Şehirler, kırlar ve hayatlar…

Bir şehir gezim daha sona erdi. Yaklaşık yirmi gün süren bir macera daha anılarıma işlendi. Sevdiklerimi görmenin, yeni tanıştığım canlarla kucaklaşmanın geri planında hep şehir vardı ve şehirden bana kalanlar…


İstanbul’da dolaşmayı, bir yere yetişme kaygısı olmaksızın şehri seyre dalmayı çok seviyorum. Yüzleri seyretmek, onlara dikkatlice bakmak, baktığım insanın içine dalmak, hayatlarla ilgili düşünmek...


Vapurda yolculuk büyük bir keyif. Nasıl bir hayatı var şu karşımdaki yaşlı çiftin acaba? Ya da şu tatlı genç kızın? Ne hayalleri vardır? Neler kalplerini bir çocuk gibi sevindirir, neler hüzünlendirir bir akşamüstü?


“Vapurda nereye oturursam akşamüstü güneşini görürüm” oyunu tahmin yürütmeye dönüştü zamanla. Güneş döndü benim pencereme geldi, ben döndüm ona geldim. Allem etti kallem etti, şehir beni giderayak yine ağlattı. Sevdiklerime doyamadım yine, ondan bu gözyaşlarım!


Gençlerin flüt ve gitar eşliğinde söyledikleri şarkıda “nasıl derim terk ettin, bırakıp beni gittin” demez mi! Ah İstanbul! Ben seni sevdiğim için bırakıp gittim! Bir tarafta hüzün, bir tarafta güneş, martılar ve içimdeki neşe. Ağlamaktan zor yazabildim defterime.


Sağolsun Seda evini her zamanki gibi açtı, misafir ağırlayacak kadar kendimi evimde hissederim her zaman. Yine canlar buluştu, canlar tanıştı evimizde.


Onun evine çok yakın bir simitçi var, simidi de çok güzel, geçerken alıyorum ara sıra, simit İstanbul’dan en çok özlediğim. Her şehirde simit yapılıyor artık, Antalya’daki evimde de kahvaltıda simit yediğim oluyor elbet, sevdiğimizi bilip dostlar, akrabalar gelirken yanlarında simit getiriyorlar sağolsunlar ama bir de İstanbul’dayken fırından yeni çıkmış taze simidi kahvaltıda yemek var ki işte bu lüks birşey bence.


Şimdi evime dönüp o anları yazmaya koyulduğumda fark ediyorum ki, memleketi donduran soğuk hava dalgasından nasibini almış bir halde, sular borularda donup da suyu kullanmak için pırıl güneşin yükselmesini beklemek de lüksmüş, yapacak bir şey yok, her işi bırakıyorsun sohbetten başka… Soğukta sokaklarda olanları düşündükçe, kuzinenin başında ellerimi ısıtmak da lüksmüş meğer. Burada yaşadığımı hissediyorum. Kendimi iyi hissettiren şeylere lüks derim ben!



Ne fena şarkılarımız var yahu!


“Lüküs hayat, lüküs hayat,

Bak keyfine yan gel de yat!”


Yeniden ormanda olmak, ayaz havalarda parlak güneşin altında bahçede oturmak, yağmurları uzuuun zamandır beklerken çatıda şimdi tıpırtıları duymak ve şükretmek


Eve dönüş ne inanılmaz bir duygu! Sevdiklerimi geride bıraktığım için üzülmek yerine burada olup, buradan beslenip, onlara yürekten desteklerimi, dualarımı göndermeyi seçiyorum.


Sanırım benim en büyük lüksüm doğada yaşamak, içinde beni iyi hissettiren her şey var. Şehirdeki canları da yanımda getirdim, şimdi yine birlikte nefes alıyoruz.


Al gözüm seyreyle İstanbul’u!


Alın canlarım seyreyleyin ormanı, doğayı.


Bu benim doğaya davetim hiç bitmez.


Kırlarla şehirler arasında köprü olmaya niyet ediyorum bu yıl. O yüzden Şubat’ta yine gideceğim İstanbul’a, hatta sonrasında topluluğumuzun eko-mimarlarından Özgül ile Ankara’ya gideceğiz. Bu yıl bir yerlerde karşılaşacağız gibi görünüyor.


Aşk olsun bu yıl da, ışık çoğalsın, kalplerimiz çiçek açsın.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.