Küçük evin öyküsü…

Hayat bu, nereden ne çıkaracağı belli olmaz ya, Şile’den, Selahattin’in annesinin köyünden bir satılık arazi haberi geliyor. Ailenin bir arazisine talip çıkmış, bizim de rızamız olursa satılacak ve bize bir miktar para kalacak bu satıştan. Şimdi biz bu parayla ne yapacağız?


İçinde mutfağı olan bir kapalı alana ihtiyacımız var fakat elimize geçecek olan miktar böyle bir yapıyı tamamlamaya yetmez. Bir taraftan da ailelerimiz var, eş-dost arkadaşlarımız var. Onların da gelmesini, kalmasını arzu ediyor gönlümüz. Acaba küçük bir ahşap kulübe yapmaya paramız yeter mi?


Evimizin iç kaplamalarını yapan İmdat Usta’ya danışıyoruz. O da bize hemen yeni bir fikir veriyor: “Bu aralar Kaş’ta orman işletmesi ihale açıyor, o ihaleye katılalım, gereken ağacı tomruk olarak alalım, biçtirip kurutalım, sonra da inşaata başlarız. Böyle olursa çok hesaplı olur sizin için.”


İmdat Usta’nın yönlendirmesiyle yol alıyoruz. Ustanın aracıyla nefis bir Nisan gününde Kaş orman deposuna doğru yola çıkıyoruz. Numaralandırılmış muhtelif miktarda ve genişlikte tomruklardan oluşan yığınlar var geniş bir alanda. Yapacağımız ahşap kulübeye yetecek miktarda bir tomruk öbeği beğeniyor ustamız. Ağacımız da sedir, ne güzel. Hem dayanıklı hem de mis kokulu bir ağaç.


Numaramızı seçiyoruz, adımızı o öbeğe yazdırıyoruz ve giriyoruz ihale salonuna. Ustanın bize verdiği talimatlara uyarak fiyat yükseltiyoruz. Ve sonunda hayatımızda girdiğimiz ilk ihaleyi kazanıyoruz.


Ustamız nakliye ve biçtirme işlerini üstleniyor. Ağaçlar istediğimiz kalınlıkta ve boyda kesilecek, kurumak üzere istiflenecek. Yaz sonuna doğru da inşaatımıza başlayacağız.


Sıra geldi evin yapılacağı bölgenin taşlarını temizlemeye.


Yer ararken o kadar daralmıştım ki, sonunda yalvarmıştım: “Allahım taşlı tarla olsun razıyım, taşını temizlerim, söz veriyorum, yeter ki yerimizi bulalım!” Sen misin böyle diyen? Tabii ki kısmetimize taşlı tarla düştü! Al bakalım Ayşe temizle taşlarını bahçenin! Seve seve temizlerim, sözüm söz!


“Her nimet bir külfet karşılığı” derler ya atalarımız, bir bildikleri vardır elbet. Ağustos ortasında böyle bir işe girişmek insanın nefesini kesse de, sabahtan biraz biraz çalışıp öğle yemeği molasından sonra dinlenip, akşamüstleri de azar azar taş toplamaya devam edince pek de güzel oluyor bu iş. Bir öğlen vakti doğaçlama ilk bestemizi bile yapıp kaydediveriyoruz.


“Çık çalış, çık çalış

Dışarıya çık çalış

Kollarına güç gelsin

Karın kasların güçlensin


Çık çalış çık çık çalış


Allahım söz vermiştim

Tarlam olsun

Taşını toplarım demiştim

Çık çalış çık çık çalış”


Her şeyi eğlenceye dönüştürünce yorulduğunu hissetmiyor insan.

Ve yaz sonunda İmdat Usta ve karısı, bir de yardımcılarıyla birlikte başlıyorlar çalışmaya. 4 metreye 6 metrelik bir ev burası, küçük bir balkonu var, balkon ve banyonun üzerine gelecek şekilde, içeriden merdivenle çıkılan küçük bir çatı katı bile var. Tomrukların biçilmesinden çıkan kapak tahtalarıyla da açık hava banyosunun kenarları kaplanıyor bir taraftan. (Öncesinde bezle kaplanmıştı hatırlarsanız.) Bu neşeli aileyle bir kez daha çalışmamız iyi oldu. Bize ellerinden gelen yardımı yapıyorlar sağolsunlar.




Bu evin içinde banyo olsun diye yer ayırıyoruz fakat ona da, evin çatısının kiremitle kaplanmasına da paramız yetişmiyor. Küçük ev belirsiz bir süreliğine üzerinde izolasyon malzemesiyle yaşayacak. Banyo yeri de ardiye olarak iş görecek.


15 günün sonunda “konuk evimiz hayırlı olsun, orada uyuyacak canlara yuva olsun, şifa olsun” dileklerimizle çalışmamızı tamamlıyoruz.



Bakalım kimler gelip kalacak sedir kokulu küçük evimizde?






Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir biz
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.