Mehmet Kurtuluş, Hollywood yapımı Big Game’den sonra, son olarak 8 Saniye filminde yine çarpıcı bir rolle karşımızda...

Ömer Faruk Solak’ın yeni filmi 8 Saniye’de Mehmet Kurtuluş, “sadece bakışlarla bile oyunculuk yeteneği nasıl gösterilir” dersi veriyor. Filmin tartışılacak çok yanı var. 3 filmlik hikâye tek filme sığdırılmış gibi. Ama oyunculukların her biri, en küçük rollerdekiler bile şahane. Mehmet Kurtuluş ise zaten oynadığı her filme derinlik katan oyunculardan biri... O yüzden oynadığı film gösterime girmiş, yeni filminin çekimleri de devam ederken buluşmak ve sohbet etmek istedim.


Senaryoyu ilk okuduğunuzda sizi etkileyen şey ne oldu?

Tamamen değişik bir şey olduğunu hissettim. Klasik bir senaryo olmamasından etkilendim. Ömer Faruk Sorak’ı merak ediyordum zaten ve o bu işin içinde olursa zaten değişik bir şey çıkacağından emindim.


Bir kez daha kadına şiddet uygulayan adam rolündesiniz...

Kötü adamı hep aynı oynarsan, o zaman tuzağa düşebilirsin. Kötü adam rol profilinin bir geçmişi var. Nereden geliyor bu adam? Asıl ilginç olan bu. Klasik kötü adam rolünü renklendirmezsen sıkılırsın. Sıkılmamaya çalışıyorum. Tabii sadece kötü adamı oynamıyorum. İyi, sevimli çocuğu oynamak, ona bir renk katmak da çok zor. Sıkıcı olmaması gerekli. Ben ayrım yapmıyorum seçerken.


Rol icabı dahi olsa kadına şiddet uygulayan erkek olmak rahatsız edici oluyor mu?

Tabii ki. Çünkü kadına karşı şiddet, kendinde bir zayıflıktır. Demek ki kelimelerle, davranışınla hedefine ulaşamıyorsun. Buna asla katlanamıyorum. Zayıflığı erkekte görüyorum.


Son sahnelerde sizi yaşlanmış olarak görüyoruz. Siz kendinizi yaşlı görünce ne hissettiniz?

Bu hep keyifli oluyor. Başka bir insanın hayatına, başka bir döneme girmek, değişmek keyifli. Oyunculuğun tadı da bu. Sette birbirimize gülüyoruz. Biz de aslında yaşlarıyla ilerleyen çocuklarız, başka bir şey değiliz. O çocuk tarafımızla aslında bu işi yapıyoruz. Tabii ki bir olgunlaşma var ama o çocuğu koruyabilmek önemli.


Fatih Akın gibi siz de Almanya’ya çalışmaya giden Türk ailelerin ikinci neslindensiniz. Başarılarınızla üçüncü nesle örnek olduğunuzu, onları etkilediğinizi düşünüyor musunuz?

Bizim direnişimiz değişikti. Annelerimiz babalarımız yüzde 70 Türk, yüzde 30 Alman’dı. Biz yüzde 50-50’yiz. Hem Almanya’yı hem Türkiye’yi biliyoruz. Bu sayede iki kültürü birleştirip değişik alanlarda sivrilen, başarılı olan arkadaşlarım var. Bunu ben de düşünüyorum. Biz futbolcularımızla, oyuncularımızla, hip hop’çılarımızla, doktorlarımızla üçüncü nesle kapı açtık diye düşünüyordum. Maalesef öyle olmadı çünkü üçüncü nesil, Almanya’da “kayıp nesil” olarak geçiyor. Onlar yüzde 70 Alman, yüzde 30 Türk. Ama Almanya’da yine Türk ve Türkiye’de Alman. Hiçbir yere uyamadılar. Biz en azından iki kültürü birleştirip yeni bir şey ortaya çıkardık. Onlar olmadıklarını olmaya çalıştılar ve olduklarını kaybettiler. Politik eğilim Almanya’da sağa kayıyor. Her pazartesi akşamı Dresden’de 18 bin kişi sokaklara dökülüyor. Yürüyüş yapıyorlar. Üçüncü nesil bu karışıklığın içine geldi. Zorluk çektiler. Tabii ki güzel şeyler yapanlar da var ama genel olarak kimlik karmaşası var, üçüncü nesilde.


Sizin çocuklarınızın Türkiye ve Almanya’dan hangi özelliklerini almasını isterdiniz?

“Almanya da Türkiye de sizin ülkeniz” derim. “Çünkü burada büyüyorsunuz, her şeyi burada öğreniyorsunuz ama sizin Türkiye’ye ihtiyacınız var. Türkiye’nin de size ihtiyacı var.” Biz çok aşırı bir milletiz. Orta noktamız yok. Mesela Alman’a “3’te burada ol” dersen, orda olur. Türk gecikir. Söylenen saatte orada olmak çok güzel, karşındakine saygı ama “Kardeşim kendini niye sıkıyorsun” demek de güzel. Bu ikisini birleştirebilirsen müthiş şeyler çıkacağına inanıyorum. O yüzden üçüncü nesli kayıp olarak görsek de yalnız bırakmamalıyız. Abdülhamid Düşerken benim Türkiye’deki ilk işimdi. 12-13 yıl önce. O zaman Türkiye’de Almanya’dan gelen çok oyuncu yoktu. Biraz değişik bakıyorlardı. Ama beraber geliştik. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu keşfettik. Eksiklerimizi birlikte kapatabiliriz.





‘Her şey tıkır tıkır yürüdü’

Big Game filminde rol aldınız, Samuel L. Jackson ile birlikte. Nasıl bir tecrübeydi o?

Acayipti! Disiplin açısından saniyelik bir işti. Her şey tıkır tıkır yürüdü. O iş için 3-4 ay ön hazırlık yaptım. Ön hazırlık sürecini çok seviyorum. Son sahneyi sadece 1 kez çektik. “Arkadaşlar yeni geldik bir ısınalım, çay içelim” yoktu. Prova yapmadan çektik. “Hollywood bu mu?” dedim! Jackson gelir, Jackson çeker, Jackson gider. Benim o çekimlerde öğrendiğim şey bu oldu. Bu işin büyüklerinin raconu buysa benim de o yöne doğru gelişmem lazım. Bir dönem Los Angeles’taydım, orada da gördüm bunu. “Abi 1 dakika” yok orada. Onu dediğin anda “Teşekkürler, sıradaki” diyorlar. Bu insanı başta korkutuyor ama sonra diyorsun ki “Doğrusu bu. Eğer buna ayak uyduramıyorsan başka işle uğraş.


‘Tereddüt çok derin’


Sizi bundan sonra nerelerde göreceğiz?

Şu an Yeşim Ustaoğlu’nun Fransız-Türk ortak yapımı “Tereddüt/Clair Obscur” adlı filminin çekimleri devam ediyor. Big Game, 2 saatlik mısır eşliğinde izlenecek tam bir sinema filmiydi. “Tereddüt” ise çok derin, duygusal bir sinema filmi. Yeşim’le ilk kez çalışıyoruz. Yönetmenlik tarzını çok sevdim. Mükemmel.


Röportaj: Heja Bozyel

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.