Ali Taran ve mavi kabloları

Pazar günü sabahın 10'u, yola çıktık.


"Nereye gidiyoruz?" sorusunun cevabı en fazla "Sen çok seveceksin", detay yok.


Avrupa yakasından Asya'ya geçtik. Medeniyetin göbeğinde insanlar uyanmaya başlarken biz Mahmut Şevket Paşa köyü'ne sapmıştık bile.


Sağlı sollu "Köy yumurtası bulunur", "Gözleme yapılır" yazılmış ufak tahtacıklara...


Uzun süredir görmeye hasret kaldığım bir yer, hissetmeye hasret kaldığım bir huzur hali.


Sanırsın; İstanbul'un sınırları içinde değil de film setindeyiz.


Hiç konuşmadan dur, saatlerce ağaçlara bak, olur. Kimse de dönüp sana "Sohbetine de doyum olmadı" demez.


"Kimse bilmez" buraları diyeceğiniz yerlerde tesadüfler olur da hayattan arkadaşlarla karşılaşırsınız ya, bizim de başımıza geliyor.


Ormanın içinde yine sen, ben, bizim oğlan durumu... Hiç sorun yok.


Herkesin elinde pazar gazeteleri, memleket yansa bir evliliğin cenazesi konuşuluyor: "Ayşe Özyılmazel'le Ali Taran boşanıyormuş!"


Yapılan yorumlar, "Eee, abicim, yani..."yle başlıyor, endişeliyim, sanki bir yerlerden Hıncal Uluç da fırlayacak ve "Su testisi..." başlıklı risalesini okuması an meselesi.


"Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kuramazsın" diyor bir kadın, en dominant sesiyle.


"Kadını mezara gömüp, imzayı atarsan olacağı bu'dur"


"Budur!"


Herkes birbirini onaylıyor, kadınlı erkekli.


Huzurum kaçıyor.


Çünkü hikayenin benim için özeti şu: "Bize ne, kime ne!"


"Yazık" kelimesi benim koruma kalkanım, sağolsun geldi kondu yine içime, beni koruyor.


Ormanın içindeyiz, aşçı vadiden topladığı otları bala karıştırmış, çileği bir başka türlü yapmış, ekmeği sabah 5'te en tahıllısından fırından çıkarmış, çay taze, çocuklar toprağa suyu döküp döküp çamur yapıp elleri yüzleri pislik içinde koşuyor.


Göz hizamda ise bir magazin fırtınası kopuyor.


Kendilerini mahkum ettikleri meselenin ne kadar boş olduğunu anlayamayan insanlara bu yazığım.


Sıra benim değerli fikrimi almaya geliyor: "Sen ne düşünüyorsun, iyi oldu değil mi?"


Cevabım "Çok iyi oldu!"


Gülüşmeler. Halbuki espri yapmamıştım ki, bunlar benim espri anlayışıma uymaz. İlerleyen zamanda geri giderim ancak.


Şimdi ormanın içinde ne anlatayım? "Bu hikayenin Ayşe'si de Ali'si de ben değilim ki!" mi diyeceğim?


Çay alma bahanesiyle masadan kalkıyorum. Döndüğümde konu kapanır gibi.


Canı aşktan hiç yanmamış insanlar gibi atıp tutuluyor.


Herkesin düştüğü çukuru besbelli bugün Ayşe ve Ali'nin boşanması dolduracak.


Ben biliyorum ne olduğunu, ama anlatacak gücüm de yok isteğim de...


Ayşe'nin geçtiği yoldan geçenleri de 1 kilometre uzaktan tanırım, bunu mu anlatayım?


Her kadın gibi, Ayşe de sandı ki, Ali'nin bunca yıl bütün vücudunu sarmış yarasını o sarabilecek.


Kendindeki merhemin iyi geleceğini düşündü. Ama o yaranın ne kadar büyük olduğunu, nasıl da sarılamayacak olduğunu, o yaraların kendine de bulaştığını Ayşe'den başka kimse bilmeyecek.

Ayşe'nin geçtim sevişmeyi, bir gün bile Ali'nin onun elini tutmasını umutsuzca beklediğini yine Ayşe'den başka kimse bilmeyecek.

Ali'nin her sabah başka bir ruh haliyle uyanıp da duvarlara baktığını, zaman zaman ağladığını, Ayşe'nin Ali'yi eğlendirmek için türlü şakalar yaptığını kimse bilmeyecek.


Hikayenin bir yerinde yanlışlık olduğunu bile bile, "Bu yanlışı beraber hallederiz değil mi Ali?" dediğinde cevapsız kalan sorularını bir o bilecek.


Ne yapsa hiçbir şeyin değişmeyeceğini anladığında dahi "Neyi eksik yapıyorum acaba?" diye kendi kendini yediğini, her güne başka bir Ayşe olarak kalktığını, bir tür şizofreni yaşadığını bir o bilecek.


Şimdi ne mi olacak?


Ayşe bir daha topu Ali gibilerine atmayacak, atamayacak.


Ayşe belki tekrar evlenecek, ilk evliliğinde atladığı gibi belki yine havuza atlayacak, ama bir başkasının havuzunun başında elinde cankurtaran simidiyle beklemeyecek.


Ayşe bir daha hasta bir kadını bırakıp da kendi en hasta haliyle bir başkasına koşan birinin hasta bakıcısı olmayacak.


Ayşe'nin gözü bundan sonra ne tek taş görecek, ne ev, ne hamam, ne saray.


En değerli şeyin "kendisi" olduğunu farkedecek. "Oh be!" diyecek, tahtalara vuracak.


Ayşe canı yansa da büyüyecek, "Başka bir insan oldum" diyecek, "Daha ölmedik ya arkadaş" diyecek, önündeki aşklara bakacak.


Ali'nin hikayesi mi?


Ali de aşık olacak. Aşık olduğunu sanacak.


Büyük aşk yaşadığını sanan kadın havalara uçacak, "Ayşe halledemedi, ben hallederim, bu yaraları sararım" diyecek. Elinde gazlı bez, ev yapımı merhemiyle bekleyecek.


İlk günler sardığını sanacak, halbuki o yara yer değiştirecek, kadın elinde gaz beziyle evde bir oraya bir buraya koşacak.


Kulübeden çıkıp oyuna giren kadın en güzel golleri atacağını sanacak.


Topsuz alanda kendine çalımlar atacak, yere düşecek, hakemin faul çalmasını bekleyecek. Ne düdük sesi, ne gol sesi! Düştüğü yerden tıpış tıpış kalkacak, koşmaya devam edecek. Boşuna!


Kendini iyileştiremeyen adamlar canlı bombadır, o kadın tam da dibinde bir canlı bomba tuttuğunu bilmeyecek.


"Ayşe mavi kabloyu kesti ve patladı, ben kırmızıyı keseceğim ve Ali'yi de kendimi de kurtaracağım" diyecek.


Ayşe, "Ah keşke o kadına anlatabilsem, yol yakınken uzaklaşsın" diyecek ama "Yanlış anlar şimdi beni" diyecek ve susacak.


Hikayenin orijinalini Ayşe'den başka kimse bilmeyecek.


Bir gün Ayşe arkadaşlarıyla tahtalara vururken, "Çok şükür" derken, uzaklardan Ali'nin patlama sesini duyacak.


Hangi kablonun kesilip de kurtulacağını Ali'den başka kimse bilmeyecek.

Çünkü her yer mavi kablo!


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.