Michael Douglas: Nasıldım baba? Kirk Douglas: Çok kötüydün oğlum


100 yaşına 1 kala eskilerin ünlü sinema oyuncusu Kirk Douglas’ın hikâyesini kendisinden dinledik. Çocukluğundan dilinden düşürmediği eşi Anne’yle aşkına, oğlu Michael Douglas’tan felci nasıl atlattığına kadar uzun uzun konuştuk.


Film çekimlerinde onlarca kaza atlattı, şöhretin getirdiği depresyonları yaşadı, felç oldu ama hepsi geride kaldı. Seneye 100 yaşına basacak. Amerikalı sinema oyuncusu, film yapımcısı Kirk Douglas’tan bahsediyorum; yoksul bir ailede 6 kız kardeşiyle büyüyen, St. Lawrence Üniversitesi’ne burslu giren, okumak için temizlik dahil pek çok iş yapan, para karşılığı güreşen; Michael Dougles’ın babası, Catherine Zeta Jones’un kayınbabasından... Eşi Anne Dougles ile emekliliğin tadını çıkaran ünlü aktör sorularımı cevapladı.


99 yıl önceye dönelim mi?

99 yıl önce New York’un dışında Amsterdam adında küçük bir kasabada doğdum. Annem ve babam Rus Yahudisiydi. 7 kardeştik.


Asıl adınızı niye kullanmadınız?

Evet, asıl adım Issur Danielovitch, fakat Izzy Demsky adıyla büyüdüm. Daha sonra Kirk Douglas ismini kullanmaya başladım. O dönem azınlıklar isimlerini değiştiriyorlardı. Ayrıca Hollywood’da Schwarzenegger gibi akılda kalıcı, etkileyici isimler kullanmak çok önemli.


Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Çok fakirdik. Ailemden hiç kimse bir kelime İngilizce bilmiyordu. Bizler için Amerika’da yaşam çok zordu.


Babanız ne işle uğraşıyordu?

Babam at arabasıyla yakın kasabalardan eski eşya toplar satardı. Harika hikâyeler anlatan birisiydi ama genelde içki sofrasında arkadaşlarına anlatırdı. Kız kardeşlerimle sadece duyardık.


Peki ya anneniz?

Anneme çok düşkündüm, beni çok severdi. Bana hayat boyu unutamayacağım öğütler verdi. Yahudi dilinde; “Oğlum, bir dilenci bile kendinden daha kötü durumda olan birisiyle yemeğini paylaşmalı” derdi. Yokluk içerisinde olmamıza rağmen etrafta zor durumda olan insanlarla her şeyimizi paylaşırdık. Annem, kapıya gelen insanları asla boş çevirmezdi. Tabii ki biz de öyle gördük, öğrendik.





Aktör olmaya nasıl karar verdiniz?

Planım Broadway’de olmaktı. Ufak rollerde oynuyordum. Yönetmen Hal Wallis bana Hollywood’da önemli bir rol teklif etti. “The Strange Loves of Martha Ivers”taki rolümü karım Diana, çocuklarım Michael ve Joel’u geçindirmek için sadece bir fırsat olarak gördüm. İş bittikten sonra tekrar Broadway’a geri dönerim diye düşünüyordum. Hollywood’da; çok daha fazla fırsatın olduğunu fark ettim. Anlayacağınız kaza ile aktör oldum.


Kariyeriniz boyunca bazı filmlerin sizdeki yeri ayrıdır.

Yalnız ve Cesur sevdiğim filmlerimden biridir. Senaryosunu Spartacus’un da senaristi olan Dalton Trumbo yazmıştı. O dönem kara listede yer alan bir senaristti. Komünist olmakla suçlanmıştı. Hapis cezasına çarptırıldı. Kendisi gibi kara listedeki yazarlar takma isimlerle çalışıyordu. Spartacus’te isminin jenerikte yayınlanması için çok ısrar ettim. Bu şekilde Dalton yasağı delinmiş oldu. Bu filmle popülaritem doruğa ulaştı.


Peki en çok zevk alarak oynadığınız filminiz hangisiydi?

Sanırım; “Lust for Life”. Van Gogh’un hayatını canlandırdım o filmde. Van Gogh’un yaşadığı, gezdiği her yerde bulundum. Öldüğü yatakta ölüm sahnesini çektik. Film süresince Anne de benimle birlikte Fransa’daydı. Çok farklı bir deneyimdi benim için. Zevkle oynadım ama bir o kadar da sıkıntı yaşadım. Bu filmden sonra bir daha bir artisti canlandırmayı hiç istemedim. Çünkü duygusal olarak çok ağır ve yoğun bir tecrübe oldu. Ressam Marc Chagall, hayatını oynamamı istedi, teklifini hiç düşünmeden geri çevirdim.


‘Her türlü ödülü aldım’


Almadığınız ödül var mı?

“Hayat Boyu Başarı Ödülü” dahil her türlü ödülü aldım. Almadığım ödül kalmadı. 1985’te Fransız Legion d’Honneur Nişanı ve 2001’de Kennedy Center Honors tarafından “Ömür Boyu Onur Ödülü”, ABD Başkanı tarafından verilen en yüksek dereceli ödül olan America’s Highest Civilian ödülü ve “Başkanlık ve Özgürlük Madalyası” da aldım. Ancak beni en çok etkileyen, oğlum ve eşimin otel odama küçük bir Oscar ödülü bırakması olmuştur. O sırada Münih’te “Paths of Glory” adlı bir filmde oynuyordum. “Lust for Life” Oscar ödülünü kazanamazsam diye, neticede kazanamadık, oğlum Peter ve eşim bana böyle bir jestte bulunmuştu. Eşime o an, bir gün mutlaka en büyük ödülü alacağıma ve ellerine teslim edeceğime söz verdim. Gerçekten de hayat boyu başarı ödülünü aldım ve eşime teslim ettim.





'100 yaşını geçmek istiyorum’


Gelecek planlarınız nedir?

Amacım 100 yaşıma gelmek, hatta geçmek.


Bir şey kalmadı 100’e çok iyi görünüyorsunuz.

Yaşıma göre sağlığım gayet iyi. Her gün eşim Anne ile birlikte spor yapıyoruz. Hâlâ aktif bir hayat yaşıyorum. Sadece anda kalıyorum ve anı yaşıyorum.


‘Oğlum sen gerçek bir yeteneksin’


Michael Douglas aktör olmak istediğinde kendisini desteklediniz mi yoksa bu isteğine karşı mı çıktınız?

Her baba-anne, oğlunun aktör veya avukat olmasını ister. Biz de Michael aktör olmak istediğini söylediğinde destekledik tabii ki.


Sanırım bir piyesteki rolünde oyunculuğunu pek beğenmemişsiniz?

Californiya Üniversitesi’nde tiyatro bölümüne başlamıştı. Shakespeare’i oynuyorlardı. Seyretmeye gittik. Bana gelip, “Baba nasıldım” diye sordu? Ben de “Michael çok kötüydün” dedim. Fakat 2 ay sonra onu başka bir oyunda gördüm. Bu sefer çok beğenmiştim. “Oğlum sen gerçek bir yeteneksin” dedim. O günden sonra da çok iyi oldu.





‘Konuşamayan bir aktör ne yapabilir!’


Başınızdan bir de felç geçti.

Çok kötü bir tecrübeydi. Helikopter kazasından kurtulmayı başardım ancak felç felaketinden kurtulamamıştım. Çok iyi bir fizikte ve sağlıkta olduğumu düşünürken bu durum başıma geldi. Uzun süre konuşamayacağımı söylediler. Çok büyük bir depresyona girdim. Konuşamayan bir aktör ne yapabilir, eski dönemlerdeki sessiz film furyasını beklemesi gerekir.


Nasıl atlattınız o dönemi?

Anne sevgisiyle bana güç verdi. Benim konuşma terapileri almamı sağladı. Yattığım yere kahvaltımı getirir misin diye sorduğumda. “Kalkar mutfağa gelirsin, en kötü mutfakta uyumaya devam edersin” derdi. Yatakta hareketsiz olmamı kabullenmedi ve bu tavrı çok güç verdi.


Zaman zaman felcin bir lütuf olduğundan bahsediyorsunuz. Biraz açıklar mısınız?

11 yıl önce geçirdiğim felç, benim için bir lütuftu çünkü bize verilmiş güzelliklerin farkına vardım. En büyük beceri konuşmakmış meğerse. Felç olduğunda beyin eskisi gibi düşünüyor, düşünceler sıralanıyor ancak konuşman çok yavaş olduğu için çok büyük sıkıntı yaşıyorsun. İntihar tek kurtuluş gibi görünüyor. Bu düşüncelerden kurtulmanın tek çaresi gülümsemek, sevdiklerini düşünmek, senden çok daha kötü durumda insanların olduğunun bilincinde diğer insanlara yardım etmek.


O dönemi de verimli geçirdiniz ama felçten sonra 2 kitap yazdınız.

Geçirdiğim felci konu alan iki kitap yazdım evet. Birisi “My Stroke of Love” diğeri ise “Lets Face it”. Bu iki kitabım da çok ilgi gördü. Yüzlerce teşekkür maili aldım. Bu tecrübeyi yaşayan insanlarla yazıştım. Onlara güç verdiğime ve doğru bir örnek olduğuma inanıyorum. Horace Mann’in söylediği bir sözü çok beğenirim: “İnsanlık için bir zafer kazanmadan ölmek bir utançtır”. Ben de yaşadığım bu tecrübemin insanlara ışık tutmasını istiyorum.





‘Kazandıklarımızı ihtiyacı olanlarla paylaşıyoruz’


Bir de yardım kuruluşunuz var.

Anne’in ısrarlarıyla Douglas Vakfı’nı kurduk. Bugüne kadar kazandıklarımızı ihtiyacı olan insanlarla paylaşmaya karar verdik. Bu bizi çok mutlu eden bir olay... Çocuk okutuyoruz, tiyatro, televizyon ve sanatsal kuruluşlara yardım ediyoruz. İhtiyacı olan insanları destekliyoruz. Anne de ben de bu durumdan büyük haz alıyoruz.


‘Anne ilk yemek teklifimi geri çevirdi!


Nasıl tanıştınız eşiniz Anne ile?

Paris’teydim. 1953 yılıydı. “Act of Love”da oynuyordum. Anne ise filmin tanıtım kısmında çalışıyordu. Sıra dışı insanlarla iletişim içerisindeydi; John Huston, Moulin Rouge gibi... Çok güzel, akıllı, çekici bir kadındı. İlk gördüğüm anda çok dikkatimi çekmişti. Çok lüks bir restorana Anne’i yemeğe davet ettim. Fakat benim yemek teklifimi geri çevirdi. Evde omlet yapıp yemeği tercih edeceğini söyledi. Çekindiği belliydi. Sonra arkadaş olduk. Ancak kendisiyle daha fazlasını yaşamayı arzuluyordum. Bir gün sirkte aktörlerin katılacağı bir şovda bana eşlik etmesini istedim. Görevim, smokinle bir fili takip etmekti. Anne bunu çok komik buldu. Bense bir taraftan fili takip edip diğer taraftan pisliğini temizlemekle meşguldüm. Anne benim o halimle çok eğlendi. O gün yakınlaştık. Her zaman Anne’e şöyle derim; “Senin beni filin pisliğini temizlerken görmen; aramızdaki aşkın başlangıcı oldu.”


Nasıl evlenmeye karar verdiniz?

Anne’yi Beverly Hills’e filmim bitmek üzereyken çağırdım. Bir gün onu odada valizini toparlarken buldum. Beni terk ediyordu. Yaşantımdan ve etrafımdaki insanların bana olan ilgisinden ürkmüştü. O an Anne’i ne kadar çok sevdiğimi anladım. Evlenmeye karar verdim. Las Vegas’a uçtuk. Yanımızda birkaç arkadaşımız vardı. Orada evlenmeye ikna ettim.





Eşiniz evlilik seremoninizin tuhaf olduğunu söylüyor. Neydi tuhaf olan?

Teksaslı biri bizi evlendirdi. Anne, 4 dil bilmesine rağmen Teksaslının şivesini anlayamadı, “Evet” demesi zaman aldı.


Sonra boşanıp bir daha evlendiniz?

Başlangıçta evliliğimiz çok güzeldi. Sonradan maalesef Anne’e çok zor günler yaşattım. Boşandık. Fakat 2004’te tekrar evlendik, her şey çok daha güzel oldu.


50. evlilik yıldönümü partiniz çok iyiydi.

Evliliğimizin 50. yılında oğlum Michael (Dougles) ve gelinim Catherine (Zeta Jones) muhteşem bir davet organize etti. Çok romantik bir kutlamaydı. Tüm dostlarımız, sevdiklerimiz yanımızdaydı. Anne bir sürpriz yapıp Yahudi gelini kılığında geldi. Yıllar önce Paris’te tanıdığım günlerdeki kadar güzeldi. O günü hiç unutamayız.


Röportaj: Dilek Birgen

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.