semt semt, yaz sıcağında beynimizi pişiren ev arama çalışmalarımız nihayet sonuçlandı. Bu yazıyı yazarken ardımda itinayla doldurulmayı bekleyen boş koliler duruyor: Taşınıyoruz!


Bebekliğimden 25 yaşıma kadar “ev değiştirmek” kavramından bihaber yaşamış olsam da, Nazım Özgün’ün doğumundan itibaren “evimiz” saydığımız çatıların sayısı bir elimin parmaklarını çoktan geçmiş durumda. Ve bu defa, daha önceki taşınmalarımızda isteyip de beceremediğimi yapmaya kesin kararlıyım: Küçülürken sadeleşmek!


Oldum olası yaşanmış mekânları severim, eskimiş mekânları, üzerinde izler kalan kullanılmış eşyaları… Benim için eşya, kullandığımız bir şey olmaktan çok, birlikte yaşadığım nesneler grubu. İtiraf ederim ki, yıllar içinde biriktirdiğim eşyalarıma karşı bir bağımlılığım var benim. Var-dı!


41 yıllık hayatımı masaya yatırdığım zaman gördüm ki, vazgeçemediğim aslında eşyalar değil, o eşyalarla birlikte biriktirdiğim anılar. Böyle düşününce, eşyalarımdan vazgeçmek, geçmişi terk etmek gibi geliyordu. Her nesneye gereğinden fazla anlam yükleyip hayatı yavaşlattığımı sonradan anladım.


Fark ettim ki, zaman geçtikçe hiç kullanmadığım eşyaların sayısı giderek artıyor ama anıları yok olmuyor, hep hafızamda. Giymediğim kıyafetlerim, kötü kötü sırıtıyor tıkış tıkış dolap raflarından. Uzun zamandır hiç elime almadığım objeler toz tutmaya başlamış. Kapağını hiç açmasam da orada rafta durduğu için içim rahat olan kitaplarımdan vazgeçemem tabii ama, hem rengi mor olmayan(!) hem de yıllardır takmadığım küpelerimi severek kullanacak birisi vardır belki? Nazım Özgün’ün doğumundan beri bizimle yaşayan mavi koltuğumuzun artık oturulacak hali kalmamışsa, yenisine yer açması gerekmez mi?


Ama eşya bağımlılığımdan tez vakitte kurtulabileceğimi asıl bu yaz anladım. Hayatımdaki “en”leri azaltınca… Bahar sonundan itibaren bütün yaz hayatımızı kaplayan direniş günlerinden, dirilişin ruhu çıkınca!


Direniş günlerinden itibaren koca yazı, 6-10 kıyafet içinde geçirdim. Gaz kokusundan arınsın diye defalarca yıkadığım kıyafetlerimin her birinin başka türlü anıları var şimdi. Yoğun saldırılara maruz kaldığımız ilk direniş günlerinde üniforma yaptığım kargo pantalonum sonradan yerini renkli şalvarlara bıraksa da, bir sabah dolabı açınca gördüm ki, uzun yaz günleri boyunca giymediğim kıyafetlerimin sayısı, giydiklerimden katbeat fazla. “Demek ki ihtiyacım yokmuş bu kadar kıyafete!” fikri bir kere kafama yerleşince, gerisi kolay oldu! Takas pazarına eşya götürmeye başlayınca da iyice derinleşti sadeleşme hissim. Öyle keyifli oluyor ki severek kullandığım bir eşyamı, bir başkasının gülümseyerek kendine aldığını görmek! Forumların düzenlediği takas pazarlarında alışverişin başka türlüsünü yaşamak mümkün, para yerine sevginin geçtiği rengarenk pazarlarda, yüzümde huzurlu bir gülümseme ile dolaşıyorum.


Modern toplumların tüketmek üzerine kurgulandığını hepimiz biliyoruz. Kendimizi tanımlamak ve bir diğerinden ayırmak için kullanıyoruz sahip olduğumuz birçok metayı. Sahip olduğumuz eşyaları bir çeşit maske gibi taşıyoruz, betimlenmiş markalarla sanki kişiliğimizi farklı yansıtmaya çalışıyoruz. Sahtelik yalınlıktan uzaklaştırıyor hayatı. Sürekli bir şeyler alırken, bir yandan da gün gelip bitecek kaynakları tüketiyoruz aslında, farkında bile değiliz!


Küçük ailemizde demokrasi esastır, “mutlak vazgeçilmezler” listesi yapıp, kendi aramızda oturup konuştuk. Kolay olmadı ama, “nohut oda bakla sofa” olmasına rağmen, balkonu ve küçük arka bahçesiyle büyüyen yeni evimize, sadece en çok gereken eşyalarımızla yerleşeceğiz.






Küçülen, en az 2 sezondur giyilmeyen her türlü eşya gözyaşlarına kapılmadan ihtiyaç sahiplerine ve takas pazarlarına verilecek. Hangi büyüklükte bir salon olursa olsun, kocaman gövdesiyle gereksiz bir yer işgal eden büyücek bir aileye uygun yemek masamız, yerini bize ve bir avuç misafirimize yetecek küçük ama sempatik bir masaya bırakacak. Mavi koltuğumuzda Nazım Özgün’ü emzirdiğim günleri belki hiç unutmayacağım ama yeni koltuğumuza yan yana oturup keyifle sohbet edeceğimizi düşünmek de heyecan verici! Kullanmadığımız fazla tabak-tencere, yeni eve çıkan bir öğrenci arkadaşımın mutfağını şenlendirebilir. Anneannemden kalan kapağı tam çalışmayan ayakkabılığa artık veda edebilirim, nasılsa porselenleri ve antika büfesi hep bizimle! Böcüğün yoğun otizm eğitim zamanlarından kalan oyuncakları ile eğitim gereçleri, küçük kardeşlerden birine devredilecek. Listeyi yaparken, “kırık tekerlekli arabalarımı atarsam, yenilerine yer açılır mı?” diye soran Nazım Özgün’e gülümsüyorum.

Küçülerek sadeleşmeyi seçiyorum. En çok ihtiyacımız olan eşyaların yanında, anlık gereksinimler için alınmış veya sadece “alınmış olsun” diye alınmış yüzlerce eşya, bizi zenginleştirmediği gibi, boşuna yer kaplıyor ve yenilerini merak etmemizi bile engelliyor. Bu mantıkla bakınca, evin içinde “bu olmasa da yaşarız” dediğim eşyaların çokluğuna pek şaştım!

Sade yaşamak istiyorum artık. Az eşyayla, bağımlılıktan biraz daha uzak, özgürlüğe biraz daha yakın. Tüketirken yok ettiğimiz doğa için verdiğimiz mücadeleye inanırken, tüketim toplumunun bizi ayrıştırdığı noktaya isyanım daha da büyüdü. Paylaşarak hayatı nasıl çoğaltabildiğimizi hepimiz yaşadık bu yaz, hayat okulunda hem önemli bir sınav verdik, hem de bir sınıf daha büyüdük! Az’la yaşamayı öğrenince, çoğalmak daha kolay… Daha az yaşamak değil bu, belki de daha derin ve maskesiz yaşamak!

Almaktan çok, vermek istediğim bir noktada duruyorum şimdi. Beni tanımlayan bir avuç eşyayla, küçük bir adaya kaçıyormuş hissiyle, sevdiklerimi yanıma alıp, yeni bir sayfaya iz bırakmak niyetindeyim. Küçük arka bahçemize ekeceğimizi çiçeklerle balkona koyacağımız saksıları düşünürken, kurumuş güllerimi geride bırakabilirim.

Hayatın küçük işaretleri, bazen çok zorlu bir sürecin sonunda insanı gülümsetiyor. Tıpkı yeni apartmanımızın adının “Uğur” olduğunu gördüğüm anda gülümsediğim gibi…

Hayatımdan azalttığım her eşyanın ve her insanın yerine, bana yeni anılar ve yaşam deneyimleri sunacak başka ufuklar açılacak, biliyorum. Tıpkı, derin bir nefesle attığım her adımın ardından, yenilerinin geleceğini bildiğim gibi…


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.