Bir dost için ağıt

O kitabı kitaplığımda görmemiş olsaydım, bu yazıyı yazmazdım. Kitabın ne olduğu önemli değil. Onu aramak için de bakıyor değildim kitaplığa. Sadece göz gezdiriyordum. Ya da boş gözlerle bakıyordum diyelim. Neleri okumuşum, okuduklarımdan hangilerini unutmuşum ya da birilerine verip de geri alamadıklarım aklıma gelir mi gibi şeyler. Kısacası, evde geçirilen bir pazar gününe basit bir anlam katma çabası.



Başkalarının kütüphanesinden kitap almaktan vazgeçeli uzun zaman oldu. Çünkü alıp da beğendiklerimi bir türlü geri veremediğimi fark ettim. Gasptı bunun adı ve aynı şeyin bana da yapılabileceğini düşününce hiç hoş değildi. O günden beri kimseden ödünç kitap almıyorum ve kimseye de vermiyorum. Ama o kitabı görünce birkaç küçük istisnanın olduğunu anladım. Keşke alıp da geri vermediğim bir kitap olsaydı ve bu yazıyı yazmasaydım…



Üniversiteye ilk başladığım yıllardı. Küçük filozoflardan ya da yeniyetme edebiyatçılardan biriydim. Kendi çapımda çok havalıydım. Çünkü okur olmanın (ve iyi kötü de bir yazar) kibrinden kurtulmak zaman alır. Hatta kelimenin gerçek anlamıyla okur-yazarlık, bu kibirden kurtulduğunuz yerde başlar. Ama böyle biri olmanız kötü bir insan olduğunuz anlamına gelmez. Hele o zaman bir üniversite öğrencisi olduğunuz düşünülürse.



Denilebilir ki aramızdaki kısa süreli dostluğu (mecburen kısa) daha çok kitaplar başlattı. Birlikte filmler izledik, barlarda takıldık, kaldığımız yurtta durmadan masa tenisi oynadık ama o günlerden geriye elimde kalanın bir kitap olduğunu düşününce bunu daha iyi anlıyorum. Bir de ortak bir özelliğin bu dostluğa etkisi olduğunu söyleyebilirim. Melankoliye olan düşkünlüğümüz. Bunu basit bir günbatımı romantizmi gibi düşünmemek lâzım. Öyle değildi. İkimiz de kalıplaşmış tüm duygu ve düşüncelerin karşısındaydık. Daha çok, içimizden gelen, pırıl pırıl ve masmavi bir yaz gününde bile görünenin arkasındaki karanlık yüzü aramaya iten bir şeydi. Bir tür huzursuzluk. Bu durum birlikte olduğumuz zamanlar için de geçerliydi. Keyif alıyorduk ama paylaştıklarımız hep bu huzursuzluğa dair şeylerdi. Şimdi düşününce, melankolinin gerçeklerle bizim duygu ve düşüncelerimiz arasındaki uyuşmazlıktan ortaya çıktığını görüyorum. Şimşek çakmasını andıran bir şey ama bütün hayatınıza yayılan. O, ne derdi, bilmiyorum. Ama sanırım iyi kötü bir cevabı olsaydı, yaşamayı tercih ederdi. Çünkü öyle ya da böyle adlandırdığımız her şey bizi huzursuzluktan kurtarıp hayata biraz daha bağlıyor. Adını koyduğumuz şey acı vermeye devam etse bile.



Kitabı ondan ne zaman aldığımı hatırlamıyorum. Gasp etme düşüncesinde olmadığımı söyleyebilirim. Şimdi bakınca onun tavsiyesi üzerine aldığım birkaç kitap görüyorum karşımda. İyi kitaplar. Artık kendi anlattıklarının dışında da bir anlama sahipler. Geri verecektim. Bunu hatırlıyorum. Öyle olmasaydı o günlerde onu aramazdım. Seyrek görüşmeye başladığımız zamanlardı. Herhangi bir kırgınlık ya da küskünlükten değil. O, yurttan ayrılıp eve çıktığı ve ben de yurtta kalmaya devam ettiğim için. Görüştüğümüzde iyi olmadığını görüyordum. Melankolinin ötesinde bir şeyler vardı artık. Yalnızlığıyla baş edememeye başlamıştı. Oysa yurdun kalabalığından kaçmak için çıkmıştı eve. Birkaç küçük ilişkisi olmuştu. Onlar da yalnızlığını daha da körüklemişti. Yine de çok büyütmedim. Her zamankinin bir adım ötesindeydi en fazla. Böyle adamlardık işte ve hep böyle kalarak yaşamaya devam edecektik.



Son görüşmemizde (ki bir karşılaşmaydı) bir işe başladığını söylemişti bana. Fırsat buldukça da derslere giriyordu. Sevinmiştim. Çünkü mutlu olduğunu hissetmiştim. Ona yardımcı olamamaktan dolayı biraz mahcuptum. Neyse ki o kendine iyi gelecek çözümü bulmuştu.



Uzun bir yaz tatili girdi sonra araya. Döndüğümde onu hemen aramadım. Nasıl olsa buluşuruz diye düşündüm. Ne de olsa dönem yeni başlamıştı. Eğer bir öğrenciyseniz, evde geçirdiğiniz sıkıcı bir yazdan sonra eylül güzel bir aydır. Hele melankolik bir öğrenciyseniz daha da güzel. Birkaç hafta sonra bir telefonda öğrendim. Temmuzun ortalarında, pırıl pırıl ve masmavi bir yaz günü, evlerinin balkonundan atmış kendini. Kız kardeşi evdeymiş ama bir şey yapamamış. Bazılarımız, içindekileri adlandırarak kurtuluyor huzursuzluktan ve melankoliden. Bazılarımızsa vazgeçmeyi seçerek. Kimin tercihi doğru, bilmiyorum. Ya da kim daha güçlü. O haberden sonra bir duygu yerleşti içime. Artık ne isyan edebiliyorum ne tevekkül. Onunki de huzursuzluğa verilen bir cevaptı. Belki de doğru olan asla bir cevap vermemek. Cevaplar aradıkça kayboluyoruz belki de. Kim bilir.



Boş gözlerle bakmaya başlamıştım kitaplığa. Şimdi dolu dolular.




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.