Çocuklarla uzun yola çıkmanın neredeyse her noktasını anlattım, sanırım. 10 yıldır her yıl yaptığımız bu maceralı yolculuklarla birlikte artık onlar da kendi duygu ve düşüncelerini anlatabilecek yaşa geldiler. Bu nedenle ilk kez çocuklara mikrofon uzatarak, kendilerini nasıl hissettiklerini sordum. Geçen ay gerçekleşen Land Rover Adventure Türkiye 2017 nedeniyle 1-30 Temmuz tarihleri arasında 30 gün yolda olduğumuz maceralı gezimize bu yıl 7 çocuk katıldı. 3'ü, 7 günlük Türkiye etabına katıldı. Kalan 4'ü ise İstanbul, İzmir, Adana, Van üzerinden İran'a geçip, taa Şiraz'a kadar ilerleyip yine Van'dan ülkeye döndüler. Türkiye'yi boydan boya geçip İstanbul'a geldiklerinde 10.500 km yapmışlardı. Hem de sadece çadırda konaklayarak ve belki de ebeveynlerine katlanarak (!) bu şekilde koskoca bir ayı geçirdiler.





Bunların 2'si benim çocuklarım; Defne ve Çınar idi. Diğer 2'si ise her yıl yaptığımız bu özel gezimize en çok katılan Hülya ve İbrahim Güneş çiftinin çocukları Dilay ile Betül. Dilay, Defne'den bir yaş büyük, bu yıl 8'inci sınıfa gidecek. Çınar 6'ncı, Betül ise 5'inci sınıf.


Sorularıma tatlı tatlı yanıt verdiler. Bir taraftan da şaşırtıcıydı. Neler öğrendim, neler... Çocuktur deyip geçiyoruz ama anladım ki onlar küçük insanlar ve çok hızlı büyüyorlar.





Mesela oğlum Çınar. Meğer, 11 yaş kafasını ne kadar hafife almışım, bu kadar büyüdüğünü nasıl da anlamamışım. 30 gün boyunca ev ortamından uzak olmak çok güzelmiş. Neden, sen evini sevmiyor musun yoksa, dedim. Seviyorum ama dışarıda olmak daha güzel, dedi. Peki, dışarıda olunca ne oluyor, dedim. Düşünerek; uzunca bir yanıt verdi:


"Çok şey görüyorum. Dağları görmeyi seviyorum, yolları, tünelleri seviyorum. Yollar bazen sıkıcı oluyor ama günbatımlarını çok seviyorum. Uzun süre yolda gidince -elindeki telefonu gösterip-şarkı dinliyorum, oyun oynuyorum. Resim yapıyorum. Macera defterime notlar alıyorum. Fotoğraf çekmeyi seviyorum. Bütün günbatımlarını çektim, bak..."



Baktım, elindeki telefonundan çektiği fotoğrafları gösteriyor... Gerçekten de hep günbatımlarını çekmiş, hiç fark etmemiştim...


Araçlar bozulduğunda, sanayiye girmek zorunda kalınca sıkılmıyor musun, o zamanlar ne yapıyorsun, dedim. "Bir şey yapmıyorum, arkadaşlarımla oynuyorum" diyor. Büyüklerle birlikte yolculuk etmek nasıl, diyorum; sorun yok hatta bazen eğlenceli, diyor.



Bilmediği kentleri gezmek hoşuna gidiyormuş, ama 30 gün çok uzunmuş. "Bu sefer çoktu, evi özledim, özellikle -kedi- Şeker'i her şeyden çok özledim. Parkı özledim, arkadaşlarımı..."


Çınar, diğerleri gibi, hayvanları seviyor. Yolda da bol bol sevdi. İran'daki köpekler çok tatlıymış, kocaman kulakları varmış. Telefonuyla çektiği köpek karesini gösterirken bu fotoğraf için çok uğraştığını söylüyor. Başka neler seviyorsun yolda, diyorum... Yiyecek ve içecekleri tatmayı seviyormuş. Bir de antik yerlerde bazen iskeletler görüyormuş, çok hoşuna gidiyormuş.



Peki 'bu gezide seni en çok etkileyen, unutamadığın şey neydi?' dedim.


"Bütün kamp yerlerini çok sevdim" diyor. İsfehan'daki İmam Humeyni Meydanı'nı kastederek "meydandan' bir de Yezd'deki Zerdüştler'in sönmeyen ateşini kastederek "yanan ateşten" etkilendiğini söylüyor.


'Böcek nerede yeniyorsa...'


Bundan sonraki gezilerde en çok nereyi görmek istediğini sordum, beni şaşırttı:

"Benim ülkemi her zaman gezebilirim o yüzden başka ülkelere girmek istiyorum. En çok ABD'yi görmek istiyorum. Çünkü benim için çok gelişmiş bir ülke. Özellikle ormanları. Burada ise ormanları yok ediyorlar. Bir de Teksas eyaletini görmek istiyorum. Çünkü yakından zenci görmek istiyorum. Sonra Brezilya. Bir de Meksika Körfezi'nde yüzmek ve orada iz bırakmak istiyorum. Rusya'nın kuzey kısımları yani soğuk yerleri olabilir. İtalya'da Pizza Kulesi, Paris'te Eyfel Kulesi ve kuleye çıkmak istiyorum. Brezilya'nın üzerinde Meksika'nın altında şu an isimlerini unuttuğum 5-6 ülke var. Nikaragua, Kostarika, Panama ve diğerlerini hatırlamıyorum, oralara gitmek istiyorum. Kanada çok değil ama Alaska'yı istiyorum, ama şehirleşmiş kısımlarını. New York'u istiyorum. Dubai'yi çok istiyorum, özellikle polislerini ve arabalarını görmeyi. Bugatti ve Lamborghini kullanıyorlar. Mısır piramitlerinin içine girmek istiyorum. Çin'i istiyorum ama o kadar değil. Japonya'yı istiyorum ama kırsal kesimlerini; internette gördüm, pembe çiçekli ağaçları var. Tunus'taki çölü ve İtalya'yı baştan aşağı gezmek istiyorum. Böcek yemek istiyorum; hamam böceği ve çekirge kızartması, nerede yeniyorsa oraya gitmek istiyorum. Paraşütle atlamak istiyorum. İnsanların yükseklik korkusu olur. Her zaman yüksekte olmak beni mutlu etmiştir.


İyi ki bu haberi yapmak aklıma gelmiş, diyorum kendi kendime. Yoksa ben bu çocuğun bu yaşta istediklerini kesinlikle bilemeyecektim. Yer yer yüreğim ağzıma gelse de istediklerini şimdiden bilmek iyidir, diyorum.





Neyse, bu sefer de kızım Defne'ye sordum. Bir ay evden uzakta kalınca evini, arkadaşlarını özlemiş."Her gün rutin tekrarlanan işleri bile özledim. -Kedi- Şeker'i, yatağımı, odamı özledim. Aslında arada da kaldım. Daha çok yer görmek, gitmek ama eve de gitmek istedim" diyor.


Gittiği yerler arasında en çok İsfehan'ı sevmiş. İran'daki diğer şehirlerin de İsfehan gibi olacağını düşünmüş ama sonra anlamış ki İsfehan, İran'ın en güzel şehirlerindenmiş. Tahran'ın kalabalığını sevmemiş; "Boğucuydu, başım döndü, midem bulandı" diyor.


'Araçlarımızın bozulmasına seviniyorduk'


Yolda giderken sıkılmıyor musun, özellikle bizden, dedim, başladı anlatmaya:

"Önceki gezilerde sıkılmıyordum, çevreyi izliyordum. Fakat bu gezide yollar dağlıktı ve uzundu. Daha önce yapmadığım bir şeydi, -telefonunu göstererek- bu kez müzik dinledim. Resim ve yazı için zamanım yoktu (!) Kitabımı okudum. Durunca vazgeçilmezimiz sıkrebıl idi. Hatta araçlarımızın bozulmasına bile seviniyorduk, sıkrebıl oynamaya başlıyorduk. 30 gün uzun da olsa bana sıkıcı gelmedi. Herkes ailem gibi, tersine eğlenceli."





Acaba bundan sonra nereyi görmek istiyor Defne kızım? 10 yıldır gezen bir çocuk olarak ve hem bu yıl hem de geçen yıl çöl gördüğünden "Çölden sıkıldım, yukarıları daha ağaçlık falan..." demesine şaşırmadım. "Kuzeyi Ukrayna, Polonya ve Rusya'yı merak ediyorum" diyor. Oraları aklımda canlandıramıyormuş. Şöyle devam ediyor:


"Dubai'yi merak ediyorum. Tayland'ı da . Avustrulya ve Sidney'i, okuduğum bir kitap çok güzel anlatmıştı. Ada hayatı nasıl olur, merak ediyorum. Sonuçta büyük bir kara parçası ama adada yaşamak bana göre değil. Sınırlanıyorsun. Ayrıca İngiltere'yi de merak ediyorum. Kraliçe ile yönetilmesi ilginç. Dünya dilinin çıktığı yer. Bir de ada olduğunu duyunca şaşırmıştım."


'Büyüklere uymak zorundayız'


Çınar ve Defne gibi Dilay ve Betül de kardeş. Aslında dört kardeşler ama diğer ikisi daha büyük ve artık ebeveynleriyle tatile çıkmıyorlar. Bir ay boyunca İstanbul'daki evinden uzak olmak Dilay'a da zor gelmiş. "Sadece ev özlemi çekmedim; yatağımı, sokaktaki arkadaşlarımı, akrabalarımı ve her gittiğimiz yerde acaba var mı diye kontrol ettiğimiz interneti özledim" diyor. Gittiği yerlerde en çok insanların samiyetini sevmiş. Yolda giderken geçen arabadakilerin onlara İngilizce merhaba veya nerelisiniz diye sorup el sallamaları çok hoşuna gitmiş. "Biz de Betül ile eğlence olsun diye onlara el sallıyorduk. Bazıları bize karşılık verirken bazıları da direksiyonda olduklarından herhalde bakmıyordu bile. Bir de kaldırım kenarlarında duran sadaka veya yardım kutularını hiç unutmayacağım."



Bazen yolda sıkılıyormuş. "Sıkılınca ya Betül'e bir şeyler yapıp eğlence olsun diye birbirimize sataşıyoruz ya da yanımda getirdiğim kitapları okudum" diyor. Büyüklerle yolculuk nasıl bir şey sence, dedim. "Bize; sessiz olun ve durun diyerek geçen zaman" diyor. Bir de kardeşiyle şakalaşmalarını, anne ve babasının durdurmaya çalışmasına anlam verememiş; "Şaka dedik ama faydası olması" diyor. Tabii ki araç içinde bu şekilde anlaşmazlıklar çok normal.


Şimdiye kadar gittiği ülkeler içinde en çok Yunanistan'ı beğenmiş Dilay. "Eğer gitmek için bir tercih şansı olsaydı, Fransa'ya gitmek isterdim" diyor ekliyor: "Ama nasıl olsa her halükarda biz büyüklere uymak zorundayız."


'Tabii ki de sıkıldım'


Betül ise bu 4 kişilik grubun en küçüğü. Bu 30 günlük yolculuk hali için "Bence zor değildi, sadece arkadaşlarımı, ablamı ve ağabeyimi özledim" diyor. Bu yıl gittiği yerler arasında en çok Tahran'ı, İsfehan'ı ve Persepolis'i beğenmiş. Sadaka kutularını ve İran'ın yazılı duvarlarını unutamıyormuş.


"Yolda giderken tabii ki de sıkıldığım oldu. Sıkılınca Dilay Ablam'la kavga ediyoruz, yolu izliyoruz veya kitap okuyoruz. Dilay Ablam'la ya el kızartmaca oynadık ya da Defne, Dilay Ablam ve ben kutu oyunları ile can sıkıntımı giderdim" diyor.





Ona göre büyüklerle yolculuk yapmak zor değilmiş. "Zaten büyükler olmasa bizim arabada karnımız acıksa, ancak durduğumuz yerlerde bir şeyler alıp o şekilde karnımız doyururduk herhalde" diyerek açıklıyor durumu. Bundan sonra "daha da değişiklik olsun diye" Çin ve ABD'ye gitmek istiyormuş, sonra çocuk merakı işte, "Ama bütün ülkelere de gitmek isterim" diyor.





Land Rover Adventure Türkiye Koordinasyon Ekibi, bu günlerde gelecek yılın rotasını oylamaya başladı bile. Fakat bunca anlattıklarından sonra bence bu minik insanlara da kulak vermekte yarar var. Ben, bu çocuklar büyüdüklerinde de onlarla bu konuda sohbet etmek istiyorum. Neler anlatacaklarını şimdiden çok merak ediyorum.


Haber ve fotoğrafları: Hayriye Mengüç

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.