Ne Şehrazat vardı karşımda ne de Feride... Sesi bile farklıydı. Karşımda Bergüzar Korel vardı. Hayata cesaretle bakan, hakkının yendiğini düşündüğü anda kaşları kalkan, birçok konuda duyarlı, sözünü esirgemeyen ve kendi içinde kırılganlıkları olan... “Deli” tarafını babasından, fedakâr yanını ise annesinden aldığını söyleyen Korel’in önümüzdeki yıla dair farklı planları var. Dizilere ara veriyor ve kendini tiyatro sahnesine atıyor. Hatta kimse ona rol vermezse kendi tiyatrosunu bile kurabilir, o kadar niyetli ve istekli yani... Pantene’in yüzü olan Korel’le Boğaz’a bakan bir terasta buluştuk, yürüttüğü “Cesur ol” kampanyasından mutfakta pişirdiklerine, sinemadan hayalini kurduğu tiyatro oyununa kadar uzandık.


Dizilerin neredeyse tüm dünyada yayınlanıyor. Bizim Nazenin geçen ay Küba’ya gittiğinde alışveriş için bir bakkala giriyor. Bakkal hiç ilgilenmiyor. Çünkü o sırada Binbir Gece’yi izliyor. Nazenin “İlgilenmiyorsun ama bizim dizileri izliyorsun” deyince kadın bir anda “Dizinin sonunda evlenecekler mi?” diye soruyor. “Evet evleniyorlar, hatta gerçek hayatta da evlendiler” cevabını alan Kübalı kadın, akrabası evlenmiş gibi mutlu oluyor. Büyük bir güç...

Aslında ben bu gücün hâlâ farkında değilim. Nasıl farkına varılır çok da bilmiyorum. İnsanlar fikirlerime ve yaptığım şeylere değer veriyorlar. Pek çok genç kızdan “Sizi örnek alıyorum” lafını duyuyorum. Omuzlarımda ciddi sorumluluklar var, doğru adımlar atmak zorundayım. Zor, çünkü hata yapma ve saçmalama lüksüm hiç yok. Yurtdışındaki ilginin de tabii ki farkındayım ve ülkem adına çok mutluyum. Türk oyuncular Türkiye’nin tanıtımında ciddi rol oynuyor. Ben de evrensel boyutta bir iş yapmanın mutluluğunu yaşıyorum. Demek ki; Binbir Gece duygulara o kadar hitap eden bir senaryo ki dünyanın her tarafında izleniyor. Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Güney Amerika’da... Güney Amerika’dan çok davet alıyoruz, gitmek istiyorum. Ancak çok yoğun çalıştığım için, kısa süreli ziyaretler için 17-18 saatlik uçuşlar yapamıyorum.


Yakında direkt uçuşlar başlıyor...

Öyle mi? Aslında bu iyi bir fırsat olabilir çünkü gitmek istiyorum. Bu zamana kadar çok yerde oynadı ama Güney Amerika kadar net geri dönüş aldığı, insanlarla net ilişki kurduğu bir yer olmamıştı. Biraz galiba bize benziyorlar.


‘Herkesin kalbi gibi olsun hayatı’


Hollywood gibi dizilerimizin gücünü kullanamıyoruz, popüler kültürü etkileme konusundaki treni kaçıyoruz... Siz oyuncular üstünüze düşeni yapıyorsunuz, kültür politikalarımızla bu avantajı iyi kullanamadığımızı düşünüyorum.

Oyuncular olarak kültür politikasında üzerimize düşeni fazlasıyla yaptığımızı düşünüyorum. İleriye dönük ciddi adımlar atılacaksa bunun planlı, profesyonel ve stratejik olması gerekiyor. Türkiye’de bu sistemin yavaş yavaş oturacağından şüphem yok. Bu bizim ülkemiz için yeni bir şey... Ayrıca biz bu işin görünen kısmıyız ama set, ışık, kameraya kadar emek veren, canla başla çalışan koca bir ekip var arkamızda... Yaptığımız işlerle biz yurtdışında seviliyorsak onların payı büyük. Yurtdışındaki kültür politikalarımızla ilgili avantajımızı kullanabilmemizin öncesinde kendi ülkemizdeki telif hakları sorunumuzu çözmemiz gerekiyor.





Ekip çalışmasının altını sürekli çiziyorsunuz. Hakkaniyet ve ekip çalışması sizin için önemli. Sanatçılar içinde en aktivist duran, birinin canı yandığında twit atan, tepki gösteren sizsiniz, cenazelerde bulunuyorsunuz... Çok mu haksızlığa uğradınız?

Bu hayatın çok gerçek olmadığını acı tecrübelerle öğrendim maalesef. Sahip olduklarıma şükrediyorum. Herkesin kalbi gibi olsun hayatı... Hayata dair duam budur. Yaptığımız işte herkes çok emek veriyor. Bütün bu özveri karşısında hakkaniyetli olmaktan başka bir seçenek zaten yok benim hayatımda... Başka türlüsü mümkün olamaz. Onun dışında herkes gibi haksızlığa tahammül edemiyorum. Bu yüzden susamıyorum bu ama kimseyi kırmak da istemiyorum. Söylediğiniz söz, sizin ne söylediğinizle değil, karşınızdakinin ne anladığıyla ilintili olmaya başladı artık. Ve bu durum beni oldukça rahatsız ediyor. Bu yüzden konuşmamayı tercih ettiğim zamanlar da oluyor.


‘11 ay sonra eski mahalleme döndük’


Hollywood starları gibi yaşıyorsunuz, makyajsız dışarı çıkıyorsunuz, sokağa karışıyorsunuz. Sanırım siz böyle mutlu oluyorsunuz...

Ben böyle mutluyum. Oturduğum mahallede kimse benim Bergüzar Korel olmamı umursamıyor. Pijamamla dışarı çıkıp çocuğumu servise bindiririm, kapıma gelen sebzeciden alışveriş yapıp ayakkabımda sorun olunca kunduracıya da giderim. Ali doğduktan sonra evimiz küçük geldi diye çok bilinen bir siteye taşındık. Evimiz büyüktü, şartlarımız iyiydi ancak 11 ay sonra mahalleme döndük. Komşuluk benim için çok önemli, sabahları “Günaydın” diyebilmek ya da evde yumurta kalmadığında alt komşudan istemek çok güzel bir his... Kapıya gazeteci geldiğinde, ilk haberi bakkaldan alıyoruz: “Abla senin evi bir kamera çekiyor. Kim o?”


Koruyucu melekleriniz var...

Onlar neyse ben de oyum. Herkes nasıl yaşıyorsa ben de öyle yaşamayı seviyorum. Yazın hiç bilmediğimiz yazlık bir sitenin plajına gittiğimizde, oradaki insanların bizi kendilerinden biri gibi görerek bizimle çekirdek çitleyip kısır ikram etmeleri beni mutlu etmeye yetiyor. Yaptığımız iş sebebiyle her şey o kadar fazla sunuluyor ki bize onların hayatın gerçeği olduğuna inanırsak, kendi gerçekliğimizi kaybederiz. Benim gerçeğim ailem, yaşadığım mahalle, cumartesi günü gittiğim semt pazarı. Gerçek hayattan koparsam mutlu olamıyorum.


Emniyet sübabı sizin için...

Herkesin içinde olmalıyım. İnsanlarla aramdaki mesafe azalıyor. Onlar da benim onlardan biri olduğumu anlıyor. Kırmızı halıdan geçerken, bir karakteri canlandırırken ya da bir dergi, gazete çekiminde o kadar ulaşılmaz gözüküyoruz ki, istemiyorum öyle olmayı.

Sanatçı bir aileden gelmenin bir etkisi olabilir mi?

O zaman cep telefonu yoktu, insanlar da makineyle dolaşmıyordu. Ama benim çocukluğum, dışarı çıktığımızda anne-babamın yanında sürekli sevgi sözcükleri duyarak geçti. ‘’Ne kadar düzgün bir ailesiniz’’ derlerdi. Babam da her biriyle tek tek konuşurdu. Beni görüp “Fotoğraf çekinebilir miyiz?” diye panik yapanları; ki “Çekinebilir miyiz?” lafını çok sevmiyorum. Derim ki: “Merhaba, nasılsın? Ben Bergüzar, senin adın ne?” Hal hatır soruyorum. Tabii ki, oyuncu anne-babanın çocuğu olmak bir şans. Ben biraz antrenmanlıydım.


Anne ve babanızdan nasıl izler taşıyorsunuz?

Annem fedarkârlık kelimesinin karşılığı bence... Önceliği hep biz olduk.





‘Annemin başka bir seçeneği yoktu’


Onu eleştiriyor musunuz bu konuda? Oyunculuğu ikinci plana attığı için...

Evet, ama başka bir seçeneği yoktu. Babam bu işi yaptırmazdı. Yaptırsa da biz olmazdık. Son derece yetenekli bir kadın. Annem sadece babama değil bize de âşıktı. Hâlâ öyle, günde 3-4 defa konuşuyoruz. Ailemle iletişimim hiçbir zaman kopmuyor. Eleştirsem de annemden fedakârlığı öğrendim. Sükûneti, idare etmeyi öğrendim. Babama gelirsek; kanı deli akan bir adamdı babam. Bir yanım ona çok benziyor, sıkıntılar yaşanabiliyor. Babamdan da dürüst olmayı ve sınıf ayrımı yapmamayı öğrendim. Her ikisinden de öğrendiğim yegâne şey ailenin önemi...

Annemi en çok eleştirdiğim konularda onun gibi davranmaya başladığımı görüyorum. Siz?

Evet öyle... Hep en kötü ihtimal gelir aklıma. Ya da o kadar çok negatif haberler almaya alıştım ki. Birine iki kez arayıp ulaşamazsam kaygılanırım. Çok rahat bir anne olduğum söylense de o huy geçmiş bana da.


Bunu fark ettiğinizde ne diyorsunuz kendinize?

Bergüzar değerini bil, bu anın tadını çıkar, şükret.


‘Ne çikolata ne de kahve keyfimden ödün veremem’


Sağlıklı beslenmeye dikkat ettiğinizi biliyoruz...

Takıntılı değilim. Sadece sebze ve meyveyi marketlerden değil, pazardan alıp yerli üreticiyi desteklemeyi tercih ediyorum. Evde aileme yaptığım yemekleri, olabildiğince en doğal şekilde yapmaya çalışıyorum. Sağlıklı besleneceğim diye, ne çikolata ne de kahve keyfimden ödün veremem.


Mutfağa girmeye fırsatınız oluyor mu?

Son zamanlarda az giriyordum. Çalışan bir kadına göre mutfakta vakit geçirme konusunda fena değilim... Mutfak benim rahatlama alanım. Yemek yapmayı seviyorum ama yemek yapmanın dışında; yazın domatesleri alıp konserve yapmak, ya da Ali’ye çikolata kreması hazırlamak, eşe dosta fıstık ezmesi, reçeller hazırlayıp hediye etmek benim için çok keyifli...


Ali’ye en çok hangi yemeği yapıyorsunuz?

Her şeyi yaparım. Ama onun en çok sevdiği, beraber yaptığımız muffin’ler. Yemek yapmak çok basit aslında, büyütülecek bir şey yok. Giritli olduğumuzdan her şeyi çiğden yaparız. Elim de lezzetlidir. Mütevazı değilim o konuda. İnsanlar seviyor. Havuçlu tarçınlı kekim meşhurdur. Kuruyemişlerden yaptığım lezzet toplarım vardır, diyettekiler onu çok sever.


Tipik bir Egelisiniz...

Otsuz sofraya oturulmaz bizde. Rahmetli anneannem pikniğe gittiğimiz zaman ot toplar, akşam da pişirirdi.


Sizin için en büyük lüks nedir?

Ayaklarımı uzatıp evden dışarı çıkma zorunluluğumun olmaması, bir yere yetişme telaşından bir nebze uzak kalmak benim için büyük en lüks.


‘Kadınların bu kadar güçlü ve cesaretli olması hazmedilemiyor’


“Cesur ol” kampanyasının yüzüsünüz. Bir kadın için bu zamanda cesaretli olmak çok kolay değil, tün dünyada şiddet artıyor. Nasıl cesaretli olacağız?

Tüm dünyada var evet. Hatta Oscar törenlerinde Patricia Arquette çıktı ve aynı çağrıda bulundu. Dünyanın en ileri düzeydeki ülkelerinde de var. Çuvaldızı kendime batırmak istiyorum. Belki kadınların bu kadar güçlü ve cesaretli olması hazmedilemiyor. Çünkü bir kadına “Sen yaparsın” denildiğinde kadın üstesinden geliyor. Bir güç savaşı var ortada. Sadece kadına değil insana, hayvana, kısacası nefes alan hiçbir canlıya şiddetin bir açıklaması olamaz. Çocuklara yapılan şiddet beni çıldırtıyor. Bunun ciddi psikolojik bir sorun, acizlik, güçsüzlük olduğunu düşünüyorum. Küçücük bir tokadın bile bir özrü olamaz. Özellikle çocuklara yapılan şiddetin de bilincinde olunmasını istiyorum. Pedofili diye de bir gerçek var. Bu suçu işleyenlerin en ağır şekilde cezalandırılmaları için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Hâlâ pedofili kelimesinin anlamını bilmeyen pek çok insan var. Kadınlara sesleniyorum, sindirilmesinler. Hemen diyecekler ki: “Ohh Bergüzar senin tuzun kuru, çalışıyorsun; istediğin her şeyi yapabilecek ekonomik özgürlüğe sahipsin.” Hiçbirimiz o kadar güçlü değiliz. Lütfen susmasınlar.

Anne-babaya çok iş düşüyor. Ne yapmalı?

Her şeyden önce çocuklarımıza vücutlarının dokunulmayacak yerleri olduğunu öğretmemiz gerekiyor. Biri böyle bir şey yapmaya kalkıştığında bunu ailesiyle paylaşmaktan korkmamalı çocuk, bunu bilmesi gerekiyor. Önce aileler bilinçlendirilmeli ki çocuklarını doğru yönlendirebilsin ve çocuk da konuşmaktan, paylaşmaktan korkmasın... Ben Ali’ye ‘’Ben seni çok seviyorum. Dünyanın en büyük hatasını da yapsan seni her zaman seveceğim ve hep senin yanında olacağım” diyorum. Bunu söylesinler ki ne yaşarsa yaşansın çocuğun ilk paylaşmak istediği kişi ailesi olsun. Bu röportajı okuyan bir kişinin bile bilinçlenmesi benim için çok önemli...


En çok kadınların ve annelerin cesaretli olması gerekiyor.

Biz dünyaya bir can getiriyoruz. Bundan daha cesur bir şey olabilir mi hayatta?


Bu bir erkek meselesi bir taraftan...

Her şey konuşarak çözülebilir. Şiddet eğilimi olan erkekler, erkeklik ve adamlık arasındaki farkı anlasınlar. Adam olmak zor, erkek olmak çok kolay.


Benim de 6 yaşında bir oğlum var. Erkek anneleri son zamanlarda hedef. Ben buna katılmıyorum. İnsan yetiştirmek önemli...

Benim oğlum, “Anne beni ittiler okulda, niye itti?” diyor. “Sen ne yaptın” dediğimde, “Bu yaptığın hoşuma gitmedi, lütfen itme diyorum, yine itiyor” diyor. Çocuklar daha da acımasız olabiliyor. Ben Ali’ye birine vurmayı değil, kendini korumayı öğretmeye çalışıyorum. “Hakkını yedirme kendini koru, gücünün farkında ol.” Bir anne olarak adaletli ve vicdanlı bir çocuk birey yetiştirmeye çalışıyorum. Nefes alan her şeye sevgili, saygılı ve merhametli olmasını gerektiğini, zaten artık kendisi biliyor. Çocuğun hamurunda var, zaten söylemeye de gerek kalmıyor. Gerçek sevginin bir zararı olamayacağını bilen bir birey yetiştirdiğimiz için çok mutluyum.




'30’dan sonra her şey değişti’

Saçlarınız çok güçlü. Merak ediyorum sette ne kadar sürede hazırlanıyor o kocaman topuzunuz?

Hayranlarımdan saçlarıma nasıl bu kadar iyi baktığımla ilgili sorular alıyorum. Sizin de bildiğiniz gibi hayatım setlerde geçiyor ve sık sık fön, krepe gibi birçok işlem uygulanıyor. Haliyle şekillendirme işlemlerine maruz kalan saçlarım yıpranıyor. Zamanla sağlığını ve gücünü yitiriyor. İşte bu noktada Pantene giriyor devreye...


“Cesur ol” kampanyasıyla, saçlar konusunda da cesur olmamızı öğütlüyorsunuz.

“Cesur olun, saçınızı kestirin”den ziyade, uzatmak galiba daha cesurca. Burada kendiniz için bir şeyler yapın. Boyatmak ya da kesmekten ziyade, kendinizle eğlenin. Niyetimiz kadınların algılarının açılması. Kendi adıma konuşursam, saçlarına önem veren bir kadın olarak, sette her gün saçlarımın o kadar işleme maruz kalması yeterince cesaret gerektiriyor. Hayatta birçok şeye çok kolay karar verirken, saçlarımız söz konusu olduğunda çok cesur olamıyoruz. Ben de buradan kadınlara saçları konusunda cesur olmanın çok keyifli olabileceğini söyleyebilirim. Bunu yaparken de yıpranmasından korktukları saçları için Pantene’den destek alabilirler. Çok eğleneceklerini garanti ediyorum.

Hayatta eğlenmeye başlamak için bir eşiği atlamak gerekiyor. 30’dan sonra daha çok eğlenmeye başladığımı fark ettim. Sizin açınızdan durum nasıl?

Evet, galiba 30’dan sonra değişti her şey. Her zaman eğlenmeyi ve gülmeyi seven bir çocuk ve genç kızdım. Ve her zaman kendime eğlenebileceğim alanlar yarattım. Anne olduktan sonra kendim için güzel vakit geçirmek Ali’yi uyuttuktan sonra başlıyor. Gün içinde Ali’ye ayırabileceğim bir zamanda önceliğim onunla eğlenmek oluyor. Mininum haftanın bir gününü kendime ve kız arkadaşlarıma ayırıyorum. 30’umdan sonra şunu anladım; çalışırken, hayatı yakalamaya çalışırken aslında önceliğim hep sorumluluk olmuş. 30’umdan sonra bu gerçekle yüzleştim. Ben ne kadar mutlu olursam ve eğlenirsem, sevdiklerimi de o kadar mutlu ettiğimi gördüm.


‘Endişeleniyorum’


100. bölümü yaptınız. Instagram’da “100. bölümü çekilecek başka bir dizi yapılabilir mi?” demişsiniz. Bu konuda endişeleniyor musunuz?

Endişeleniyorum. Sektörün durumu malum... İyi projeyi bulmak laboratuar işine dönüştü. Formülü hâlâ bulunamadı. Çok dizi yayına giriyor, büyük emek var. Reyting sistemi çok acımasız. Yaptığımız işler dünyada bu kadar çok seviliyorsa demek ki biz gerçekten yüksek standartlı, iyi işler yapıyoruz. 5 günde 120 dakika dizi çekiyoruz. Herhangi bir sinema filmi bile 1 ayda minimum çekiliyor. Ve tüm bu emeklerden sonra büyük umutlarla yayın hayatına başlayan işler, kaldırılıyor. Bir şeylerin değişmesi şart...

Ama kimse bir şey yapmıyor. “Süreler kısalsın” deniyor ama bir değişiklik yok.

Bu sezon denediler işte. Yayından kalktı. En başta izleyicinin destek vermesi gerekiyor. Bence her şeyin rayına oturması için biraz daha zaman var.


‘Sinemaya odaklanmak istiyorum’


Sinemaya gelirsek, çok fazla film çekiliyor, iyi-kötü, farklı tarzlar. Dizi sektörü dünyaya yayılsa da sinema biraz geriden geliyor. Siz nasıl bakıyorsunuz sinemaya?

Oscarlı filmlerinin hepsini izledim. Kendi ülkemizdeki filmlerle karşılaştırınca geliştiğimizi görüyorum. Ama hâlâ bir film gösterime girdiğinde, atılan başlıklar dikkatimi çekiyor. “Bu film ağlatır”, “Sevişme sahneleri dikkat çekti”, “Bu film güldürecek”! Filmlere bakış açımız sığlaşıyor. Garip bir ters orantı var. Gelişmeye çalışıyoruz ama film başarısı gişeyle ölçülüyor. Örneğin kısa film olarak tasarlanan Whiplash’in uzun metrajı çekildi. Filmdeki hikâyeye ve mekânlara baktığımızda çok sade ve yalın bir anlatımı var. Bu da bize gösteriyor ki samimi ve gerçek bir şey olduğunda dikkat çekiyor. Bakış açımızın biraz daha derin olması gerek. Bir filmin ne kadar güldürdüğü, kaç tane sevişme sahnesi değil, ne söylediği önemli.


Var mı projeler?

Dizide üçüncü sezondayız. Çok yoruldum. Dizi anlamında biraz duracağım. Yeni sezonda inşallah bir tiyatro oyunuyla seyircinin karşısına çıkmayı planlıyorum. Diziye minimum bir sezon ara verip sinemaya odaklanmak istiyorum.

Sanatın farklı alanlarını denemek istiyor musunuz?

Resim yapmaya çalışıyorum da hiç yeteneğim yok. O kadar heveslendim boyalar, fırçalar aldım olmadı. Denediğim şeyler o kadar olmuyor ki, hani bir anlam yükleyip “Hımm, sürreal bir çalışma olur belki” dedim o da olmadı. İyi bir müzikalle sahneye çıkmak mesleğime dair en büyük hayalim. Bir oyuncunun kendini en özgür hissettiği yer sahne. Piyanoya uzun süredir oturmadım. Şu yoğun tempo bittikten sonra derslere yeniden başlamak istiyorum.


Yazı?

Yazıyorum ama okutmuyorum.


Ne yazıyorsunuz?

Hikâye şeklinde değil, daha çok denemeler yazıyorum. Tatilde biraz kafamı dinleyip bununla ilgilenmek istiyorum.


Biraz aylaklık lazım kafayı toplamak için.

Evet, kitap okurken, “Şu anda harcadığım zamanda ezber yapabilirdin Bergüzar! Yarın 20 sayfa adliye çekimin var” diye kendi kendime söylenirken buluyorum kendimi... Bunlar da çok keyifli zamanlar, ben de olabildiğince keyfini çıkarıyorum. Ama sanırım azıcık aylaklık vaktim de yaklaşıyor. Bunun için de heyecanlanmıyor değilim.


Röportaj: Aysun Öz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.