Baştan belirteyim; bu öyle bir hafta boyunca yat kalk gemide vakit geçirilen bir yolculuk değil. İyi ki de öyle. Aksi halde, 10 yıl önce Moskova’da gerçekleşen rehine krizine dönebilirdi iş.


Hatırlatalım; teröristlerin zoruyla 48 saat ışıklar açık, uyumadan, altlarına işemeye mecbur bir halde tutulan rehineler arasında sırtlarından vurulacaklarını bile bile kalkıp kapıya doğru yürüyenler olmuştu. Hımmm, sanırım biraz haksızlık ediyorum; çünkü aslında gemide vakit geçirmenizi sağlayacak o kadar çok alternatif var ki. Sağ baştan sayayım; 1200 metrekare SPA alanı, koşu parkuru, mini golf, tenis kortu, disko, çocuk kulübü, güzellik salonu, yoga, jimnastik, solaryum, tiyatro, sinema, casino, kütüphane, kağıt oyunu salonu, sanat galerisi, internet cafe, alışveriş mağazaları, sushi bar, video oyunları salonu, sağlık merkezi, gümrüksüz alışveriş mağazaları...


Seyahat esnasında onca yer gezmenize rağmen valiz açma- kapama derdi olmaması en büyük avantajlardan biri. Ve tabii bir de iki yer arası seyahat mesafesinde gemi ilerlerken siz kamaranızda mışıl mışıl uyuyor oluyorsunuz. Yol yorgunluğu da haliyle ortadan alkıyor. Yolculuğa çıkmadan önce insanları en çok endişelendiren; gemi çok sallanır mı, midem bulanır mı, keyfim kaçar mı oluyor. Kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabii ama bana hiçbir şey olmadı. Evet, arada sağlam sallanıyor ama okyanusun ortasındayız. Olacak o kadar.


Akşam yemeği mönüsü

Ve tabii akıllardaki bir diğer soru da Titanic sendromu. 1985’ten sonra doğmuş biriyseniz öyle ya da böyle en az 3 kere bu filmle karşılaşmışsınız demektir. İster istemez insanın aklına geliyor ama öykünme anlamında geminin ikiye ayrılıp 2 saat içinde denizde kaybolmasını değil; Jack ve Rose’un gemide başlayan tutkulu aşkından bahsediyorum.


Laf Titanic’ten açılmışken; arkasında bir sürü şehir efsanesi bıraksa da o son geceye dair elimizdeki en somut belgelerden biri birinci mevki akşam yemeği mönüsü: Dana konsome, ördek rosto, kızarmış güvercin, zeytinyağlı kuşkonmaz... MSC Cruises’a ait 5 yıldızlı deluxe Musica gemisinde de bu listeye benzer, iddialı lezzetlerle karşılaşacağınızı temin ederim. Yemekten sonra ne yapılır derseniz; ister güverteden okyanusa bakıp derin düşüncelerin dibine vurun, ister profesyonel dansçıların hazırladıkları gösterileri izleyin. Zira her gece farklı bir şov var. Yahut kahve, çay eşliğinde gemideki komşularınızla sohbet edin. Yalnız klasik tatil yerlerinde geçen “Merhaba, öğle yemeğinde karşılaşmıştık” minvalinde sohbetler burada pek mümkün değil. Zira 3013 yolcu kapasitesine sahip bir gemiden söz ediyoruz. Uzunluk 293.8 metre, genişlik 32.2 metre. Kaybolmadan bir yere gitmek için en azından 2-3 gün geçirmeniz gerekiyor ki yön duygusu kuvvetli biri olarak söylüyorum bunu. Bir de kuzeyin o meşhur kış aylarında 67 gün tam karanlık, yazın ise 77 gün tam aydınlık olma meselesi var. Ucundan da olsa şahit oldum. Saatler 23.00’ü gösterdiğinde bile hava aydınlıktı. İlginç bir deneyimdi.


En güzel tarafı

“Bu yolculuğun en iyi tarafı nedir” diye sorarsanız şüphesiz her sabah farklı bir şehirde uyanmak. Siz yatağınızda uzanırken pencerenizin önünden Norveç manzarası akıp gidiyor. Hele gemi tam limana giriş yaparken açmışsanız gözlerinizi, gerçekten büyüleyici. Beni en çok etkileyense fiyordlar oldu. Malum Türkiye’de bir tane var; Sinop’taki Hamsilos Koyu ki o konuda da coğrafyacılar hâlâ fikir birliğine varabilmiş değil. Neydi fiyord; buzul aşındırması sonucu oluşan iki tarafı sarp kayalıklarla çevrili, uzun, dar ve derin koylar. O zaman yolculuk başlasın...


Nereler geziliyor?

Prontotour yurtdışı turları uzmanı Sarp Özkar özetliyor: Almanya’nın Hamburg şehrine 1 saatlik mesafede yer alan Kiel limanında başlayan Norveç Fiyordları gemi seyahati 8 gün sürüyor. Norveç’in güzel fiyord bölgesi olan Flam, Geiranger-Hellesylt ve Bergen dışında, büyük şehir gezmekten hoşlananlar için de programda Danimarka’nın başkenti Kopenhag ve Norveç’in başkenti Oslo programa dahil edilmiş.


1.Gün

Kana kana su içmek

Gemi Kiel’den demir almıştı, bir buçuk gün sonra perdelerimi açtım; Geiranger’deyim. Yarısı buzla kaplanmış Djupvathn Gölü, eskiden kuzeye giden posta rotası olan virajlı yollardan geçerken karşınıza çıkan Yedi Kardeş, Gelin Tülü şelaleleri... Doğa harikası yerlerde sıkça yapılan bir şey; bulduğunuz her sulak yerde kana kana su içmek burada da geçerliliğini korudu tabii. Ve hatta işin turistik kısmı bile vardı: Şu şelalenin suyu cinsel gücü artırıyor, şunun ki bağırsaklara iyi geliyor... Norveç’in kendine has kasabalarıyla da ilk kez burada karşılaştım. Herkes işinde gücünde anlaşılan ya da televizyonda çok eğlenceli şeyler var, zira sokaklarda bağırın, çağırın, zıplayın, dans edin sorun değil. Çünkü etrafta çoğu zaman kimsecikler olmuyor. Gün böyle bitti. Akşam saatlerinde gemiye geri döndük.


2.Gün

İkinci durak Flam

Flam’da, Norveç’in en büyük fiyordlarından Sognefjord’u bir de karadan seyretme fırsatı buldum. 11’inci yüzyılda Norveç’te hüküm süren Vikingler anısına yapılan, onların yaşama biçimlerinin yansıtıldığı temsili bir köyü gezdim. Bir de küçük bir kasaba kilisesini ziyaret ettim. Bahçesi mezarlıktı. Mezar taşlarına baktım; 80 yaşından önce aramızdan ayrılan yoktu! Doğa içinde yaşamak bir başka tabii. Ama doğaya ilgi duymanın da bir yaşı var sanırım; gemideki yaş ortalamasından anladığım da oydu.


Ardından kış sporları merkezi olan Voss’a ilerledik. İşte burada genç nüfusla karşılaştım. Norveç hükümeti gençlerini elinde tutmak için bir hayli çaba harcıyor. Özellikle de eğitim konusunda sağladığı burs kolaylığı ve “sen iş bulamadıysan yerine ben bulurum” tutumu bunun en büyük kanıtlarından biri. Gerçi sadece gençlere değil, Norveç herkes için gelecek vaat eden bir ülke. Bir işçinin maaşı net 4 bin dolardan başlıyor. Kalifiye bir işçiyseniz 10 bin dolar da kazanabiliyorsunuz. Emeklilik yaşı 67. Dağ, çayır gezeceğim, çalışmayacağım derseniz de devlet sizi kucaklıyor; 67 yaşında emekli sayılıp yine bir maaşa bağlanıyorsunuz. Şu dağ, çayır gezme meselesi için eklemek istediğim bir unsur daha var. Anlatılan o ki Norveç’teki pek çok küçük çocuğun sıklıkla yaptığı bir şey de ormanlarda macera aramakmış. Bu yüzden ebeveynleri onları ormanda yaşayan, büyük kulak ve burna sahip, korkunç gözüken, bir diğer adı “orman cini” olan trollerin masallarıyla büyütüyorlarmış ki korkup tek başlarına gidemesinler. Ben o trollerin hediyelik eşya haline getirilenleriyle karşılaşma fırsatı buldum. Satıcı ürkünç masallardan ziyade “Trollerin saçlarını okşarsan o gün sana şans getirir, dileklerin gerçek olur” diyordu.

3.Gün

Şemsiyenizi alın

3’üncü gün Bergen’deydim. Norveç’in güneybatı kıyısında, Hordaland eyaletine bağlı en büyük ikinci şehir. “Bölgenin en önemli ticari faaliyetleri; balıkçılık, yağ endüstrisi, gibi genel geçer bilgileri sıraladıktan sonra izlenimlere geçelim. Avrupa’nın pek çok şehrinde geçerli olan durum burada da var. İsteseniz de kaybolamıyorsunuz. O kadar düzenli ki. Ama yine de her şey çok güzel ve şiirsel. Çiçeklerle dolu rengarenk ahşap evler, UNESCO’nun dünya mirası listesine girmiş olan şehrin eski Hansa iskele mimarisi, daracık sokaklar, graffitiler... İnsana ilham veriyor.


Kuzeyin ilk komedi yazarı Ludvig Holberg’in, Noveç’in en büyük manzara ressamlarından Johan Christian Dahl’ın bu şehirde doğması rastlantı olmasa gerek. Bu arada ülkenin ilk ulusal tiyatrosu da Bergen’de. Gezerken şemsiyenizi yanınıza almanızda fayda var; çünkü senenin 275 günü yağmur yağıyor. Bir de deniz mahsulü adına aradığınız hemen her şeyin satıldığı büyük bir balık pazarı var, ona da uğrayın derim.


Haber: Pınar Erbaş

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.