Hayır, hayır; onu anlatmaya “Göründüğü gibi mesafeli biri değil” diyerek başlamayacağım. “Aslında çok sıcak ve neşeli” de demeyeceğim. Melisa Sözen bunların hepsi. Sinemamızın, ekranların hatta son bir yıldır da tiyatromuzun genç ama yetişkin kadınlarından... Evet, Melisa’yı böyle tarif etmek gerek; genç ama yetişkin, hassas ama güçlü, sakin ama neşeli, naif ama cadı... Yanlış okumadınız, bence o bir cadı! Öyle olmasa 15 yaşından bu yana televizyon ve sinema sektöründe böyle başarılı bir kariyer yapabilir miydi? Öte yandan neredeyse hakkında olumsuz eleştiri yok, bu nedenle o bir tatlı cadı... İstanbul’un yeni, yarı tropikal ikliminin kendini hissettirdiği bir günde Park Bosphorus Hotel’de buluştuk Melisa’yla... Kocaman bir gülümsemeyle selamlaştık. İstanbul manzarasında sohbete başladığımızda gökyüzü bulutlarla kaplıydı, sohbetin sonuna doğru güneş fotoğraf çekimi için hazırdı. Cannes’dan büyük ödülle dönen Kış Uykusu’ndan reklam yüzü olduğu Pierre Cardin’in çekimlerine, yaramaz çocukluk yıllarından kardeşiyle film çekme hayallerine kadar çok şeyi konuştuk. Tabii “oyunculuğunu temize çektiği” tiyatroyu da unutmadık.




Yaz bitti, trençkotları giydik. Tatil yapabildin mi? Yaza girerken “Bu yaz seyahat etmeyeceğim, müze müze gezmeyeceğim, yatıp dinleneceğim” diyordun.

Yapamadım. (Gülüyor...) Ne güzel ki çalışıyordum. Yaz başında 3 günlük kısacık bir tatilin ardından 5-6 gün kaçma fırsatı buldum. Ama tatil boyunca sürekli “Keşke 1 ayım olsa” deyip durdum. “Hiç bir şey yapmadan kitap okusam, yatsam, kalksam, denize girsem” diye hayaller kurdum. Sonra o tatil 1 ay gibi geldi, şu anda iyi hissediyorum.


3 günde 1 aylık dinlendin...

Keşke daha uzun olsaydı... (Gülüyor.)


Seramik ve camdan bahsediyordun bir de...

Seramiğe, cama vaktim olmadı ama geçen gün gittim bir suluboya seti, defter mefter aldım.


Nasıl vakit bulacaksın?

Kocaman defterler değil canım, çantada taşınabiliyor. Vakit buldukça yapacağım. Tabii bir yerde kahve içerken çıkarıp boyalarımı resim yapmayacağım. (Gülüyor...) Ama kendim için küçük vakitler yaratacağım.


Annen resim yapıyor değil mi?

Annem yapıyordu sonra bıraktı. Biz küçükken devam edemedi.


Sizinle uğraşmaktan olabilir mi? Çok mu yaramazdınız?

Olabilir gerçekten, çok da uslu çocuklar sayılmazdık doğrusu.


Senin uslu olmadığını düşünmek biraz zor ama...

Sandığın gibi değil. Kardeşimle 3 yaş var aramızda ve annemi epey yoruyorduk.


22 yaşındayken 30’larında bir kadını oynadın. O yaşta yetişkin duruyordun. Oysa bizim yetişkin olamama gibi bir problemimiz var. Özellikle de erkeklerin. Ne zaman yetişkin oluruz sence?

Onun analizini yapmak bana düşmez, 29 yaşındayım. Ancak genel olarak baktığımda, belki çocukluğunu yaşayamamanın eksikliği olabilir. Sokakta oynayamamaları, belki de ailenin tedirginliğini hissedip içe kapanık yaşamalarından dolayı ileri yaşlarda çocukluklarını tekrar yaşamak istiyor olabilir insanlar. Bir de dünyanın gittiği yer bizi o hale sokuyor olabilir. Ülkemizde, etrafımızdaki ülkelerde yaşanan savaşlar, sürekli olumsuz haberler... İnsan belki de içgüdüsel olarak başka bir dünya yaratmak istiyor.


Mütevazı davranıyorsun ama sözlüklere girip bak, hakkında neredeyse hiç olumsuz yorum yok. Bunu nasıl başardın?

Vardır, belki de silinmiştir. Muhakkak oyunculuk olarak da kişisel olarak da beğenen beğenmeyen vardır, bilmiyorum.


‘Arkadaşlarım 'biraz derdini kalınlaştır' der’


Çok temkinlisin, yanlış anlaşılmak istemediğinden mi?

Benim hassas bir yapım var. Arkadaşlarım da “Biraz derini kalınlaştır” der. Aslında kalınlaştı da. Haksızlık ya da kötülük yapıldığında bunun mücadelesini vermekten asla kaçmam. Hatta orada kontrolümü bırakırım. Bir taraf haksızlığa uğradığında ya da kötülüğe maruz kaldığında bende bir şey atıyor. Ama şaşırdığım bir şey var, sosyal medyada biri bir şey paylaştığında karşı tarafı incitmeye yönelik saldırılara ve açılan savaşa inanamıyorum. Üstelik hiçbir sebebi yokken. Neden, aklım almıyor. Ona maruz kalmak ve onun mücadelesini vermek istemiyorum.


Eleştiri değil bahsettiğin...

Eleştiriyi kaldıramamak değil bu. Eleştiri güzel, kendine dışarıdan bakıp eksiğini bulmanı sağlayan bir şey. Ama sosyal medyadakiler bence eleştiri değil. Onlara üzülmem. Bir insan, bir insana fütursuzca saldırıyor, ben öyle kötü bir yerde yaşadığıma inanmak istemiyorum. Bir insanın bir insanı böyle incitmek istiyor oluşu, gerçekten içimi çok acıtıyor. Bunu aklım almıyor, sevmediğin arkadaşına bile öyle bir şeyler demezsin ki hiç tanışmayan insanlar birbirine inanılmaz küfürler yağdırıyor, nerede yaşıyoruz, neden? Ben sadece işimi yaptığım müddetçe ortada olmak, geri kalan zamanlarda normal bir hayat sürmek istiyorum.


“İşim konusunda eleştirilere açığım” diyorsun... Eleştiri de pek gelmiyor ama...

Beğenmeyen oluyor, zaten hep doğru şekilde oynama ihtimalim olamaz. “Her seferinde her şeyi mükemmel yapacağım” diye bir şey yok. Her seferinde yeni şeyler öğreniyorum. Dizide şöyle bir şansınız var: “Bu olmamış, bir dahaki bölümde böyle bir şey yapma, şu karakteri yaratırken şurası eksik kalmış, üzerine şunu koy” diyorum. Bu oyuncunun kendini geliştirme biçimiyle ilgili bir süreç. Oyunculuk bir taraftan da hiç bitmeyen bir serüven olduğu için, zaten her seferinde doğruyu yapma şansın olmayabilir. “Yüzde yüz doğruyu yapacağım” dersen asıl o zaman yanlış yapmaya başlıyorsun. Kendine hata yapma payı bırakman gerek. Kimse kendine yüklenmesin, özgürleştiriyor insanı çünkü.


Kendine tanıdığın hata yapma payı ve onun getirdiği özgürlük sayesinde mi oyunculuğun sürekli yükseliyor? Kış Uykusu’nda çok çok iyi eleştiriler aldın.

Zamanında İpek Bilgin’le çalışırken bana ilk söylediği “Her şeyi mükemmel yapamazsın, bu bir seçim. Düşmekten korkmayacaksın” oldu. Çünkü mükemmel olmaya çalıştıkça tek bir doğruya yoğunlaşıyorsun. Halbuki kafanın arkasını da görebiliyor olman lazım ki başka şeyler de katabilesin. Daha canlı, daha gerçek bir karakter yaratabiliyorsan yarat...


Rollerin içine çok iyi giriyorsun; herkesten farklı ne yapıyorsun?

Farklı bir tekniğim yok. Normal, yapılması gerekenleri yapıyorum. Senaryo toplantıları, karakter analizleri ve karakteri çalışma... Çok iyi prova yapabildiysem karakteri sette aramak zorunda kalmıyorum. Zaten olması gereken bu, süslemesine zaman kalıyor. Ama zamanla yarışıyorsanız buna zaman kalmıyor. Ne zaman bir karaktere ön hazırlık döneminde çok iyi hazırlanırsam, hatta karşılıklı oynayarak çalışma şansım olursa o zaman kendimi daha iyi hissediyorum.


‘Diziler performansı düşürüyor’


Diziler sinemayı besliyor, ülke tanıtımı için de çok önemli ama bir taraftan da kısa zamanda çekim yapmak oyunculuk kalitesini düşürüyor. Ne kadar etkiliyor?

Yarı yarına düşürüyor. Bir oyuncuyu dizideki performansıyla eleştirmek acımazsızlık. Bu tabii ki seyirciyi ilgilendirmiyor, asla onun problemi değil. Bizim bu şartları düzeltmemiz gerek. Sabaha karşı 5’te çekime gidilmiş, senaryo dün gece gelmiş, sadece 1 saat çalışılabilmiş... Bu seyirciyi ilgilendirmez. Dizi setinde herkes yapabileceğinin çok azını yapmak zorunda kalıyor. Halbuki seyircinin de o kadar uzun bir süre bir şeyi seyretmeye tahammülü yok. Uzadıkça hikâyenin “sündürülmek” zorunda olduğunu biliyor. Senaristleri de suçlamıyorum, o kadar bölüm ne yazacak ki? Zaten bir film yazıyor her hafta. Süreler kısaldığında her şeyin kalitesi yükselecek ve seyirci de televizyona ilgi gösterecek. Geçen yıl çok zordu televizyon için, bu sene daha iyi olacak galiba ama iyi olması için süreler kısalmalı. Umut var.


Kış Uykusu’nda çok uzun replikler vardı, herkesin ilk aklına gelen nasıl ezberlediğin?

Sadece ezber kısmı zor olabilir. Ezberi yaptıktan sonra o uzun sahneyi oynamak çok zevkli.


Kesmeden çekimin hazzı tiyatroya mı benziyor?

Filmde çok uzun bir sahne vardı, o sahneden yola çıkarak söylüyorum; baştan sonra hiç kesmeden oynadığımız tekrarlar oldu. Sahneyi bir tiyatro oyunundaki gibi akışı hiç bozmadan çektik. Çok güzel bir sahneydi.


Bir de tiyatro var. Kalp Düğünü’nde oynuyorsun. Hollywood yıldızları da tiyatro oyunlarına dönüyor ara ara. Oyuncu için emniyet çıkışı mı tiyatro sahnesi?

Güzel Sanatlar Tiyatro Bölümü mezunuyum. Ama okul dışında hiç tiyatro yapmamıştım. Çünkü dizi koşuşturması içinde hakkını veremeyeceğimi düşünüyordum. Geçen sene çalışmadığım bir dönemde çok güzel bir oyun çıkınca karşıma, Çağ Çalışkun’un yönetecek olması ve İpek Bilgin’le tekrar çalışmak beni heyecanlandırdı. “Tabii ki yapmalıyım” dedim. Zaten tiyatroyu çok istiyordum. 5 buçuk aya yakın prova yapma şansım vardı. Bu karakteri çok uzun bir süre çalıştım. Bir oyuncu için emniyet çıkışından ziyade oyun parkına atılmışsın gibi bir his. Eğitim süreci gibiydi. Çok iyi oyuncularla küçük sahnede oyun yapmak harika bir şans. Eğitici, rahatlatıcı, nefes aldırıcı... Bu işe başlamadan bu kadar uzun ve güzel bir çalışma süreci geçirdiğim için işi layıkıyla yaptığımı hissettirdi. Her oyunda başka bir şey keşfetmek çok güzeldi, çok özledim. 1 Ekim’de başlayacağız.


Diziler sadece bizde değil, mesela Amerika’da da çok ilgi görüyor. Hollywood starları da eskiden dizilerin yüzüne bakmazken şimdi rol almak istiyorlar.

Onların dizi çekme biçimleri film çekme süreci gibi, 6 günde 90 dakika çekmiyorlar. Çok uzun süre güzel güzel yazıyorlar, çok uzun süre çalışıyorlar ve sonra rahat rahat çekiyorlar. Onların yaptığı diziler, sinema gibi; senaryosu öyle, oyunculuklar öyle çünkü zamanları var. Orada da insanlar çok fazla dizilere merak sardı, öyle bir trend yakalandı ama işler çok iyi. Kaliteli ve içi dolu fantastik işler yapılıyor. Hikâyeyi bir film süresine sığdırmaktansa 13 bölüm ya da 2 sezon anlatmak için çok iyi hazırlanarak mini televizyon filmleri çekiyorlar aslında.

Senin izlediğin yabancı dizi var mı? Fringe, Criminal Minds, Metalist, Penny Dreadful favorilerim...


‘Kardeşimle film çekmeyi çok isterim’


Kardeşin yönetmenlik okuyor, ber aber film çekmek gibi bir hayal var mı?

Daha öyle bir konuşma yapamadık ama inşallah olur, çok isterim. Çok çok isterim.


Kardeşinin yorumu nedir Kış Uykusu’ndaki performansınla ilgili?

Filmi seyredemedi, yurtdışında okuyor ama heyecanlı. Gelince tiyatro oyunumu ve filmi izlemek istiyor. Oyuna yetişir mi bilmiyorum. Onun yorumları benim için çok önemli.


“Bir gün şöyle bir yönetmen olur” diyor musun?

Yeni yeni kısa filmlerini izliyorum, enteresan bir kafa yapısı var. Öğrenme sürecinde ama “Bu Barış’ın filmi” diyeceğim bir tarzı var, kısa filmlerinde bunu gördüm. Şimdiden bunu yakalaması güzel.


Kadın yönetmen çok az, niye?

Çok başarılı kadın yönetmenlerimiz var. Ben bu sezon onlardan biriyle, İlksen Başarır’la çalışacağım. Eşit ağırlıkta değil kadın-erkek yönetmenler. Ancak bu meslek kimliksiz, hiçbir mesleğin cinsiyeti olamaz. Yetenekliysen ve donanımlıysan devam edersin. Çok iyi kadın yönetmenlerimiz var, onlarla çalışmanın başka bir rahatlığı oluyor. Daha doğrusu rahatlıktan ziyade, bazen ortak bakabildiğin yerler oluyor.


Dizilerde daha çok var ama sinemada daha az kadın yönetmene filmler teslim ediliyor. Artar mı? Artmaz olur mu, eskiden alışılan insanlarla yürüyordu sinema, kadrolu bir halden daha açık bir duruma ilerliyoruz, bu çok sevindirici.


Senin var mı kamera arkası planların?

Şimdi değil ama “En çok şunu anlatmak istiyordum” dersem önce yazmak ve sonra da çekmek isterim sanırım. Ama çok ileride.


Kardeşin de yardım eder...

Evet olur, çok da güzel olur. ‘Ay ben ne yaptım, nasıl oynadım?’


Kış Uykusu’nun Paris’te vizyona girdiği zamanlarda şehirde tanıtımı çok iyi yapıldı. Ama burada o kadar büyük bir tanıtım yapılmadı. Yine de gişe hiç fena değildi. Cannes’daki ilgi nasıldı?

Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasına çok büyük bir ilgi olduğu için salon doluydu. Nuri Bilge Ceylan büyük heyecanla bekleniyordu. Onun sinemasını bekleyen bir kalabalık olduğunu, insanların ilgisinden ve enerjisinden anlıyorsunuz. Festivalle ilgili şunu söyleyebilirim, insanlar gerçekten film izlemek için geliyor, şaşaa için değil. Gerçekten film izleme kafasıyla, ünlü birini görmekten ziyade filmleri izlemek istedikleri için geliyorlar. Gerçek bir film festivali...


Sen de ilk kez festivalde mi izledin? O kadar büyük bir kalabalıkla filmi ilk kez seyredecek olmak beni çok heyecanlandırdı. Filmde kendimi görene kadar kendimi kaptırıp izledim, gördükten sonra “Ay ben ne yaptım, nasıl oynadım” diye heyecanlandım. Eleştirmek için izledim kendimi ve sonra yine filme kaptırdım kendimi.


İlk yorumun neydi kendinle ilgili?

Çok heyecanlıydık, çok karışık duygulardı, çok iyi algılayamadım aslında.


En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün Julianne Moore’a değil sana verilmek istendiği, ama En İyi Film Ödülü aldığınız için verilmediği yazıldı dış basında. Ne diyorsun?

Çok mutlu oldum. Sevindim, sevinmez olur muyum ama bunun üzerine konuşmak bundan bir PR yaratmak gibi olur, bunu istemem. Fransa’da yazıldı bize de yansıdı, güzel ama üstüne daha ne diyeceğim ki? Çok sevindim, zaten büyük ödülle döndük.


Moore’u izledin mi, karşılaştırma yapabilir misin?

Öyle bir vaktimiz olmadı ne yazık ki. Hepsini izlemek istiyordum ama sadece bir film izleyebildim.


“Nuri Bilge Ceylan sineması oyuncuyu zorlar ama doğaçlamaya da izin verir” derler, öyle mi?

Ben hiç zorlanmadım, zorlayan bir tarafı olduğunu da görmedim. Ceylan, oyuncuya müthiş bir atmosfer tanıyor. Onun setinde, “Bugün bu çekilecek başlayalım ve bitirelim” gibi bir durum yok. Zaten herkes o filmin içindeymiş gibi çalışıyor. Çok az ses var, herkes işini büyük bir zevkle yapıyor. Herkes hikâyeye inanmış ve bir parçası. Nadir yakalanan bir şey bu... Ceylan zaten oyuncu yönetiminde çok iyi. Ne istediğini çok iyi bildiği için, bize anlattı. Sonrasında bize sonsuz bir alan tanıyor. Önce yazana, ardından “Bunun üstüne ne ekleyebiliriz” diye bize... Süre sıkıntın yok, “Aman bunu yapmayayım, saçma olur” diye bir durum da yok, her şeyi deneyebilirsin.


1964’ten beri Oscar hayallerimizde en büyük adımları Nuri Bilge Ceylan’la attık. Nedir bu yıl Oscar şansımız?

Tahmin edemiyorum. Daha çok uzun bir zaman var ama niye olmasın? İçinde olduğum bir film için bir şey demek zor.


Filmde arada kalmış bir karakteri canlandırıyorsun. Arada kaldığın zamanlar oldu mu hayatında, o durumlardan nasıl çıkarsın?

İki kişi arasında kaldıysam, o kızgınlıkla unuttuğu şeyleri hatırlatırım. İşle ilgili arada kaldıysam genel geçer hesaplamaların haricinde “Gerçekten neye ihtiyacım var, şimdi beni ne mutlu edecek” diye düşünürüm.



Sesini çok iyi kullanıyorsun. İdareli kullanmaya mı çalışıyorsun?

Bıçak Sırtı’nda oynarken 22 yaşındaydım ve sesim de 22 yaşında birinin sesiydi ama 30’larında bir anneyi oynuyordum. Dolayısıyla daha pese almam, ağır başlı, içine kapanık bir hanedan kadınını o sesle oynamam gerekiyordu. Onun üzerine “Bir Bulut Olsam” geldi. Orada canlandırdığım karakter ise 17 yaşında, neredeyse kafeste büyümüş gibiydi. Orada da bunu bir duyguyla sağlamaya çalıştım. Rolleri çıkarırken kendime küçük oyuncaklar yaratıyorum, deniyorum onları. Bazen güzel oluyor bazen de “Denedim ama olmadı” dediğim oluyor.


Dönüp bakıyor musun performanslarına? Kendini izlemek zordur.

İlk zamanlar çok yabancılaşıyordum kendime. Şimdi 10 yıl önce oynadığım performanslara baktığımda “Ay” diyorum “Ne kadar çocukmuşum, şimdi olsa başka türlü oynardım”. Ama 10 sene önce çocuktum ve işi öğreniyordum.


Kendini izlemek, işin bir parçası mı?

Böyle bir imkânın var, yaptığın işi izliyorsun. Neyim eksik neyim değil, bakıyorsun. Tabii ki gerekli. Bence işin bir parçası aslında...


Cate Blanchet ile röportajımda, mesafeli duruşu için “İnsanların yapmacık samimiyetinden kaçmak için” demişti. Senin de mesafeli bir duruşun var. Sen ne diyorsun?

Oyunculuğa başladığımda 15 yaşındaydım. Tedirginsin, çok küçüksün, bilmediğin bir alan ve hata yapmak istemiyorsun. Daha korunaklı olmak istiyorsun. Senin çok çocukça ya da coşkuyla söylediğin şey, çok başka bir yere gidebiliyor. Sanırım tedbirli olmak bu. Büyüdükçe rahatladım ama röportajlarda böyleyim. İlk zamanlarda sokakta kameralarla karşılaşmak endişe vericiydi. Fazladan bir şey yapmak istemiyor.


22 yaşındayken bir röportajında “30’larımı sabırsızlıkla bekliyorum” demişsin.

“30’a geldiğinde kaygılandığın şeyler başka oluyor” dediler. Yaş almaktan mutlu kadınlar vardı etrafımda, benim de algım öyle gelişti. Ben biraz hassastım, her şeyi dert edinen, “Aman yanlış anlaşılmasın” diyen biriydim. Bu çok yorucu bir şey, zamanla gitti.


30’a 1 kala durum nasıl?

Evet, geçiyor gerçekten. Değişiyor, hafifliyorsun. Eskiden bir hata yaptığımda ciddi bir vicdan azabıydı. Artık hataların dünyanın sonu olamadığını anladım. Bu çok insani bir şey.


Bale ve bateri geçmişin de var...

O dönem bir enstrüman çalayım isterken “Davul çalayım” diye tutturdum ama sonra zaten bagetleri ve pedi eve getirip çalmaya başlayınca annemin kafası şişti. “Yavrum başka bir şey mi çalsan acaba” demeye başladı. (Gülüyor...) Çok zor davul çalmak ama baleyi 5 yıl yaptım.


Balenin faydasını beden dilinde görüyorsun sanırım...

Evet oluyor. Bedenini kullanmayı öğreniyorsun. Her alan birbirini besler. Kendine her ne kattıysan bir gün kullanacağın bir fırsat çıkar.


Trençkot seviyorsun, anladım. Oyunculuğun gibi sofistike, zamansız ama trendleri takip eden bir tarzın var. Yeni ama eski, sakin ama cadı, hassas ama güçlüsün. Zıtlıkların var.

Çok iyi tarif ettin beni. Bunlar giyimime yansıyor. Oyuna çalışırken rolüme yaklaşacak şekilde giyiniyorum. Çalışmadığım zamanlarda “Şık olacağım” diye beni sıkacak, nefes aldırmayacak bir şeyin içinde olmak istemem. Moda diye modayı takip etmem ama sevdiğim tasarımcılar var. Trendleri takip ederim ama karakteristik ve gerçekten beni yansıtan parçalar seçerim. Ruh halimi yansıtması önemli.


Pierre Cardin’in yüzü oldun. Nasıl geçti çekimler?

Avusturya Konsolosluğu’nda 2 günde tamamladık çekimleri. Reklam filminin yönetmenliğini Ferit Katipoğlu yaptı. Her anı çok eğlenceli geçti benim için. Fotoğraf çekimlerindeyse Emre Doğru ile çalıştık. Markanın yeni koleksiyonu için harika kareler hazırladı.


Röportaj: Aysun Öz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.