Sadece dinler misin?

Bu iletişim işinde bir tuhaflık var. Öyle sadece anlatmakla dinlemekle olmuyor!



Birini gerçekten dinlemek demek, onun söylediği her şeyi kelimesi kelimesine anlayıp ona cevap verebilmek değil sadece.



Anlamlar, ifadeler, varsayımlar göz önüne alındığında hem ne mümkün kişinin diğerini anlaması! Ne yaparsak yapalım, anlattığımız karşımızdakinin anlayabildiği kadar madem… Hiç anlatmasak mı? Dinlemesek mi? Sadece şiirlerde mi o gönülden bilme hali, konuşmadan anlaşma becerisi?


Daha ilkokulda öğretiliyor “karşımızdaki konuşurken saygıyla dinlemeliyiz”ler ama nedense kimse şu “sadece dinlemek” işinden bahsetmiyor. Kulağa çok basit geliyor diye mi üzerinde durmuyoruz? Ben de doula eğitimimde karşılaştım bu aktif dinleme egzersizi ile. On dakika boyunca, herhangi bir şey anlatan bir arkadaşımı, sadece dinledim. Bırak tepki vermeyi, kaş göz yapıp onaylamak yahut hayret etmek de yok.



İçim nasıl da kıpırdanmıştı! Yorumlar, vah vahlar oradan oraya zıplıyor içimde. Ne menem bir meretmiş hissettiğini hemencik belli etme arzusu! Yahu on dakika dur işte, sadece dinle!



Bu kadar basit gözükmesine rağmen, iletişime bakış açımı değiştirmeme yarayan bir deneyim olmuştu benim için. Saygıyla dinlemenin de ötesinde. Sadece dinlemek. Bir amacı düşünmeden. Konuşma sırasının sana gelmesini beklemeden. Cevap vermek, yorum yapmak istemeden. Sadece ve sadece, karşındakinin ifadelerine yer bırakarak dinlemek…



Bu egzersizin devamı daha da başka şeyler keşfetmeme neden oldu tabii. Konuşma sırası bana geldiğinde, yani ben bir sıkıntımı on dakika boyunca sadece dinleyen birine anlattığımda, bunun kesinlikle çok farklı olduğuna kanaat getirdim. Biriyle dertleşmek, tartışmaktan öte, birinin yanında sesli düşünmek… Seni dinleyen biri olduğunu bilerek içindekileri döküvermek… Nasıl da şekillenmişti kafamda mevzunun ana hatları. Nasıl da değişmişti birden işin rengi! Hani bazen olur ya, daha meseleyi anlatırken çözemediğin noktaları buluverirsin… Daha soru işaretlerine sıra gelmeden cevaplar saçılır kendiliğinden. Tam da öyle.



Birine değerli tavsiyeler vermek kadar, kafa yorduğu konuda ona yardımcı olmak kadar kıymetli ona anlatması için alan bırakmak. Bir teselliden, şifalı bir iksirden çok daha işe yarar olabiliyor bu alan. Belki de o anda sadece kendini güvende hissederek sesli düşünülecek bir meydana ihtiyaç var. Bir de işin içinde sevgi olunca, güven olunca sihir kendiliğinden geliveriyor.


Deneyin. Bir sefer biri anlatırken, onu sadece ve sadece dinleyin. Bırakın uzun uzun anlatsın. Dolaşsın dursun cümlelerle etrafınızda. Siz sadece o cümlelerin dökülebilmesi için bir bahane olun. Kişisel algılamayın, üzerinize alınmayın, kafa yormayı denemeyin, müdahale etmeyin.



Büyük ihtimalle “sen olmasaydın nasıl çözecektim ben bu meseleyi!” sarılması ile sonlanacak bu konuşma.



Bırakalım cümleler aksın, fikirler kendi yolunu bulsun… Belki bu iletişim işini de kontrol altına almaya çalışmaktan bozduk iyice ayarlarını, biraz rahatlatmak gerekiyordur ifade biçimlerini belki de…

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.