Denize yaklaştıkça her zaman daha iyi hissederim kendimi. Karasu’yu geride bırakıp Melenağzı’na geldiğimde küçük koya sıkışmış minik limandaki balıkçı tekneleri, etrafta tek tük insanlar karşıladı yine. Denizin kıyısına inmek için Akçakoca’ya gitmeyi bekleyemezdim. Bir balıkçı teknesi yeni yaklaşıyordu. Burna doğru gitmemi tavsiye etti kıyıdakilerden biri. “En güzel manzara oradan görünür” diye ilave ederek. Başıboş gibi görünen köpeklerin yanından yürüdüm, küçük bir ağaç dizinini geçtim. Ve öğrendim ki o köpekler her zaman bu kıyılarda olurlarmış. Melenağzı’nda kısa bir molanın ardından tekrar yola koyuldum...


Selçukluların kıl çadırlarından ilham



Ağaçlı, kıvrımlı yolu takip ettikten yaklaşık 20 dakika sonra, son virajı alıp tepeye vardığımda “Akçakoca’ya hoş geldiniz” tabelasını gördüm. Oysa karşımdaki, hâlâ hayal ettiğim Akçakoca değildi. Önce bir iniş, ardından tekrar çıkış derken solumda sıralanan masalarda Akçakoca limanını kucaklayan tepedeydim. İnsanlar banklarda oturup masalarda çay içerek bu güzel haziran gününün tadını çıkarıyordu. Şehir merkezine indiğimde artık kalabalığın içindeydim ve denizin kıyısına gitmek için sabırsızlanıyordum.


Sahile gidiş tek yön olduğundan şehir merkezini kat etmek gerekiyordu. İyi ki de öyle oldu zira Akçakoca, Merkez Camii ile beni şaşkınlığa uğrattı. Mimar Ergur Subaşı tarafından 1989’da başlanıp 2004 yılında tamamlanan cami, klasik tek çatı sistemine değil Selçukluların kıl çadırlarından esinlenerek sekizgen köşelerin üzerine oturtulmuş. Caminin hemen karşısında yer alan geniş sahilin büyük bölümü çardakların sıralandığı bir parka dönüştürülmüş. Parkın bitiminde sahil şeridinde restoranlar ve kafeler sıralanıyor.


Sonra da irili ufaklı balıkçı teknelerinin iç içe geçtiği liman ve balıkçı barınakları... Barınakların hemen arkasında tüm limanı panoramik bir açı ile seyreden Hamsi Restoran. Sahil kesimi oldukça keyifli, öyle ki vaktin nasıl akıp gittiğini anlamıyorsunuz. Balıkçılar sohbet ederken burada her bütçeye uygun iyi balık olduğunu öğrendim. Mevsimine göre hamsi, mezgit ve istavrit iyi olurmuş. Yanında da tabii ki yöresel mezeler...


Ardından tarihi Ceneviz Kalesi’nin bulunduğu bölgeye doğru geçiyorum. Yolda Akçakoca tarihi hakkında okuduklarımı hatırlamaya çalışıyorum. Roma ve Bizans dönemlerinde Diapolis adıyla önemli bir liman ve ticaret şehri olarak biliniyormuş


Akçakoca. 13’üncü yüzyılda Cenevizlilerin eline geçmiş. Ardından Osmanlı’ya katılan bölge 1323 yılında Akça Koca Bey tarafından fethedilerek Türklerin eline geçmiş ve günümüze kadar kesintisiz Türk egemenliği altında kalmış. 1862 yılına kadar Bolu Sancak Beyliği’ne bağlı bir Voyvodalıkmış ve 1934’e kadar da Akçaşehir adıyla anılmış.


Ceneviz kalesi ve çevresi



Yerleşim olarak oldukça iyi bir konumda olan ünlü kaleden günümüze birkaç sur duvarı dışında pek fazla bir şey kalmamış. İçinde mangal yapılan, doyumsuz bir manzara sunan bir restoranı ve çay bahçesi var. Kalenin bulunduğu tepenin iki yanında uzanan muhteşem plajlar ise beni hayran bırakan bir diğer Akçakoca güzelliği oldu. Söylenene göre mavi bayraklı Kale Plajı’nın uzunluğu 35 kilometre. Plaj, saklı kalmış olağanüstü bir kumsala sahip. Manzarayı da unutmamak gerek. Ününü çok duymuştum bu plajların, oysa az bile söylenmiş.


Görülecek yerler



Ceneviz Kalesi: Şehir merkezine 3 km mesafede bulunan tarihi kalenin içinde ve çevresinde çok sayıda restoran mevcut.


Aktaş Şelalesi: Akçakoca’nın yüksek bölgesinde olup 9 km’lik otomobil yolculuğundan sonra 2 km yürüyerek ulaşılan bir doğa harikası.


Fakıllı Mağarası: Son yılların en çok ziyaret edilen yerlerinden biri. 3 metrelik bir giriş tünelinden sonra unutulmaz görüntülerin olduğu galerilere ulaşılıyor. Şehir merkezine 8 km mesafede bulunuyor.


Cumayeri: Piknik alanı olarak düzenlenmiş olup eski bir hamam kalıntısı, camisi ve Evliya Ahmet Dede Türbesi ile tarihi ve dini bir misyon üstlenmiş. Alan, ulu görkemli çınarları ve yanı başındaki akarsuyuyla bir dinlence yeri.


Mehmet Arif Köşkü ve mahalle evleri: Kimileri restore edilmiş, kimileriyse orjinal yapısıyla Akçakoca’nın merkezinde bulunan bu evler görülmeye değer...


Nerede yenir?



Hamsi: Küçük balıkçı limanının hemen üzerinde konuşlanan Hamsi, koya hâkim konumda.


Kamelya: Şehir merkezi ile balıkçı limanın arasında sahilde masaları olan güzel bir restoran.

Ne yapılır?



Sarp kayalarla kesilmiş sahil boyunca ve şelale bölgesinde trekking, Melen Çayı’nda rafting, Karadeniz kıyılarında ve Melen Çayı’nda olta balıkçılığı yapılır.

Ne yenir?



Hamsi, istavrit, kofana, sarıkanat başta olmak üzere mevsim balıkları yenir. Bazlama, gözleme, cızlama,mısır ekmeği, hamsili mısır ekmeği, tarhana ve kızılcık çorbası,mantı, erişte, kuskus, karalahana dolması, hamsili pilav, korçan, gaygana, Melengüçceği, Laz böreği gibi pek çok yöresel lezzet de mevcut.

Nerede kalınır?



Diopolis Hotel, Skytower Hotel


Haber: Levent Özçelik

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.