Prodüktörlüğünü yine Ozan Çolakoğlu’nun yaptığı “Sen Orda Yoksun”, “bir olgunluk çağı” albümü. Neredeyse tüm şarkılar sözüyle, müziğiyle Göksel’e ait. Ve hepsi de çok kuvvetli görsel imgelerle örülü, tutkulu hikâyeler anlatıyor. Öyle ki şarkıları dinlerken bazı ruh hallerinin; pişmanlığın, özlemin, düş kırıklığının, kalp ağrısının, acının, öfkenin, korkunun fotoğraflarına baktığımı hissediyorum. Hele albüme adını veren şarkıyla, adeta 1960’lardan kalma bir Yeşilçam filmi canlanıyor zihnimde. Olmayan bir adamın siyah-beyaz fotoğrafı, onu arzulayan ama cevap alamadıkça hırçınlaşan bir kadın ve finalde fotoğrafa fırlatılan kadeh... Röportaja bu siyah-beyaz fotoğrafla başlıyorum.


Sen Orda Yoksun, bir Metin Erksan filmini hatırlattı bana. İnsan neden bir hayale sığınır?

Sevmek Zamanı filmindeki adamı hatırladın, değil mi? Kadına değil, fotoğrafına âşıktı aslında. Her gün ona bakıyor, onunla konuşuyor, ona adeta gerçek biriymiş gibi davranıyordu. Bence hepimiz yapıyoruz bunu, yani âşıkken karşımızdaki kişiyi olmadığı biri gibi hayal ediyoruz. Ve ona içimizdeki boşluğu, özlemlerimizi, hayallerimizi yüklüyoruz. Hele bizim kuşağın kadınları... Biz o kadar çok Türk filmi seyrettik ki, onlara inanmaya başladık. Gururlu, mert, dimdik adamlar, kahramanlar bekliyoruz. Ama öyle biri yok ki aslında, olamaz. Kahramanlar da insan.


Bunu fark edince de öfkeleniyor muyuz?

Şarkıdaki kadın öfkeleniyor. “Sen benim kahramanım olmalıydın ama değilsin” öfkesi o. Kendimle çeliştiğim bir şarkı bu, çünkü hayatla tek başıma baş edebileceğimi, bir kahramana ihtiyacım olmadığını biliyorum ve bundan hoşnutum. Bir de şu var; aşk söz konusuysa karşındakinden asla emin olamazsın, kendinden bile emin değilsin ki... Duygularının ne kadarı gerçek, araya neler karışmış, bunları bilemeyebilirsin.


Kahramanın olmadı. Peki hayalinde ne var?

Tutkuyu ve güveni aynı anda yaşayabileceğim bir aşk hayal ediyorum. Sevmeye, sevilmeye, güvenmeye ihtiyacım var ama ilişkim tutkulu da olsun istiyorum.


Böyle bir şey imkânsızmış gibi geliyor kulağa...

Fakat aşkla alakalı başka hiçbir şey istemiyorum. Kahramanım benim kadar kuvvetli olmalı. İçsel bir kuvvetten bahsediyorum. Bunun dışında ne fiziksel güzelliği umursarım, ne de başka bir şeyi. Bir de değerlerimiz bir olsun. Dürüstlük mesela, benim için öyle önemli ki.


Tutkusuz olmaz. Ama bu albümün en güzel şarkılarından birinde “Nefretiyle, tutkusuyla aşk kahrolsun” diyorsun...

Tutkulu aşklar yoruyor da. Hele araya öfke ve nefret karıştığında. O şarkı öyle bir ruh halinin ürünü. Gerçi “Seni seviyorum, aşk kahrolsun” diye bitiyor. Yani başladığımız yere dönüyoruz.


Önceki röportajlarımızdan birinde, “Hayatıma giren bütün erkekler metres konumunda çünkü en büyük aşkım müzik” demiştin...

O yüzden vücudum izin verdiği müddetçe bu işi yapacağım; ölene kadar... Tabii şunu iyi öğrendim: Sen ne planlamış olursan ol, hayatın bir günde değişebilir... Dolayısıyla geleceğe sadece bu andan bakabilirim. Evet, müziği hiç bırakmayacağım, çünkü çok seviyorum. Benim var olma sebebim şarkı yazmak ve söylemek.


Ünlü yazar Füruzan bir röportajımızda, “İnsanlar her derinleşmenin acı pahasına olduğunu bilmeli, acıdan kaçarak âşık olunmaz” demişti. Sana da uyar gibi geldi bana, aşkın içinde acı çekmek var mı?

Kesinlikle. Acı çekmemek için kabuğuma çekilip hiçbir şey yaşamamaktansa, acı çekmeyi tercih ederim. Hissetmemek insanın başına gelebilecek en kötü şey. Aşkta da acı çekmekten korkmamak lazım, öğretiyor çünkü. Başka bir insanı kendinden daha fazla düşünür hale geliyorsun, aşağılara iniyor ve orada kendinle yüzleşiyorsun.


Demek ki aşk astrolojideki Satürn gibi...

Astrologlara göre haritanda Satürn yükselmeye başlamışsa, bu sürecin sonunda mutlaka öğreniyor ve değişiyorsun. Hayat iki türlü işliyor. Bazen yolumuza harika şeyler çıkarıyor, bazen de bizi hırpalıyor, üzüyor. İşte hakikaten öğrenmek için o üzüldüğümüz dönemlerin bizi olumlu anlamda değiştirmesine izin vermemiz, hayatın getirdiklerine açık olmamız gerekiyor. Ya da evimize kapanıp kimseyle görüşmeyeceğiz. Hastalanmamak için dışarı çıkmayan insanlar vardır ya, öyle. Eh, ama o zaman da yaşamıyorsun ki!





Sen Orda Yoksun için “Film gibi” dedim ama bu, öteki şarkılar için de geçerli. Dinlerken gözümün önünden hep fotoğraflar, kısa film parçaları geçiyor...

Şarkılarımı genellikle hayatımdan bazı anları hatırlayarak yazıyorum. Geçmişin o anları benim için artık eski bir filmin kareleri gibi olmuş demek ki.


Şarkılarda anlattığın kadın sen misin?

Saklayacak değilim, şarkılarım beni anlatıyor. Gözlemleyerek yazmadım hiçbirini. Zaten bir ruh halini anlamadan, tanımadan, bilmeden onunla ilgili güzel bir şarkı yazamam. Ama dur, ya bir gün bir seri katili anlatırsam? Yok, öyle bir şarkıyı öfkeli, yıkıcı, zalim anlarımı hatırlayarak yazardım sanırım.


O halde soracağım; zalim olabilir misin?

Herkes kadar.


Nasıl cesaret ediyorsun şarkılarında içini bu kadar açmaya?

Yazarken hakikatten yola çıktığında, dinleyici senin yalan söylemediğini, ortada bir kandırmaca olmadığını hissediyor. Ayrıca hakikati yazmak bana da iyi gelen bir şey. İçimden geldiği gibi. Hiç numara yapmadan. Kalbimi tamamen açarak. Ağıt yakmak gibi bir şey şarkı yazmak... Çok büyük acılar çekenler içlerinden gelen sesi durduramazlar ya, öyle. O ses senin içinden geliyor ama bir yandan da sen değilsin. Uçlarda yaşayan biriyim; mutluyken çok mutlu, üzgünken çok üzgün. Ve işte üzüntülü anlarda içimdeki o duyguların serbest kalması benim için büyük bir ihtiyaç.


"Ağzım biber gazından kurumuştu ama devam ettim"


Gezi zamanı verdiğin bir konseri unutamıyorum. Hani şu benim bir sürü fotoğraf çektiğim... Konser başladıktan sonra Taksim civarından biber gazı atılmaya başladı. Bir yandan bu hadiseler olduğu için çok üzülerek, bir yandan da burnumuzun direği sızlayarak dinledik seni.

Ama kimse mekânı terk etmedi. Tanrı’nın beni sınadığı gecelerden biriydi. Arka arkaya birçok konserim vardı. Bazılarını erteledik ama bazılarını erteleyemezdik. Epeyce düşündüm ve şu karara vardım: İşimiz şarkı söylemek, müzik yapmak... Konserlerin iptal edilmesi, bizim için bir nevi hayatın durması anlamına geliyor. O gece çok üzgündüm; korktum, endişelendim, dışarıda neler olup bittiğini merak ettim, insanların iyi olup olmadıklarını bilmek istedim. Bir yandan şarkı söylüyordum ama bir yandan da ağzım kupkuruydu.


Açık hava sahnesi tıklım tıklım doluydu...

Evet, biz de o 4 bin kişiye “Hadi evinize dönün” demektense hayatı kaldığı yerden sürdürmeyi tercih ettik. Şimdi de öyle bir dönemden geçiyorum. Tam yeni albüm çıkmak üzereyken kuzenimin eşini kaybettik, yasımız var. Öte yandan hep neşeli kalarak müzik yapılmaz, işin doğasında hayatta ne oluyorsa müziğine onu dahil etmek de var. Doktor olsan ameliyata giriyorsun diye kimse şaşırmaz. Ama bizim işimiz eğlence gibi görülüyor, ben bile suçluluk duyuyorum bazen.




"Hayatı, özgürlüğü, aşkı en çok şarkılardan öğrendim"


Yaptığın işi eğlence saymalarına bozuluyorsun, ne yapıyorsun sen tam olarak?

Şarkılarımda hem kendimi anlamayı, anlatmayı deniyorum hem de başkalarının kendilerini anlamalarını sağlıyorum. Ben de hayatı, özgürlüğü, aşkı en çok şarkılardan öğrendim.


Sanırım benim için de geçerli bu. Şahsen eğlenmeye itirazım yok ama üzgünken amacımız her şeyi unutup eğlenmeye bakmak olmuyor. İyileştirici bir etkinin peşine düşüyoruz daha çok.

Haklısın, kasveti, karamsarlığı artıran şarkılar yapanlar da var. Bu bir tercih. Ama bana göre değil. Lana Del Rey’e bayılıyorum mesela ama uzun süre dinlediğimde “Yeter artık” diyorum. Benim müziğim hiçbir zaman o kadar kasvetli olamaz.

"Mabel’le hem çalıştık hem eğlendik"


Albümün son şarkısı Denize Bıraksam’ı Mabel Matiz’le birlikte yazmışsınız...

Mabel çok iyi arkadaşım. Birbirimizi anlıyor ve seviyoruz. Hayatta önem verdiğimiz şeyler aynı. Tüm zamanını yaratarak, üreterek geçiren biri. Birlikte çok fazla vakit geçiriyoruz. Bu yaz iki kez beraber tatile çıktık, aslında bütün yaz birlikteydik. Albüme giren dışında da bir sürü şarkı yaptık. Her şey çok tatlıydı... Düşünsene; yan yana odalarda kalıyor ve albümlerimize hazırlanıyoruz... Ben hem çalışıyorum hem de onun yan odada gitarını tıngırdattığını duyuyorum ve bu bana ilham veriyor. Denize Bıraksam’ı da uzun bir kahvaltıda yazdık. Sonra da koşa koşa odalara gittik, şakıyı unutmadan kaydedelim diye. Böylece bütün yaz hem çalıştık hem eğlendik.


"Zeki Müren, el yazımla barışmam ı sağladı"


Albüm kitapçığındaki şarkı sözleri elle yazılmış...

Evet. Yazımı oldum olası hiç sevmedim. Kartonetteki sözleri ben yazayım, kenara köşeye minik çizimler iliştireyim istiyordum ama işte bir türlü bitiremiyordum. Utanıyordum galiba. Sonra Zeki Müren sergisini dolaşırken, onun elle yazdığı notları, mektupları gördüm. Yazısı muntazam değildi ama karakteristik ve çok güzeldi. Zeki Müren yazımla barışmama vesile oldu.


İllüstrasyonların hepsini sen mi çizdin?

Bazılarını ben, bazılarını arkadaşım Emel Kurhan çizdi. Bir tanesiyse Mabel’in. Öylesine karaladığı bir şeyi çok sevdiğim için saklamıştım. O sayfaya çok yakıştı.


Röportaj: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.