Anne beni boşa…



Bundan birkaç yıl önce, annem İzmir’den misafirliğe geldiğinde, hala beni gülümseten bir deneyim yaşamıştım. Şanal ile birlikte sinemaya gitmek için hazırlanıyorduk. Annem araya girip, “Beni de götürün” demişti. Kıramadık ve birlikte sinemaya gittik. Ama halimizi görecektiniz. Sinema salonuna girene kadar her şey güzeldi. Salonda ben, annemle Şanal’ın arasına oturdum. Annem öyle istedi. Kucağımda büyük boy bir mısırla birlikte. Siz, “Afiyet olsun” diyebilirsiniz, ama bir tane bile ağzıma atamadım. Film boyunca bir elimi Şanal tuttu, diğerini ise annem.


Sonra, hayatımın annemle olan kısmını gözden geçirdiğimde, kendimle ilgili güzel bir farkındalık yaşadım. Çok küçükken, annemin bana verdiği ve benim de tekâmülüm için öyle olmasını arzuladığım rolü bırakmam gerektiğini, artık ikimiz için zamanının geldiğini anladım. Aynaya baktığımda görmek istediğim, sadece kendime ait “ben”. Bir başkasının, benden olmamı istediği “Ben!” değildi.


Babamın evi terk edişi, ablamın vefatı sonrası bir gün annem bana, “Artık bu evin iki kızı da, babası da sensin” demişti. Nasıl bir yük Allah’ım. Neden ayrılan, ya da bir sevdiğini kaybeden kişiler gidenlerin yükünü kalanlara yüklerler? Neden kalanların değeri yoktur? Neden özellikle anneler, çocuklarını çocukları olarak değil de, kaybettikleri gibi görürler. Kabul ettim tabii. Annemi mutlu etmek için, tüm çocuklar gibi... Tüm annesi babası ayrılan çocuklar gibi... Ve öyle de geçti yıllar, evin babası ve iki kızı olarak. Baba kısmını iyi başarmış olabilirim, ama evlat kısmında, annemin beklentilerini hiçbir zaman ablam gibi karşılamam söz konusu olmadı. O asi tarafım, her zaman kendim olmak için ne gerekiyorsa onu yaptı. Annem, kolumda bir altın bilezik olsun diye beni dikiş kursuna gönderdiğini sanırken, ben tiyatro eğitimi almaya gidiyordum. Sizi bilmem, ama bence bir çocuk kafa tutuyorsa, hayat amacında başarılı olabiliyor. Buradaki kafa tutmak, yıkıp geçmek, kalp kırmak değil. Kendin olmayı seçmek! Şartlara rağmen. Sanırım, evin babası rolü bu yüzden etkili oldu. Diğer açığı kapatmak için, bu rolde iyi olmalıydım.


Fakat bunun ne kadar yanlış olduğunu şimdi fark ediyorum. Hiçbir zaman yetmem, gidenin yerini doldurmam mümkün değil ki!.. Öyle de oldu zaten. Ağzımla kuş tutsam olmadı, anneme yetmedi. Ya sitem etti, ya şikayet etti, ya kızdı. Hayatında olan her şeyin, ya da olmayan her şeyin sebebini ben olarak gördü. Çünkü, farkında olmadan, gidenlerin hıncını benden aldı. Bazen, “O mu anne, ben miyim?” diye sorguladığım çok oldu. Bu durum beni yordu, onu güçsüz kıldı. Olması gereken aile düzleminde biz buna “hiyerarşik düzen” deriz. Herkesin ait olduğu yerde olması. Baba bir, anne iki, ilk doğan üç ve sonra diğerleri… Ben, bizim aile düzleminde dördüncüyüm. Annemin bana verdiği sıra ise bir ve üç.


Annemle konuşmadan önce, kendi düzlemimde iyileşmeler yaptım. Kuantum, enerji ve sevgili eşimle “Kuantum Aile Draması”. Karşısında ebeveynini görüyor ve sana ait olmayan yükleri ona bırakıyorsun ve diyorsun ki “Senin kaderine saygı duyuyorum. Ama ben, kendi kaderimi izlemeyi seçiyorum.” Bu konuda R. Şanal’ın “Atalardan Özgürleşme” CD’si de inanılmaz etkili. Sadece yedi akşam dinlemeniz ve bu niyette bulunmanız yeterli.


Sevgili öğretmenlerimden Mehmet Zararsızoğlu’ndan öğrendiğim bir çalışmayı da uyguladım. O da şuydu; 21 gün boyunca aynaya, gözlerimin içine bakarak “Ben sadece çocuğum, ben dördüncüyüm” dedim. Bu, o kadar rahatlattı ki beni… Zor oldu tabii. Çünkü, bilmiyorsun ki “Çocuk olmayı”. Sonra, içimdeki çocuk ile bütünleştim ve onun için eylem çalışması yaptım.


Sonunda beklenen rüya geldi. Annemle konuşmanın işareti olan rüya.


Rüyamda bir mahkeme kurulmuş. Mahkeme annemi arıyor, ben de sürekli onu saklıyor, koruyor ve savunuyorum. En sonunda yoruluyorum. Anlıyorum ki, annemi mahkemeye teslim ettiğimde, bu ikimiz için de çözüm olacak. En sonunda bu gereksiz mücadeleyi bırakıyor ve annemi teslim ediyorum. Ne mi oluyor? Hiçbir şey. Ardından gelen, sadece özgürlük.


Bize ait olmayanı bıraktığımızda özgürleşiriz. Ama en çok da, sahnemizde bu deneyimi paylaştığımız kişi güçlenir ve o da hiyerarşik düzende yerini alır.


Bu rüya sonrası, İzmir’e seminere gitmiştim. Annem kulise geldi. Ben sanıyorum ki, beni tebrik edecek, şans dileyecek. Beni kenara çekti ve dedi ki “Salonda, benim yanımda oturan bir kadın var, ayağındaki ayakkabılar çok güzel, bana ondan al.” Ve gitti. O anda, zamanın geldiğini anladım. Sahneye çıktım. Anneme gülümsedim ve duygularımı anlattım. Paylaştım. Onu çok sevdiğimi, ama benim sadece onun çocuğu olduğumu söyledim. Dedim ki, “Sen annesin, ben çocuk. Hayatının sorumluluğu sana ait, bana değil. Şimdiye kadar ikimiz de yanlış yaptık. Bu yüzden, sağlıklı bir anne-kız ilişkimiz olmadı. Şimdi senden, herkesin huzurunda bir şey istiyorum.


Anne, lütfen beni boşa. Çünkü ben senin kocan değilim…”


Ve öyle de oldu. Sonrası, paylaşımlar ve ardından gelen sağlıklı ebeveyn ilişkisi. Arada sırada annemde eski duygular hortlasa da, ben değiştiğim için, artık benim alanıma sadece annem olarak giriyor. Ve ben onu, annem olarak daha çok seviyorum.


Ebeveynleriniz yaşıyorsa en güzeli, duygularınızı “sevgi dili”yle paylaşmak. Hemen şimdi! Yaşamınızı değiştirecek, bunun üzerine bir teknik ve çalışma tanımıyorum. Bunu yapmamak için, “ya şöyle olursa” diyorsanız, henüz bırakmaya, kendiniz olmaya hazır olmadığınızdandır.


Hadi, hangi rolü aldıysanız, üç kez “Boş ol, boş ol , boş ol” deyin. Aynada gördüğünüz ve hayata yansıyan, sadece kendi ışığınız olsun. Unutmayın, hiç kimse bir başkası olamaz. Kendi hayalleriniz için her şey olabilirsiniz, ama bir başkasının hayalleri ve hedefleri için “her şey” olamazsınız.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.