Tohumdan Sofraya, yerel üretici ile şehirli tüketici arasında köprü olmayı hedefleyen bir proje. Ilgın ile Serhat, mutfağına girdikleri, evlerinde, bahçelerinde misafir oldukları köylülerden topladığı mis gibi sebzeleri, meyveleri, el yapımı salçaları, reçelleri arabalarına doldurup 15 günde bir İstanbul’a geliyorlar. Kapı kapı dolaşıp, taze ve doğal gıdaya hasret kalan müşterilerine ulaştırıyorlar.


İstanbul’un ortasında organik tavuğu, doğal yumurtayı, ilaçsız meyveyi sebzeyi nereden bulacağını bilemeyenlerin imdadına yetişiyorlar bir yerde. Elbette talep arttıkça, oturduğunuz yerden bu tür ürünleri sipariş verebileceğiniz yerlerin sayısı da artıyor; ama Tohumdan Sofraya, sadece birebir tanıdığı, bildiği, hatta üretim sürecine katıldığı ürünleri elleriyle paketleyip taşıyarak, bu alanda fark yaratıyor.


Ilgın ve Serhat ile Gezi Parkı’nda buluştuğumuzda 15 günde bir geldikleri İstanbul’un hayhuyundan biraz yorgun ama her zamanki gibi de neşeliydiler. Hikayelerini dinlerken “arabada yer varsa ben de sizinle dönüyorum!” dememek için kendimi zor tuttuğum oldu açıkçası! Tohumdan Sofraya projesini, şehirden köye göçlerini, göçebeliklerini; en çok da yaptıkları işin, hayallerinin peşinden gitmenin aslında o kadar zor olmadığını konuştuk…


- İkiniz de İstanbul’da doğup büyüdünüz. Şehirden ayrılmaya nasıl karar verdiniz?

Ilgın: Geçen seneye kadar da şehrin göbeğinde yaşayan, hafta içi deli gibi çalışan insanlardık. Çalıştığım iş beni inanılmaz boğmaya başlamıştı, ikimiz de mutsuzduk. Her zaman söylerdim, böyle yaşamayacağım, gideceğim buralardan diye ama nasıl olur, nasıl yaparız bir fikrimiz yoktu.


Gezi zamanı tanıştığım bir arkadaşım beni “Armağan Uçuşturma Çemberi” adlı bir gruba eklemişti. Nedir ne değildir bilmiyorum tabii. İnsanlar birbirlerine bir şeyler hediye ediyor, ihtiyaçlarını söylüyorlar, yardımlaşıyorlar… Pek anlamıyordum. Çok sıkıştığım, artık İstanbul’da nefes alamayacağımı düşündüğüm günlerden birinde gidip orada ‘akıl fikir armağanı’ istedim. “Şehirde çok bunalıyorum, nefes alamıyorum, ne yapacağımı bilmiyorum, bir yolu var mıdır?” diye sordum. Bir beklentim de yoktu açıkçası, belki sadece dertleşmek istiyordum. Kim bana ne diyebilir ki diyordum, kimseyi de dinlemiyordum o sıralar…


Serhat: Beni de dinlemiyordu ki! Ya bak ne güzel ev aldık, çalışıyoruz, uğraşıyoruz, güzel olacak diyordum, dinlemiyordu… (Gülüyor.)


Ilgın: Gruptan tahmin edemeyeceğim kadar sıcak cevaplar aldım. Orada tanıştığım Begüm, bana bu hayata mecbur olmadığımı, göçebe gezen, hayallerini kovalayan bir sürü insan olduğunu anlattı. “Herkes senin dostun, her yer senin evin, istediğini yapabilirsin” dedi. Sonra onların organize ettiği bir buluşmaya gittim. Topluluk hayatından, hayallerden konuşulacak… Şıkır şıkırım tabii, topuklular filan! Biri sunum yapacak, biz de dinleyeceğiz zannediyorum. İçeri girdiğimde sanki yıllardır dostum olan insanların arasındaydım. (Anlatırken gözleri doluyor…) Şehirdeyim, sarılmayı bilmem… O gün bir sürü insana sarıldım. Bütün hikayem değişti.


- Kesin kararlı mıydın şehirden ayrılmaya?

Ilgın: Ben tutunacak bir şey bulmuşum, resmen kucağına bıraktım kendimi o insanların. Olmazsa her şeyi bırakacağım, işimi, evimi, Serhat’ı bile… Öyle ümitsizdim yani. Burada yaşayamayacağımdan emindim. Tükenmişlik sendromunun kralını yaşadım. Serhat’a dedim ki gidiyoruz. Onun da işleri iyi gitmiyordu. Bir yola çıkalım bakalım dedik.


- Serhat, sen nasıl ikna oldun peki?

Serhat: Ben başta epey önyargılıydım aslında. Bana biraz fazla spiritüel, biraz acayip gelmişti başta. (Gülüyor.) Biraz muhafazakar bir ailede büyüdüm, aman oğlum evin olsun, işin olsun, araban olsun diye beklentileri vardı ailemin. Sanal zincirlerim biraz daha fazlaydı yani. Sigortam olacak mı, para işini nasıl yapacağız, hep bunları düşünmek zorunda hissediyordum. Bir anda tanımadığımız insanların içine girmek garip geldi. Bunun yüzünden tartıştığımız bile oldu. Şimdi bambaşka düşünüyorum tabii…


- Sonradan bunu yapanları görünce mi değişti fikrin?

HT Hayat yazarı Ayşe Dirikman Kalıpçı


- Dönüşüm nasıl başladı?

Ilgın: Biz kararımızı verince evi boşalttık, bir depoda üç beş parça özel eşyamızı bıraktık sadece. İlk önce TaTuTa üzerinden bir plan yaptık, eko-çiftlikleri gezelim dedik. Önce Bayramiç Yeniköy’e gittik. İlk gittiğimizde turist gibiydim, buldumcuk olmuştum resmen. Her şeyin fotoğrafını çeken, her gördüğünü blogunda anlatan bir tiptim. Sonra bir gün, bir ineğin doğumuna çağırdılar. Hayatımda ilk kez bir doğum görüyorum. İnanılmaz büyülü bir an. Köydeki komşu Meryem Abla, “Bu kadını da çağırdım ama bir işe yarar mı bilmem, incecik de bir şey” dedi. O anda karar verdim. Ya bu deveyi güt, ya bu diyardan git. Üstümdeki hışır hışır montu çıkardım, oraya attım. Fotoğraf makinemi bıraktım. Kollarımı sıyırıp doğuma yardım ettim. O buzağının doğumu, benim için de bir doğum anı oldu. Yeni bir ben doğdu sanki orada. Bebeği tutup çıkarınca “karı cesaretli çıktı” dedi Meryem Abla. (Gülüyor.) O andan sonra fotoğraf makinemi bıraktım, orada yaşamaya başladım. Kendimi dinledim. Gördüklerimi izledim.


Kendimi yeniden yaşama döndüğüm bir hikayenin içerisinde buldum. O doğum, benim kendimi doğurmamla sonuçlandı. Yeniden doğdum. Bütün ruh halim değişti sonrasında.


Serhat: Şehirden çıkıp onu deneyimliyorsun, ama değişim öyle iki günde gerçekleşmiyor. Sen hazır olduğunda oluyor o ancak. Biz yola çıktıktan epey sonra kafalarımız değişti. Doğaya yakın olduğunda, her şeyi yeni baştan öğreniyorsun. Ellerimle yeniden tanıştım. Bir hayvanı doğurtmak, bir yeri çapalamak, ekmek yapmak, ellerinde bir şeyler üretmek… Bir şeylerin gerçekleştiğini görmek, doğayla yeniden bağ kurmana yardımcı oluyor…


- Zamanla, dünyayla, evrenle bağlantınızı yeniden buldunuz yani…

Ilgın: Kendini, bu bağlantıyı yeniden bulduğun yer işte doğa. Eğer kendini bu bütünün içinde hissedebiliyorsan, bakış açın da değişiyor.


- Böyle bir yaşam şehirde de mümkün değil mi, illa kıra mı gitmek lazım? Doğayla bağlantı kuramaz mıyız burada da?

Ilgın: Elbette mümkün, ama benim için değildi. Ben sakinlik, sessizlik olmasaydı kendimi dinleyemeyebilirdim. Ben iç dengemi doğada buldum.


Serhat: Burada dış faktörler çok fazla. Dikkatin dağılıyor. Herkesin köye gitmesine gerek yok ama içsel dengeye ihtiyacı var.


- Oğlum deli misiniz demediler mi?

Serhat: Şehirde hep asla yeterli olmayacak bir mirası düzmenin peşinde olma hali vardı. E oğlum artık evlendin, işin var, eşin de müdür oldu, çocuk da yaparsınız, para biriktirirsiniz, beklentiler hep bu yöndeydi. Kimse sana sormuyor ki mutlu musun diye, mutlu olacaksın diyor. Annem epey üzüldü mesela. Biraz aramız da açıldı açıkçası, nasıl olsa döneceksiniz diye de düşünüyorlardı belki. Ama sonra ne kadar mutlu olduğumuzu gördüler, projeyi de başlatınca biraz daha rahatladılar. Onlar için de anlamlı bir hale geldi. Onun arkasındaki ışığı da gördüler, kabullendiler. İlk ürün isteyenler onlardı!





“Duygusal olarak doyarsan karnın da doyar”

- Tohumdan Sofraya projesi oradan mı çıktı?

Ilgın: Köyden bir şeyler isteyen oluyordu tabi. Çiftlikleri dolaşırken, üreticinin de mutsuz olduğunu gördük. Köylüler “Üreteceğim ama kime?”diyor. İstanbul’da da kimse yediğinden içtiğinden memnun değil. Bu insanların birbirlerine ihtiyaçları var ama birbirlerini bulamıyorlar. Bir tür köprü olmak istedik.


- Hangi ürünü nereden alacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?

Serhat: Biz sadece tanıdığımız, mutfağına girdiğimiz, evlerinde kaldığımız insanların ürettiği ürünleri alıyoruz. Üretim sürecine de katılıyoruz. Ilgın süt reçeli yapıyor, salçalar yapıyor, ev tipi üretime katılıyor. Üreticilerimizin malzemeleriyle taze, doğal… Yemediğimiz şeyi kimseye götürmüyoruz. Birinin nasıl ürettiğini görmek için 15 gün yeterli. Gidip onlarla çalışıyoruz, tarladan mutfağa, süreci takip ediyoruz.


- “Yapacak başka iş mi yok” demiyorlar mı? Doğru düzgün kazanabiliyor musunuz ki bu işten?

Ilgın: Benzin paramız çıkıyor! (Gülüyorlar.) Yol yemek tamam, sigortası yok bir tek. Ama keyifli, sağlıklı bir hayat yaşayınca zaten hastalanmıyorsun… Bir gün kazandıracak, ama öyle çok da kazandırmayacak.


- Önceliğiniz para değil anladığım kadarıyla…

Ilgın: Bizim öyle çok paramız, malımız mülkümüz yok. Ama çok büyük bir zenginliğimiz var. Ürün getirdiğimiz herkesle arkadaş oluyoruz. Harika bir topluluğun içindeyiz artık. Ben yarın hastalanırsam, yüz bin lira toplarım. Benim topluluğumun bir sigortası var. Bizim en büyük zenginliğimiz şu anda bu. Hiç kiramızı geciktirmedik mesela. Bir şekilde oluyor. O yüzden bu işten ne kadar kazanacağımızı da çok önemsemiyoruz. Bu ticari bir girişim değil. Bu bir proje. Bizim hayatımızın projesi. Başarılı ya da başarısız olmayacak. Biz çok mutluyuz, birilerini de mutlu ediyoruz, gerisi önemli değil…


- Yine de bir yatırım yapmanız gerekmedi mi?

Ilgın: 2000 lirayla girdik biz bu işe. Hala aynı parayı çevirip duruyoruz. (Gülüyor.) Çok mutluyuz ama. Bir müşterimiz arayıp “çocuğuma bir haftadır yumurta yediremiyorum, ne zaman geleceksiniz tekrar” “oğlum artık nutella aramıyor, süt reçelinize bayılıyoruz” dediğinde ben zaten tatmin oluyorum. Artık biliyorum ki duygusal olarak doyarsan, karnın da doyar. Çok büyük paralara gerek yok. Biliyorum ki sıkışırsak, dertleşirsek bunu paylaşabileceğimiz harika bir topluluğumuz var.


Bu hikaye böyle devam etmeyecek, bizim başka hayallerimiz de var. İstiyoruz ki bu bir süre sonra topluluk destekli tarıma dönsün, biz de yeniden köye dönelim… Ekmeye biçmeye başlayalım. Biz de aç kalmayacağız, köylü de aç kalmayacak…


- Tüketici üreticiyi tanıyor mu?

Ilgın: Bizde her şey açık. Ürünü kimden aldığımı, ne kadara aldığımı, ne kadara sattığımı söylüyorum.


Serhat: Şehirdeki için o ürünleri üreticiden tek tek toplamak uzun vadede kolay değil, biz bunu kolaylaştırıyoruz. Onlar için topluyoruz, kapılarına götürüyoruz.


Ilgın: Yaptığımız şey bir yerde gıda kolaylaştırıcılığı aslında…


- Bir şeyler de öğretiyorsunuz aslında tüketiciye…

Serhat: Hazır tüketmeye alıştığımız için gıdayı doğru saklamayı da unuttuk. Sattığımız salçayı nasıl muhafaza edeceklerini de anlatıyoruz. Ne kadar zamanda tüketmeleri gerektiğini de… Gıdayı sadece satın almak değil mesele.


Ilgın: Saklama kılavuzu hazırlıyoruz mesela. Ürünleri en iyi nasıl kullanacaklarını da anlatıyoruz onlara. Yemek kültürü anlatıyoruz. Biri domates istiyor, Temmuz olmadan hayatta getirmem, yok çünkü, ben size domates sosu getireyim diyorum. Nasıl pişireceğini, kahvaltıda nasıl güzel yiyeceğini anlatıyorum. Henüz memnun olmayan olmadı!


“İsteyerek gidiyorsan, gerisi gelir”

- “Kıra kaçalım” furyası için ne diyorsunuz? Biraz para biriktirelim, arazi alalım, kırsalda yaşayalım hayali kuran çok insan var şehirde… Bende de vardı mesela, bir sahip olayım hevesi. Sonra baktım ki bir sürü çiftlik var, bir sürü güzel insan var, hepsinin yeri benim de sayılır aslında…

Ilgın: Bizde de o vardı başta. Bir yer alıp yerleşmeyi biz de düşündük. Önce biraz dolaşalım, bakalım dedik. Bir baktık ki, bu yapılmış zaten. İlla benim olacak diye bir şey yok. Egoyu bir kenara bırakıp, sahip olma hevesinden vazgeçtiğinde zaten görüyorsun ki, bütün dünya senin. O zaman bir şeye ‘benim’ diyebiliyorsun gerçekten de…


- Ee, ne önerelim o zaman kıra kaçma heveslilerine?

Ilgın: Kaçmayın. Önce kendi iç dengenizi bulun. İlla bir araziye, bir eve sahip olma hevesi olmasın. Gidin, dolaşın, bakın neler oluyor… Kabilenizi bulun. Gerisi gelir zaten…


- Yani kıra kaçmak için on sene çalışıp, bir dünya para biriktirip güzel yerler almaya gerek yok…

Serhat: Tyler Durden’ın da dediği gibi, her şeyini kaybettiğinde her şeyi yapmaya özgür olursun! (Gülüyor.)


Ilgın: Bir tane bilet al, tek gidiş, gittiğin yerdeki adam eğer çok istersen senin dönüş biletini ayarlar, sen rahat ol yeter ki. İsteyerek gidiyorsan, gerisi gelir. Oraya gidecek kadar paran olmasa bile, parasız seyahat etmenin de bir sürü yolu var. Yol Yola var (bir araç ve yol paylaşım grubu), otostop var, facebook’ta yaz kim gidiyor diye onlara katıl… Yeter ki iste yani!


Serhat: Biz herkese anlatıyoruz. Her şey yolda oluşuyor. Yola çıkarken bir niyet et, ne istediğini bil. Bir git bak, yapabilecek misin. Toprakla uğraşmak kolay değil mesela…


Ilgın: Şehirden çok bıktığın için mi kıra gitmek istiyorsun, yoksa gerçekten kırı sevdiğin için mi? Önce buna karar vermek gerekiyor. Köye gidip çekirgeden korkarsan, yastığın kokusunu beğenmezsen olmaz. O yastık öyle yumuşatıcılarla yıkanmıyor, kül suyuyla yıkanıyor, kusura bakma kokacak. Kırı sevmek başka bir şey. Pikniği sevmek başka bir şey.


- Yani şehirde yaşamanın karşıtı köyde yaşamak değil…

Ilgın: Bu karşıtlığı kırmak lazım. Şehri sevmeyen doğayı sever, doğayı sevmeyen şehri sever diye bir şey yok. Biri diğerinin karşıtı filan değil. Bir sürü seçenek var. Belki sadece işini sevmiyorsun.


Serhat: Belki evini sevmiyorsun. Bahçeli bir ev lazım belki, şehirde de bostanını yapabilirsin, toprakla haşır neşir olabilirsin… Bir sürü seçenek var. İlla pılını pırtını satıp yollara düşmene gerek yok.


- Şu anda yaşadığınız yer nasıl? İşleri nasıl idare ediyorsunuz?

Ilgın: Çanakkale’de merkezde yaşıyoruz. Bu işi yaparken aslında şehirde olmak, bizim için daha rahat. İnternetten siparişlerimizi alıyoruz, topladıklarımızı evimize getirip ayırıyoruz, paketliyoruz, ortalama 45 aileye gidiyoruz zaten. En fazla 60 sipariş alabiliriz. Üzerine çıkmak da istemiyoruz. Taze ürün topluyoruz, az az ve iyi ürün taşıyoruz.


- Müşteriler sorun etmiyor mu bunu? Yok illa salça isterim demiyor mu?

Ilgın: E bitti, ne yapalım! (Gülüyor.) Bilmediğimiz salçayı da alıp götürmek istemiyoruz. Eylül’de ancak yenisi gelecek. Ama isterseniz yazın mis gibi domates getiririz!


- Şehirli alışkanlığı…

Ilgın: Ben İstanbul’a gelince Starbucks’tan kahve alıyorum... O kahvenin nasıl geldiğini, şirketin su politikasını biliyorum. Ama ben bu hayatı zorlaştırmayacağım. Sütten çıkmış ak kaşık olmak gibi bir niyetim yok. Canım ne istiyorsa onu yapıyorum, farkındalıkla yapıyorum. Serhat nadiren de olsa gidip Burger King yiyor. Seviyor adam!


- Entel elitizmi diye de bir şey var bence. Kıra gidip şehirliyi aşağılayanlar da gördüm ben!

Ilgın: Bence başkalarının hayatlarıyla, yedikleri içtikleriyle ilgili konuşmayı bırakmamız lazım artık. Yüzde yüz doğal yaşam takıntımız yok. En günahsız olan ilk taşı atsın! Ben iki sene vejetaryendim, ağzımdan bir kere “vahşet, kan” gibi laflar çıkmadı. Sonra vazgeçtim, şimdi müthiş bir şükranla et yiyorum. “Nasıl bir etik temele oturttun” diye sordular. Artık hayatımda bir şeyleri böyle değerlendirmiyorum. Bu beden benim, bu zihin benim, benim tercihlerim bunlar. Kim bunu neden sorgulayabilir ki?


- Dolaşmaya başladıktan sonra huyunuz suyunuz da değişti mi? Başka türlü bir kabul hali bu anlattığın…

Ilgın: Kendimizi anlayıp dinlemeye başladık. Doğayı taklit etmeyi öğrendik. Durup kendimi dinliyorum. Öfkemiz yatışıyor. Değişime anlayış gösterebilmeye başladık. Süreçlerimizin tamamlanmasını beklemeyi öğrendik. “Bunu böyle yapamazsın!” demek yerine “bunu bir sebeple yapıyor, dur bakalım” diyebiliyorum. Birbirimizi daha çok tanıdık. Doğadaki değişim bize öğretti. İnsanların birbirinden ayrılmasının sebebinin değişimi kabullenememeleri olduğunu öğrendim galiba. Sen çok değiştin diye karşındakine kızıyorsun, ama kendi değişimine de saygı bekliyorsun. “Ama böyle dememiştin” demiyoruz artık. “Fikrin mi değişti?” diye soruyorum. Bütün ilişkilerimiz değişti. Ailelerimizle de ilişkilerimiz değişti. Daha yumuşak, daha anlayışlı olabiliyoruz artık her anlamda.


"Kurban olayım arazi almayın!"


- Çoluk çocuk niyetiniz var mı?

Ilgın: İstanbul’dayken hiç niyetimiz yoktu. Refüjlerde piknik yapan ailelerden olmak istemiyordum. Şimdi bütün evler bizim, bütün ağaçlar bizim, hepsine de salıncak kurabilirim, herkese de emanet edebilirim, o yüzden çok daha rahatım. İstiyorum. Aileler endişeleniyor, daha yeni iş kurdunuz, nasıl olacak, paranız yok diyorlar, ben rahatım…


- E önceliğiniz para değil ki artık!

Ilgın: O konuda da rahatım. Çocuğun isteği bitmez diyorlar, ben tüketim çılgını bir çocuk yetiştirmek istemiyorum. Öyle bir çocuğun beni seçeceğini zannetmiyorum. Özgürlüğe gelecek benim çocuğum, ne istiyorsa onu yapacak. Doğayı seven, bütünün parçası olduğuna inanan, kalbi aşkla çarpan, sevgi dolu, merhametli bir çocuğum olsun okuma yazma bilmese de olur. Tavuk görünce koşup sarılsın yeter. Benim öyle beklentilerim olmadığı için çocuk yapmakla ilgili korkularım da yok.


- Şehirdeki eğlence hayatınızın yerine ne koydunuz?

Ilgın: Ben köyde öğrendim ki 10’da uykun geliyorsa o gün güzel bir gün! (Gülüyor.) Çalışıyorsun, yoruluyorsun tabii.


- Öyle cumartesileri dans etmeye gitmeyi özlemiyorsunuz yani…

Serhat: Her an dans ediyorsun zaten! Sevdiğim işi yaparken sana her gün cumartesi. 9-5 deli gibi çalışıp haftasonunu iple çekmiyorsun. Günün her saati dans et, müziğini dinle. Eğlence için ekstra zaman ayırmana gerek yok ki.


Ilgın: Bu bir şehirli sorusu. Eğlence ile yaşam neden birbirinden ayrı tutuluyor ki? İstanbul’dayken, o haftayı unutmak için içiyorduk haftasonları. Şimdi arada sırada iki duble yetiyor, artıyor bile… Eğlencenin zamanı yok bizim için…


- Yaptığınız işten daraldığınız olmuyor mu hiç? Zorlukları yok mu?

Ilgın: İstanbul’a gelmek beni çok yoruyor. Şimdiye kadar 10 defa geldik sipariş getirmeye.


Serhat: Her defasında sırf ürünleri toplamak için yaklaşık 200 km yol yapıyoruz. Organize ediyoruz. Kim ne istiyor, nerden alınacak… Eve geliyoruz paketliyoruz, epey emek harcıyoruz. Geri dönüşüm esaslarını da önemsiyoruz, kavanoz topluyoruz, yumurta kutularını geri istiyoruz filan. İstanbul’a gelmesi ayrı iş, kapı kapı dolaş, trafikte kal. Yorucu oluyor tabii…




"Tohumdan Sofraya" tanışma paketi


- Hukuki kısmını ne yaptınız işin?

Serhat: Vergi levhası, psikoteknik belgesi, bir sürü belgeyi topladık ayarladık. Şahıs şirketi üzerinden tamamen yasal olarak işliyor süreç. Makbuz veriyoruz, vergi ödüyoruz…


- Nihai amacınız ne peki?

Ilgın: Bu hikaye ticari bir şeye dönüşmeyecek. Topluluk destekli tarım olsun istiyoruz. 500 kilo salça yap, alıcın var diyebilmek istiyoruz üreticiye. Ben kendimi “nasıl düştüm buraya” diyeceğim bir şeye sokmayacağım.


Şehirden kaçmamız lazım diyenlere ne diyorsunuz?

Ilgın: Bir kere buna kaçmak demeyin. Yeni bir deneyime ihtiyacım var deyin…


Serhat: Buradaki düzeni bozmadan, bir deneyin bakalım, bir gidin bakın yapabilecek misiniz, ne istiyorsunuz…


Ilgın: Kurban olayım, bu röportajı okuyanlara direkt söylüyorum, arazi almayın. Bir sorun bakalım, arazisi olan bir sürü insan var. Önce kimin yardıma desteğe ihtiyacı var, ona bakın. Sizi buyur edecek güzel insanlarla tanışın önce…



Ilgın ve Serhat'a ulaşmak için info@tohumdansofraya.com adresine mail atabilirsiniz, Tohumdan Sofraya projesini facebook'tan da takip edebilirsiniz. Ürün listelerini isteyin, seçiminizi yapın ve siparişlerinizi kapınıza getirsinler! Birer yorgunluk kahvesi içerken kolinin hazırlanma hikayesini sormayı unutmayın, illa ki anlatacak birşeyleri olacaktır çünkü!


Röportaj: Duygu İslamoğlu

dislamoglu@hthayat.com

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Süt reçelini nasıl alabilirim
    CEVAPLA
  • Misafir başarılar www.lezzettramvayi.com
    CEVAPLA
  • Misafir allah utandırmasın başarılar hep mutlu olun emi
    CEVAPLA
  • Misafir bu çift... ruhumuzun ve bedenimizin besin kaynağı, çok lezzetliler. insanlar, sürekli yolda, ilerleyen, piyasaya doğru değil, kendilerine doğru. onlara yoldaş olmak çok keyifli ve sağlıklı:)
    CEVAPLA
  • Misafir ımrenerek takip ettiğim muhteşem cift
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.