Arıyorum...

Annem, her 'sen hiçbir şeyini kaybeden bir çocuk değilsindir' dediğinde hayatta beni belki de en çok seven bu kişinin samimiyetinden şüphe ederken buluyorum kendimi, çünkü şahsen durmadan bir şeylerimi arıyorum. Yazının devamında yakın zamanda izlediğim iki filmden, Still Alice / Unutma Beni ve Whiplash’ten bahsediyor olacağız sevgili izleyiciler. Şimdiden iyi seyirler...


Bir seyahate çıkacağım ve bavulumu hazırlamaya başlamak üzereyken pasaportumun her zaman durduğu yerde durmadığını fark ediyorum. Endişeliyim ama bir şekilde bulacağımdan da eminim. Bugüne kadar kaybettiklerim arasında pasaport yok ne de olsa. Üç saat boyunca evin altını üstüne getirdikten sonra artık uçak bileti, otel rezervasyonu gibi parası önceden ödenmiş kalemlerin iptal işlemlerine başlıyoruz (hiçbirinin de iptal edilemez olduğunu görmek paha biçilemez). Aylardır arayıp da bulamadığım bazı ufak tefek şeyleri bulduğum için sevinsem mi bilemiyorum, ama çıkmayı çok istediğim seyahate çıkamayacağım acı gerçeğinin yerine geçebilecek mutluluklar olmadığının da bilincindeyim. Zamanda geri gidiyorum, pasaportumu son kullanmış olduğum yerlere ulaşmaya karar veriyorum, ama saat gecenin 12'si, telefonuma cevap verseler de ertesi sabahtan evvel yapabilecekleri hiçbir şey yok. Umutsuzum, ve Still Alice'in Alice Howland'ı, Julianne Moore'u düşünmeye başlıyorum. Acaba bunlar Alzheimer'ın ilk belirtileri olabilir mi, belki de daha çok delilik, çünkü aynı yerlere defalarca bakıp, farklı sonuçlar elde etmeyi bekliyorum, selamlar Einstein.


Tesadüfen bir aile dostumuz arıyor "Neden daha önce beni aramadınız?" diyor ve telefonu kapatıyor. İlginç yerlerde tanıdıkları olduğunu biliyorum ama gecenin bu saatinde nerede kaybetmiş olduğumdan bile emin olmadığım pasaportum için ne yapabileceğini gerçekten bilmiyorum. Aradan yarım saat geçiyor, telefon çalıyor, kendime kızgınlıktan ağlamaktan çatallaşmış sesimle açıyorum, "Kalk, Sabiha Gökçen'e gidiyorsunuz!" diyor. Nasıl olur diyorum, "Pasaportun bulundu, orada bırakmışsın!" diyor.


Gece 2 sularında yola çıkıyoruz. Polislerin pasaportumu bulup da neden bir aydır aramamış oldukları bir muamma. Benim bir aydır pasaportumun kayıp olduğunu fark etmemem de bir o kadar tabii. Annemler de bizimle, olanlara inanamakla birlikte neşeliyiz, sorun çözüldü, birkaç gün önce izlemiş oldukları Whiplash'ten bahsetmeye başlıyoruz. Film önermekten hep korkmuşumdur, fakat Whiplash uzun zamandır en etkilendiğim film belki de ve çevreme coşkuyla anlatıp, ilk fırsatta 'sinemada' izlemelerini söylemekten çekinmiyorum. Filmin başrol oyuncularından JK Simmons'ın Oscar konuşmasını anlatıyorum: "Ebeveyninizi arayın; mesaj atmayın, mail atmayın, arayın!" demişti aktör, üstüne basa basa. Yürekten katılıyorum. Onlar da.


Ertesi sabah uçuşumuz Atatürk Havalimanı'ndan, vardığımızda zaman ve mekan duygumu kaybetmiş olduğumu anlıyorum, daha birkaç saat önce bir başka hava alanındaydık, hepsi de birbirinin nasıl da aynı.


Kıssadan hisse; pasaportunuzu, kimliğinizi, önemli her türlü belgenizi belli bir yerde saklayın, kaybettiğinizde size kendi kendilerine ulaşmalarını beklemeyin, yüksek yerlerde tanıdıklar edinin, size bir iyilik borçlu olmaları da ayrıca işinize yarayacaktır, Alzheimer'ı geciktirmenin pek de çaresi yok, dil profesörü ve sadece 50 yaşındaki bir kadının bile başına gelebiliyor olduğuna göre, anın tadını çıkarın, sevdiklerinizi arayın, onlara onları sevdiğinizi hissettirmek için beklemeyin.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.