O zaman dinlerin mezheplerin, farklı inanışların merkezi Mardin’e düşmeli yolunuz. Bu büyülü kenti ziyaret etmek için en iyi zaman ekim ayı.


8yüzyıl önce Artuklular zamanında bugünkü şeklini almaya başladığı söylenen Mardin, Kudüs ve Venedik’le birlikte dünyanın 3 açık kent müzesinden biri. Eh, dünyanın kaç şehrinde Sümerler’den Urartular’a, Roma’dan Bizans’a, Selçuklular’dan Osmanlı’ya onlarca uygarlık iz bırakmış, birbirinden farklı pek çok dil ve din hoşgörü içinde bir arada yaşamıştır ki? Mısır seferini düzenleyen Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlılar’ın eline geçen şehir, uzun süre Diyarbakır-Bağdat ve Musul’un sancağı olmuş. Tarih boyunca kavimlerin karışıp kaynaştığı, farklı dillerin ve dinlerin yankılandığı bir eşik Mardin. Bu çok kültürlü hali şehri böylesine çekici kılan unsurların başında geliyor. Burada hemen herkes Türkçe, Arapça ve Kürtçe konuşabiliyor. Hatta bazen Süryanice, Ermenice ve Rumca da duyabiliyorsunuz.


Bugün Mardin’i ziyaret edenler, buranın bir inanç ve hoşgörü şehri olduğu konusunda hemfikir. Birbirine karışan ezan ve çan sesini yüzyıllarca bir arada yaşatan, taş binaların zamanı durdurmak istercesine sıralandığı bu tarihi kenti ziyaret etmek için en uygun zamansa ekim ayı.


Taş kentte şehir turu

Mardin Kalesi’ne çıkıp şehri buradan izlemekle başlayabilirsiniz işe. Bu şekilde kendinize bir yürüyüş rotası belirlemeniz de mümkün. Mardin merkezinde görülmesi gereken tüm tarihi yapılar, yürüme mesafesinde. Bu nedenle kenti gezmek kolay. Kentin merkezinde, araçların tek yönlü olarak ilerlediği cadde üzerinde yürüyerek kenti gezebilirsiniz. Rotanızı eski şehre çevirin. Zaman tünelini andıran dar sokaklar görkemli geçmişin izlerini taşıyor. Kentin geneline hâkim sarı renk dikkat çekiyor. Mardin, Eski Şehir ve Yeni Şehir diye ikiye ayrılıyor. Eski Şehir, yani Mardin Kalesi’nden Birinci Cadde’nin bittiği yere kadar gelen bölüm, sit alanı.


Hiçbir müdahalede bulunamıyorsunuz. Yeni Şehir olarak adlandırılan bölüm ise aşağılarda; betonarme binalar, alışveriş merkezleri de oraya toplanmış. Mardin’in sarı kalker taşından yapılan ve üzeri geleneksel motiflerle süslü ünlü evlerini çevreleyen yüksek duvarlar perde görevi görüyor. Duvarların bir amacı da kışın evlerde yaşayanları soğuktan korumak. Mimaride önemli bir yere sahip olan eyvan ve revak gibi yarı açık kısımlar; özellikle batı güneşine karşı gölgede kalacak şekilde yapılmış. Kapı, pencereler, sütunlar, kemerler görülmeye değer. Sokak aralarına dalın, yürüyün ve keşfedin.


Mardin’i Mardin yapan mimari

1385’te yaptırılmış, dilimli kubbeleri ve anıtsal giriş kapısıyla büyüleyici Sultan İsa Medresesi bunlardan biri. 6’ncı yüzyılda inşa edilmiş olduğu tahmin edilen, halen Süryani Kadim Kilisesi dahilinde faaliyet gösteren Kırklar Kilisesi ya da tellallar ve antikacılar çarşısındaki Ulu Cami de görülmeye değer tarihi mekânlardan.


Katolikler için Vatikan ne ise Süryaniler için de o kadar önemli olan Deyrülzafaran Manastırı’nı mutlaka ziyaret edin. Burada güneşe tapanların apınağını da görebilirsiniz. Deyrülzafaran Mardin’den 5 kilometre uzaklıkta. Buraya şehirden tutacağınız bir taksiyle ulaşabilirsiniz. Manastır, 1937’ye kadar dünya genelinde Süryaniler’in merkeziydi. 493’te Süryani mimar kardeşler Teheodori ve Tehodari tarafından yaptırıldı.


Manastır adını yörede yetişen zafaran çiçeğinin yapının harcında kullanılmasından aldı. Süryani Patrikliği 1937’de Suriye’ye taşınmasına rağmen manastır Süryanilerin Hac merkezi olarak kabul ediliyor.


Lezzet molası

Kaburga, işkembe dolması, içli köfte, etli ekmek ve yumurtalı kısır, Süryani şarabı eşliğinde islim kebabı ve kuzu dolmasının mutlaka tadına bakın. Mardin’den dönerker bademşekeri, leblebi ve cevizli sucuk almayı unutmayın! Mardin leblebisi Çorum’unkinin tahtına göz dikmiş durumda. Unutmadan, Mardin’de mırra içilir. Mırranın hazmı kolaylaştırıcı etkisi var. İçerken, fincan asla yere konmuyor. Konursa, bu mırrayı hazırlayan kişiye hakaret anlamına geliyor. Mardin’de ayrıca yemek üzerine muhakkak bir bardak zencefilli limonata öneriliyor.


Hasankeyf’i görmeden dönmek olmaz

Mardin turunuzu bitirmeden uğramanız gereken bir başka yer de Hasankeyf. Şehir, Dicle Nehri’ne uzanan bir tepe üzerine, Raman Dağları’nın karşısına kurulmuş. Romalılar, Persler, Artuklular, Eyyübiler ve Osmanlılar hüküm sürmüş. Neredeyse tamamen yıkılmış olduğu için bugün Dicle’nin iki yakasını birleştiremeyen Hasankeyf Köprüsü önemli bir miras.


Haber: Levent Özçelik

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.