40 yaşına gelmeden Profesör ünvanını almış; 9 kitabı, yayınlanmış çok sayıda makalesi var. Bir vakıf üniversitesinde senelerce rektörlük yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliğinin yanında Oxford Üniversitesi’ndeki akademik çalışmaları hala devam ediyor. Üstelik onlarca taçlandırılmış başarıları var. Eşinden bahsederken gözleri parlayan bir kadın ve iki çocuk annesi: Deniz Ülke Arıboğan...


Evinin kapılarını röportajımız için açıyor. Her zamanki gibi çok güzel ve sade, güler yüzüyle karşılıyor bizi. Hep güzel yönleriyle bakmış hayata belli, gülünce gözlerinin içi gülüyor. Evde huzurun kokusu var, eşiyle uyumu, eşine sevgisi, saygısı gün gibi… Çocukların yetiştirilmesine yansıdığı da kesin. Oğlu 29, kızı 23 yaşında. Başlıyoruz annelik deneyimi ile ilgili konuşmaya…


Oğlunuzu ilk kucağınıza verdikleri anda neler hissettiniz, nasıl yaşadınız o ilk günleri?

Aslında oğlum doğduğunda çok anlamamıştım annelikten. Normal doğum yapmama rağmen ağır dikişlerim, ağrılarım vardı, 15 günde 15 kilo verdim. Lohusa depresyonunu da yaşadım. Sütüm gelmedi, mama vermek durumda kaldım. Dolayısıyla bunca olumsuzluk arasında çok anlamadım annelikten. Annem ilk günlerde yanımdaydı ve yardımcı oldu. Kırkıncı günden sonra gitti ve ben o zaman oğlumla baş başa kalınca anlamaya başladım anneliği, onun altını değiştirmek, ilgilenmek hoşuma gitti. Tabii ki büyük bir aşk başlamıştı oğluma karşı. Daha önce kimseye karşı hissetmediğim bir aşk. Ben eşim Lutfi ile genç yaşlardan beri birlikteyim ve muhabbetli bir ilişkimiz vardır, 30. yılımızı kutladık geçenlerde çok şükür. O dâhil kimseye hissetmediğim ve hissedemeyeceğim şeyler hissettim oğluma.


Aradan geçen 29 yıl ‘anneliğe’ bakış açınızı nasıl değiştirdi?

Tabii bir bebeğin annesi olmak ve bir yetişkinin annesi olmak farklı şeyleri getiriyor beraberinde. Bebekken annesiyle simbiyotik bir ilişki gibiyken büyüdükçe bireysellik kazanmaya başlıyor çocuk. Okula başlıyor örneğin, arkadaş ediniyor. O bağımsızlık kazandıkça siz de buna uyum sağlıyorsunuz. Bir yetişkin olduğunda artık ayrı evde yaşıyor. Yetişkin biri olduğu için bunun gerekli olduğu da biliniyor belki çok istenmiyor (anne tarafından) ama şartlar ona da alıştırıyor. Dolayısıyla her evresinde farklılıkla var aslında. Şimdilerde pazar günleri, gelmeden önce yapmamı istediği yemekleri söyler oğlum ya da beni yemeğe çıkarır ve her şeyden konuşuruz. Çocuklar büyüdükçe, büyükler çocuk; çocuklar büyük gibi oluyor. Kıyamayan, zarar gelmesin diye gözlerinizin içine bakan onlar oluyor.


Biyografinizde özellikle dikkat çeken şeylerden biri doktoranızı oğlunuzla bitirmenize ilişkin kısım... Uykuyu çok sevmeyen bir bebeğin annesi olarak o süreçte nasıl birlikte çalıştınız? Bu yeni anneler için oldukça önemli bir konu- özellikle uykusuz gecelerde nöbet tutan annelerin umutsuzluğu varsa umut olsun onlara cevabınız…

Aslında insan vücudu uyum sağlamak üzerine programlanmış. Önceleri ilk günler, uzun geceler karanlık bir yol gibi geliyor insana. Ama öyle değil; mutlaka bitiyor. Burada durumu çok abartmamak lazım. Oğlum uykuyu sevmiyordu ben gözümü kapattığım an ağlıyordu ama okuma yaparken ya da yazarken rahattı, beni izliyordu. Dolayısıyla birlikte tamamlamış olduk çalışmalarımı. Yorgunluğu da vücudum bir süre sonra kabullendi. O zamanlar yatılı yardımcı konusu şimdiki gibi rahat da değildi. İşten döndüğümde bakıcımızı kapıda hemen çıkmak için giyinmiş bulurdum. Eşim o dönemde profesyonel sporcu olduğu için uykusuna dikkat etmek zorundaydı ve bana yardım da edemiyordu. Asistan olarak derslerimin olduğu dönemde derste yorgunluktan birkaç kez bayılmışlığım da var.


Peki ikinci çocuğunuzun dünyaya geleceğini öğrendiğinizde neler hissettiniz?

'Oğlumdan sonra nasıl bir bebek olacak ki ben onu oğlum kadar sevebileceğim' diye düşünüyordum, çok seveceğimi de düşünmüyordum ikinci bebeğimi. Ama öyle olmuyormuş o deneyimde de büyük bir aşk başlıyor anne-bebek arasında. Kızım doğduğunda daha rahattım ve anneliği anlamıştım aslında. 30 yaşında olmanın verdiği olgunluğu da yaşadım onunla. Oğlumda henüz evliliğim yeniydi, düzen bile tam oturmuş değildi. Kızımı dünyaya getirdiğim yaşın verdiği olgunluk başkaymış tabii.


Çocuklarınızın arasındaki yaş farkı sizin işinizi kolaylaştırdı mı, onları büyütme kolaylığı açısından soruyorum?

Tabii tabii. Bu zaten olması gereken bir şeydi benim için, öyle planlamıştım. Doktoramı tamamladıktan sonra dünyaya getirdim kızımı. Oğlumu da doya doya yaşamıştım. Koynumda uyuttum bol bol, yanımda yatırdım hatta 7-8 yaşlarında yanımızda yatmak isterdi ara ara aldım yanıma. Bu konuda hep sezgilerimle hareket ettim doğrusu. Artık o okula başlayacaktı ve benden daha bağımsız olacaktı ben de kızıma zaman ayıracaktım. Böyle olması doğru oldu benim açımdan.


Sizin akademik dünyaya ilişkin yaptıklarınız, kitaplarınız, makaleleriniz, ünvanınız vs. o kadar çok şey var ki kariyerinize ilişkin. Çocuklarınızı yetiştirirken iş hayatı ve onlar arasındaki dengeyi nasıl sağladınız?

Ben bu konuyu kadınların biraz abarttığını düşünüyorum. Sadece ben değil benim birçok akademisyen arkadaşım bu süreci gayet başarıyla götürdü. Önemli olan çocukla her an vakit geçirmek değil; vakti iyi geçirmek. Sürekli çocuklarıyla beraber olmak kimseyi daha iyi anne yapmaz. Kaliteli zaman denen şeyi başarmak daha önemli. Bebekler/çocuklar uyuduğunda bir sürü şey yapılabilir. Ayrıca 24 saatlik zaman dilimi yeterince uzun. Değerlenmek istendiğinde iyi şeyler yapılabilir. Üstelik günümüzde birçok annenin bakıcı desteği de var hem yatılı opsiyonuyla.





Kendi yetiştirilme sürecinizden getirdiğiniz ve çocuklarınıza da yansıtmak istediğiniz özel şeyler oldu mu? Bu bir yaklaşım olabilir, gelenek olabilir…

Babam ( Mahir Kaynak) rahmetli olana kadar onunla derin entelektüel sohbetler yapardık. Ben de kendi çocuklarımla bunu sağlamaya özen gösteriyorum. Onlarla okul, iş, dünya, siyaset vs. konularda konuşabiliyor olmak onlar için de benimle vakit geçirmeyi görev, mecburiyet olmaktan çıkarır; bunu bir gereksinim olarak görürler. Vakit geçirmeye kendilerinden gereksinim duyarlar ki bu da önemli benim için. İkisiyle de yapıyoruz bunu bol bol, mutlu oluyorum tabii. Benim ailemin kadınları güzel yemek yapmaları ve misafir ağırlamaları ile ünlüdür. Ben de çok severim mutfakta uğraşmayı. Çocuklarım da bundan hoşlansın isterim, kızım seviyor da oğlumun çok ilgisi yok.


Peki, onları yetiştirirken olmazsa olmazlarınız var mıydı?

Ben disiplinli bir anne oldum. Terbiyeli çocuk çok severim, özellikle kızım hareketli bir çocuk olmasına rağmen kimseyi rahatsız etmeden büyüdü. Biz aile olarak muhafazakâr bir aileyiz ve bizim için bayram gibi özel günler önemlidir. Bayramlarda çok tatil yanlısı değilizdir, tatildeysek bile ilk gün mutlaka bayramlaşılır. Bunlara dikkat ederek büyütmek önemliydi bizim için. Ki şimdi bunun ritüele bindiğini görmek keyifli. Oğlum mesela bayramda ananesini ve teyzesini mutlaka ziyaret eder. Babaları bayramlaşma sonrası hala harçlık verir. Eşim de ben de ailelerimizin üzerinde tuttuk hep elimizi. Yeni aile ileriye büyümeyi gerektiriyor ama isterim ki onlar da gerideki ailelerini unutmasınlar. Bizim büyüdüğümüz gibi yetiştirdik aslında, çok farklı değil. Bir gün kızımın okulundan aradılar, arkadaşı saçını çekmiş. Nasıl özür diliyorlar, şikâyet edip etmeyeceğimi soruyorlar, saçının çeken arkadaşının velisini de aramışlar. ‘Yok, tabii ki’ dedim, ‘Hepimiz ite kalka, biraz kavga ederek biraz saç çekerek büyüdük.’ Yani çok olağanüstü hale getirmeye gerek yok, Anadolu’da nasıl çocuk büyütülüyorsa öyle oldu bizde de.


Eşinizle çocuklarınızı yetiştirme konusunda nasıl senkronize oldunuz? Siz mi yönlendirdiniz yoksa kendiliğinden mi oldu, kulisler yaptınız mı, nasıl davranmanız gerektiğine ilişkin?

Eşimin çocukların yetişmesi konusunda etkisi çok olamadı; yoğun programları, kampları vardı o süreçte. Dolayısıyla çocukların yetiştirilmesi konusunda öne çıkan ben oldum. Aslında babalarına kalsa çok şımartırdı onları. (gülüyor) Evde ben ‘bayan hayır’; o ‘bay evet’ durumu söz konusu. Çocuklar bir şey istediğinde babadan isteyip sonra beni iknaya çalışırlardı.


Çocuklarınızın okul yaşamına, kariyerlerine etki ettiniz mi?

Tabii yönlendirmeler yaptım. Ama oğlumun akademik yaşamında lise döneminde Fransızca eğitim veren bir okula yönlendirmiş olmak hataydı diye düşünüyorum. Çünkü o çok sevemedi o ekolü. Kızım zamanından önce lisansını tamamladı, erken yaşta da yüksek lisansını tamamladı, mutluluk verici tabii.


Çocuklarınızın ilk olarak hangi tavrı, davranışı sizi çok etkiledi ve emeklerinize değdiğini düşündürdü?

Oğlumun çok babacan bir tavrı vardı, hala da öyle, çok mutlu oluyordum. Kıyamayan, koruyucu bir tavır, kardeşi düştüğünde falan hemen kaldırmaya çalışırdı. Şimdilerde de benim ağır bir şey kaldırmama, yorulmama izin vermez, çok hoşuma gidiyor.


Yeni annelere anlatmak istediğiniz, vermek istediğiniz bir mesaj var mıdır acaba?

Bir bebek doğduğunda ve anne, eskiden rahatlıkla yapabildiği şeyleri artık yapamayınca onları bir daha hiç yapamayacakmış gibi geliyor. Bu kısıtlanma duygusu da umutsuzluğu beraberinde getiriyor. Şunu bilmelerini isterim ki bu durum geçici. Birkaç sene sonra her şeyi istediğiniz gibi yapabilir hale geliyorsunuz.Ondan sonra zaten çocuklar arkadaş, dost oluyor hayatta, yanınızda.


Şimdilerde çocuklarınızla ilgili kurduğunuz hayaller var mı?

E tabii, torun mesela… İsterim ki zamanı geldiğinde torunlar olsun ve biz de büyük anne- büyükbaba olarak onlarla vakit geçirelim, oynayalım. Zannediyorum ki tatlı, eğlenceli birer büyükanne-büyükbaba oluruz.


Röportaj: Bengü Kantekin Günal

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Harika bir söyleşi, örnek bir yaşam tarzı, bildiğimiz Anadolu Kültürü. Umarım alacağımız dersler çıkartırız. Tebrik ederim.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.