Keşke anlattığı her şeyi sayfalarca yazıp size aktarabilseydim, keşke daha önce tanışsaydım, daha çok sohbet edebilseydim… Evet, Engin Günaydın ile ilgili çok keşkem var. Röportajımız için ilk kez bir araya geldik ve sohbetinden çok keyif aldım. Zaman nasıl akıp geçti fark edemedim bile. Her sorumu samimiyetle yanıtladı.


‘Aile Arasında’ için geri sayım başladı. Konusunu anlatır mısınız?

Bir avizeci dükkânım var, adım Fikret. Filmin başında eşim (Gülse Birsel) boşanmak istediğini söylüyor. Ekonomik durumum da iyi değil. Evden kovuluyorum. Sonra Solmaz’la (Demet Evgar) tanışıyorum ve kendimi enteresan bir ortamın içinde buluyorum. Bu arada Fikret hiç yalan söyleyemeyen, mevcut konumu bozulduğu an bütün dengesi bozulan biri. Karakterine uymayan durumlarla karşılaşıyor ve başı belaya giriyor.


Siz kolay yalan söyler misiniz?

Söyleyemem, çocukluk hatırası olarak görüyorum. Yalan söyleyenlerden de hoşlanmıyorum. Çünkü iletişim kuramıyorum.


Birsel size senaryoyu anlattığında, hemen “Evet” mi dediniz?

Gülse kesinlikle film yazmalıydı, konuşuyorduk. Çünkü bizde filmler çok erkeksi, kadın senarist ve kadın dünyasıyla ilgili bilgi alamıyoruz. Denge kurmak açısından kadın senaristlerin artması gerekiyor. Gülse çok donanımlı biri. Sinopsisini bana anlattığında, “Doğru yoldasın, bunu yapalım, beklemeyelim artık” dedim.


Peki Demet Evgar desem...

Süper birisi. Hayata pozitif bakıyor. Demet’in yanında uykum gelmiyor çünkü çok canlı. Sahne üzerinde de çok paylaşımcı, destekleyen çok uyumlu bir partner.


Gülmekten çekemediğiniz sahneler oldu mu?

Herkes sahne üzerinde kendi esprilerini test ediyordu. O yüzden enerjiler çok yüksek ve patlaktı. Rolü oynamaktan çok, sahne alıyor gibiydik. Komikti, ben çok güldüm.


Son dönemde iyi sinema filmi senaryoları yazılıyor mu sizce?

Yazılmasını çok istiyorum çünkü benim çok az sinema filmim var ve daha çok yapmak istiyorum. Ama çok az senaryo var ve olanların peşine düşüyorum. Özellikle komedide dil bozukluğu var. Bazı sahneler komik olabilir ama filmin bütününü taşıyabilecek komediyi barındırmadığını düşünüyorum. Hatta seyircide antipati bile yaratabilecek senaryolar okuyorum. Bu da bir komedi dilinin oluşmadığından kaynaklanıyor.

‘İstenmeyen çocukmuşum’

Son dönemde çok uyarlama film var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türk sineması kendi hikâyelerini önemsemiyor ve beğenmiyor. Bu çok saçma bir durum. “Ortalık bu kadar hikâye ve karakterlerle kaynarken hikâye bulamayan senaristlerin durumu nedir?” diye araştırdığımda şunu söylediler, “Kendi hikâyelerinin yazılmasına izin verilmiyor, şu filme benzesin diye filmler sipariş ediliyor, o nedenle de özgün sinemamızla ilgili bir yere yaklaşamıyorlar.” Burası 80 milyonluk bir ülke ve taklidi kaldırabilecek bir sinema değil. Kendi özgün senaryo ve karakterlerinin peşine düşülmeli.


Senaryo yazmaya devam ediyor musunuz?

Elbette, film de çekmeyi çok istiyorum. Bir de önümüzdeki sezona tiyatro oyunu hazırlığındayım. İnsan vücudunda geçiyor. İnsan vücudu büyük bir devlete benziyor, iyi yönetildiğinde sistem güzel çalışıyor. Kötü yönetildiğinde virüsler giriyor, sistem bozuluyor.


Annemin söylediğine göre istenmeyen çocukmuşum. Ablamdan sonra, tekrar kız çocuk istemişler. Ben doğunca büyük moral bozukluğu olmuş. (Gülüyor) Ama çocukluğum deyince “mutluluk” hatırlıyorum. Abilerim ve ablam beni hep kollardı, sahiplenirdi. Çocukluğumu mutluluk dolu güzel bir filme benzetiyorum.


Mutfakla aranız nasıl?

Tek çeşit yemek yapabiliyorum, tavuk haşlama. Hasta gibi olduğumda onu yapıyorum ve beni iyileştirdiğini zannediyorum. (Gülüyor) Ama kahvaltılarda da fena değilimdir. Tost ve yumurta yaparım.


Yoga da yapıyormuşsunuz...

Yok, kız arkadaşım yapıyordu, beni de götürdü. Bir kerelik tecrübem var. Kolay gibi gösteriliyor ama çok zor.


Hayattaki en büyük keyfiniz ne?

Bir işi iyi yapıp onun kendi psikolojime getirdiği yeniliği ve ferahlığı seviyorum. Sanki beynim havalanıyor.


40 yaşından sonra hayatınızda neler değişti?

Sanki bir doktor bana, “Çok az zamanın kaldı, kanser hastasısın, iyi değerlendir” dedi. Kanser hastası gibi kararlar vermeye başladım. Beni rahatsız eden insanlarla görüşmedim. Ege-Akdeniz turu yaptım. Kendime iki sene boşluk verdim. Şimdi aceleye getirmeden biriken senaryolarımın peşine düşeceğim. Temiz bir şekilde seyirciye sunmak istiyorum.


‘Büyük şehirlere bir türlü ısınamadım’

Foça’ya taşındığınızı duydum. Doğru mu?

Doğru, Foça’da yaşıyorum. Büyükşehirlere bir türlü ısınamadım, huzursuz oluyorum. Her an enseme bir şaplak yiyecekmişim gibi hissediyorum.


Ata Demirer Bozcaada, Yılmaz Erdoğan Köyceğiz, siz Foça’dasınız. Bizi güldüren adamlar Ege’ye yerleştiniz...

Çünkü herkes rahatlamak istiyor. Komedi sahneyi oynamakla bitmiyor. Müthiş bir zihin yorgunluğu yapıyor. İstanbul’da dinlenemiyorum.


‘Dizide iyi kazançlar var ama çok önemi yok’

Dizileri bıraktınız mı?

Çok az filmim var, diziler çok zaman alıyor, yaşım da ilerliyor. O yüzden dizilere vakit ayırmak istemiyorum.


Aslında asıl para dizilerden kazanılıyor. Bu sizi maddi olarak zorlamayacak mı?

İnsan ekonomisini ona göre hazırlar. Çok zengin bir ailenin çocuğu değilim. Harcamalarıma dikkat ediyorum ama bir sıkıntıya girdiğim de yok. Normal hayatımı yaşıyorum. Dizide iyi kazançlar var ama çok da bir önemi yok.


Para sizin için ne ifade ediyor?

Paranın bir ihtiyacı karşıladığı zaman manası var, onun dışında çok gerekli değil. Kontöre benzetiyorum. Kontörünüz azalıyor ve yüklüyorsunuz.





‘Baba olmak istemiyorum’

Aile bağlarınız kuvvetli midir?

Kuvvetlidir, kalabalık bir ailenin çocuğuyum, 20 kişinin bir arada yaşadığı bir ailemiz vardı. Kendim aile kurmayı pek arzu etmiyorum çünkü büyük bir ailem var. İnsanın kendine küçücük bir aile kurup büyük ailesini unutması bana saçma geliyor.


O zaman evliliği düşünmüyorsunuz...

Yok, istemiyorum. Büyük ailemin küçük parçası olmayı tercih ediyorum.


Baba olmak?

Onu da istemiyorum. Çok yeğenim var, bir nevi babalık durumu. Onların iyi yetişip sağlıklı bir hayat kurmaları benim için yeterli.


‘Âşıkken her şey daha parlak’

Aşk sizce insanın hayatını nasıl etkiliyor?

Çok güzel bir havası, aurası var. Her şey daha parlak. Göz doktoruna gidip ilk kez gözlüğü taktığımda, “Bu ne ya, hayat bu kadar güzel bir şey mi?” demiştim. Aşk da öyle, net ve parlak bir dünyası var. Fakat yaş ilerleyip bilinç arttıkça, biraz da matematik bilince, “Bunun zaten sonu hüsran, ne gerek var bu işlere girmeye” deyip başından reddettiğimi de biliyorum.


Şu an aşk kapıyı çalsa…

Zannetmiyorum, şimdi sıkıntıya girmenin bir manası yok. (Kahkahalar)


Yalnızlıkla aranız nasıl?

Dönem dönem iyi ama çok fazla da yalnız olmayı sevmiyorum. Çünkü kendimi dinlemeye başlıyorum.


Röportaj: Ömür Sabuncuoğlu

Fotoğraf: Hakan Öcal

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Cok severim kendisini ama evlilige bakisi cok sacma. Yalnizligi severim dese daha mantiklı ama büyük aileden kopmak nedir?
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.