Öncelikle seni biraz tanıyalım, kendinden bahseder misin?


Yaklaşık üç jenerasyondur tekstil ile uğraşan bir aileyle büyüdüm. Babam kadın hazır giyim üzerine çalışıyordu. Kendi markası vardı. Dedem de yüksek terziydi. Aslında şu an yaptığım işin içine doğmuş oldum. Her zaman sanata yakındım. İlkokulda kendi kişisel sergilerim olurdu. Dolayısıyla çizim yeteneği ve moda küçüklükten bana empoze edilmiş. Aynı zamanda doğuştan da gelen bir şey olduğunu söyleyebilirim.





Bütün ortaokul yıllarımı yaz kamplarında ya da babamın yanında çalışarak geçirdim. Lisede Amerika’ya gittim. Lise eğitimim esnasında da Art Institude’da moda tasarımı dersleri alıyordum. Sonrasında yine üniversite eğitimimde moda tasarımı pazarlama bölümünü seçtim. Amerika’dan döndükten sonra iki senelik aynı zamanda La Salle’de moda tasarımı bölümü diploma programını bitirdim ve eş zamanlı çalışmaya başladım. Bir iki sene kadar iç piyasada çalıştım. Korkunç açlık duyduğum yıllardı. Çünkü mesleğe daha yeni atılıyordum. 7/24 çalıştığımı bilirim. Sabah 2-3 gibi biterdi işim. Yaşıtlarım gezerken ben çalışıyordum. Ya vitrin yapıyordum ya da fabrikadaydım.





2002 yılında denim endüstrisine başladım. 5 sene kadar denim endüstrisinde çalıştım. Orada da Avrupa’nın zincir markalarına tasarım yaptım. Danimarkalı Best Seller diye bir grup vardır. Onlarda çok yoğun olarak çalıştık. Ayda iki üç defa Danimarka’ya gidip koleksiyonlarımı satıp geri dönerdim. Gerçekten hayatımın en güzel yılları geçti orada. Çünkü çok şey öğrendim. Denim aynı zamanda kimya bilgisi gerektirir. Önlüğümü giyer, maskemi takardım yıkama yapardım.




İşi mutfağında öğrendin yani.


Evet işi mutfağında öğrendim. Eğitimim de var ama iş, iş de öğreniliyor. O çok bambaşka bir kültür. Bir de normal hazır giyimde kumaş, kalıp, dikim yapılır ve olay biter. Fakat denim de ürün bittikten sonra üzerine kimyasallarla uğraşmak gerekiyor. Denim de gerçekten derin bir bilgi birikimi olması gerekiyor. Daha sonrasında ilerleyen dönemlerde deri ve farklı malzemelerle daha couture kumaşlara da aktarmayı öğrendim. Tasarım kültürünün temelini orada öğrendim diyebilirim.





Sonrasında marka tecrübem olsun diye Eroğlu’nun o dönem Big Star markası vardı. Denim departmanının başına geldim, orada çalıştım. Kısa bir sür sonra kendi tasarı ofisimi kurdum ve kendi tasarım ofisimden Türkiye’nin bilinen iyi markaların perakendecileriyle çalıştım. Network, Koton, US Polo, Lacoste gibi markalarla çalıştım. Aynı zamanda İspanya, Kanada, İtalya, İngiltere’de de farklı firmalarla çalıştım. Türk tasarımcı olarak bunları yapmış olmak ayrıca beni mutlu ediyor.


2010 yılında Garden of Denim Design (G.O.D.D.) adındaki ilk markamı kurdum. Sürdürülebilir bir markaydı. Kağıttan denimler laktozdan tişörtler hazırladığımız bir koleksiyondu. İlk fuarımızı Milano’da yaptık. Sonrasında Kopenhang, Kanada, İspanya, İtalya, Yunanistan’da yer alarak 72 satış noktasına ulaştık. İnanılmaz yoğun bir süreçti.





İlerleyen süreçte kadın giyim üzerine Tuba Ergin markasını oluşturdum. Şu anda da hala onu yapmaktayım. Ağırlıklı olarak Ortadoğu ülkeleri var. Yine aynı şekilde Amerika’da, Japonya’da ufak tefek butikler var. Henüz bir önceki markanın satış ağına ulaşamadık, çünkü bu segmentteki işler biraz daha zor yürüyor.



Bir yandan da sürüdürülebilir aksesuar markasına Sabancı’nın lastik şirketi Brisa ile başladık. Ben uzun zamandır zaten sürdürülebilir moda ile uğraşıyordum. Özellikle endüstriyel atıkları temizleyip tekrardan tekstilde birleştirip kullanma yönünde bir takım çalışmalarım olmuştu. Brisa’nın o zamanki genel müdürü Hakan Bayman ile ortak bir çalışma içerisine girdik. Lastiği, kadınlara hitap eden ürün haline getirmek istiyordu. Hazırladığımız koleksiyonu beğenince bunu marka haline getirmek istediler. Fakat ilerleyen zamanda Hakan Bey işten ayrılınca bu proje Brisa ile değil "Tu Bag" olarak hayata geçti. Koleksiyonda lastikten oluşan sırt çantası, clutch, kemer gibi ürünler yer alıyor.





"Tu Studio" adında yeni bir marka çalışmasına başladık. Sektörde 1968 kuruluşlu bir firmayla beraber yapıyoruz. İşin üretim ve lojistik kısmıyla onlar tasarım ve kreatif kısmıyla ben ilgileniyorum. Beden aralığı olarak daha geniş formalarda. Böylelikle daha geniş kitleye ulaşabilecek bir marka. Şu an tamamen yurt dışında ama önümüzdeki dönemlerde yurt içi satışına da yöneleceğiz.





Koleksiyonunu oluştururken nelerden ilham aldın?


Ana ilham kaynağım doğa. Sürekli olarak gezip gördüğüm ve şu ana kadar tecrübe ettiğim her şeyden etkileniyorum. Seyahatlerde gördüğüm insanın giydiği ya da kullandığı aksesuarlar her şey olabilir. Asıl beni her zaman en derinden etkilen şey doğa. Doğaya girip incelediğin zaman en ufak şey de bir taşın dokusunda bile esin kaynağı var. Doğa muhteşem!



Sonbahar-Kış koleksiyonunda hangi renklere yer verdin?


Sonbahar-Kış koleksiyonumuzda çok sakin bir renk paletimiz var. Siyah aşığı bir insanım. Siyah benim için vazgeçilmez. Dolayısıyla siyah tabii ki var. Onun dışında antrasit, acı kahve, pudra, ten renkleri, açık griler, soğan kabuğu gibi tonlara yer verdik.





Beğendiğin tasarımcılar kimler?


Benim genel olarak takip ettiğim bir akım var. Wabi-Sabi denilen bir felsefe akımı var. Mükemmel olmayanın mükemmelliği üzerine aslında. Doğada hiçbir şeyin bozulmadan, kırılmadan ve zamanla yaşlanmadan devam edemeyeceğinden yola çıkarak bunun içerisinde güzelliği bulmayı amaçlayan bir felsefe. Aslında bunu paragraflarla anlatacağım kadar derin felsefe. Bu yaklaşımla tasarım yapan birçok isim var. Yohji Yamamoto onlardan biri. Rick Owens ve Burberry en beğendiklerim.





En çok hangi ünlüyü giydirmek isterdin?


Madonna tabii ki. :)


Tuba Ergin kadınını nasıl tanımlarsın?


Üretken, dinamik, gündüzden geceye kadar yoğun bir tempo içerisinde yaşayan ve bu tempo içerisinde kendini farklılaştırabilen, cilalanmış parlak değil de daha detaylarda gizli kadınlar. Yine iddialı, kendine ait seksapelitesi olan aynı zamanda daha androjen ve erkeksi detayları da taşıyıp ikisini bir vücutta buluşturabilen kadınlar.




Her kadının gardırobunda mutlaka bulunması gereken parçalar neler?


Aslında kendini içinde iyi hissettiğin şeyler. Bunu çok daraltmak doğru değil. Siyah elbise ve beyaz gömlek tabii ki olmazsa olmazlar ama her daim kendini her lokasyonda iyi hissedebileceği bir parça olması gerekir. Bu modadan bağımsız olarak bir jean olabilir ya da çok iyi bir trençkot olabilir. Her şeyin üzerine kombinleyebileceği bir şey.





Gelecek sezonda Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul'da yer alacak mısın?


Şu an değerlendiriyorum. Ocak ve Şubat ayı için büyük projelerim var. Biraz onlara konsantre olmuş durumdayım.



Türkiye’de moda sektörünü nasıl görüyorsun?


Özellikle 15 yıllık dönemde çok gelişti. Moda haftalarının başlaması da çok önemli bir şey. Her ne kadar Paris, New York, Londra Moda Haftası gibi henüz olmadıysa ve belki yakın zamanda da olamayacaksa bile yapılmaları çok önemli. Çünkü Türkiye genel olarak tekstil cenneti. Şu ana kadar ağırlıklı olarak üretim üssü olarak kullanılmış ama bir o kadar da kreatif ve potansiyel sahibi tasarımcı var bu ülkede. Bu kaynağın gerçekten ortaya çıkarılması ve bir şekilde dünya vitrinlerine taşınması gerekiyor. Bunun içinde ülke olarak öncelikle kendimiz buna inanmalıyız. Hükümetin bu konuyla ilgili bir takım teşvik ve destekleri var, bunların daha çok artması gerekiyor. İyi bir yolda gittiğimizi düşünüyorum. Şu an Ortadoğu’nun moda merkezi haline geldik. Fakat önemli olan bunu bütün dünyaya yaymak, Ortadoğu’da kalmak değil.





Moda tasarımı okumak isteyen yeni nesile ne önerirsin?


Üniversitelere konuşmacı olarak moda tasarımı bölümü öğrencileri için davet ediliyorum. Oralarda bu soru sıkça geliyor karşıma. Öncelikle moda tasarımı gerçekten zor bir iş. Dışardan görüntü olarak bizi tamamen sanatçı kafasında yaşayan insanlar olarak gösteriyor ancak işin gerçeği o değil. Biz sanat ile ticareti birleştiren insanlarız. Müthiş bi disiplin ve çalışma gerektiriyor. Bunları yapmadığın takdir de rekabet o kadar fazla ki… Sadece Türkiye’de değil dünyada da aynı. Moda tasarımı okumak isteyen bir gencin kendine baz alması gereken şey; global arena. Yani Türkiye’den de çıkabilmeli. Dolayısıyla gerçekten bu isteğe, istikrara, disipline ve çalışma azmine sahipse bu işe girsin. Eğer bunlar yoksa sektör onu yutar ve bir zaman sonra bunalır, yapamaz hale gelir.



Geleceğe yönelik markanla ilgili hayallerin neler?


Markamı uluslararası arenada görmek istiyorum. Hem Amerika’da hem Uzakdoğu’da ve sonrasında Avrupa’da. Avrupa şu an çok doymuş bir pazar. Oraya girmesi daha zor ama Uzakdoğu ve Amerika pazarı oldukça büyük. Oralarda mutlaka yer alabilirim diye düşünüyorum. Zaten bununla ilgili girişimlerim var.

Sonbahar-Kış koleksiyonuna ulaşmak isteyenler bu kıyafetleri nereden satın alabilir?


Gizia Gate’de satışta. İnternet üzerinden kendi e-ticaret sitemiz var. Aynı zamanda Lidyana ve 365ist’te satılıyor. Bunların dışında İzmir, Antep ve Alanya’da özel tasarımcı butikleri var oralarda satılıyor.



Kişiye özel tasarım yapıyor musun?


Yapıyorum. Aslında çok ana iş kolumuz olmamakla beraber kendi koleksiyonum üzerinden kişiye özel adaptasyonlar yapıyorum.




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.