Engin Altan Düzyatan nişanlısı Neslişah Alkoçlar ile yaz sonunda dünya evine giriyor. Sonbaharda yeni bir diziyle ekranlara döneceğinin müjdesini veren yakışıklı oyuncuyla düğün öncesi buluşup evlilikten oyunculuğa merak edilenleri konuştuk.


Yakışıklı, karizmatik, ses tonu da güzel... Bir erkek oyuncuda başka ne özellik aranır ki? Bir de üstüne üstlük ailesine bağlı, toplumsal değerlere saygılı ve işine âşık bir adam. Türk kadınının “ideal eş” tanımıyla birebir örtüşüyor. Zira geçen yıl Avon müşterisi kadınlar tarafından en centilmen erkek de seçilmişti. Oyuncu Engin Altan Düzyatan nişanlısı Neslişah Alkoçlar’la yaz sonunda dünya evine girmeye hazırlanıyor. Yaz tatili sonrası, düğün öncesi iki arada bir derede biraraya geldiğim yakışıklı oyuncuyla evlilik ve oyunculuk üzerine uzun uzun sohbet ettik.


Sizinle ilgili aklıma gelen ilk şey Koçum Benim dizisindeki lise öğrencisi Orçun oluyor. Nereden nereye... Kariyerinizin böyle şekilleneceğini tahmin eder miydiniz?

Tahmin ederdim tabii ki. Oyunculuğun özü böyle. Eğer bir hedefiniz yoksa bu işi yapmanızın bir anlamı yok. Her zaman en üst seviyeyi hayal etmelisiniz. Ben öyle yaptım. Hâlâ daha üst seviyelerin hayalini kuruyorum. Hiçbir zaman hayallerimi kısıtlamadım.


Ne zamandan beri var bu hayaller?

Koçum Benim dizisinden sonra başladı. Öncesinde tiyatroya kanalize olmuştum. Televizyon dizileri de bu kadar popüler değildi. Benim de dizi oyuncusu olmak gibi bir planım yoktu.


İlk yıllarınızda da kadın hayranlarınız çoğunlukta mıydı?

Kadınlara sormak lazım ama sokağa çıktığım zaman ilgi gördüğümü söyleyebilirim. Ukalalık yapmak istemem ama aslına bakarsan üniversitedeyken de ilgi görüyordum. (Gülüyor.)


Peki bu piyasada tutunabilmek için yetenekle şans faktörünün orantısı ne olmalı?

Bence yüzde 50-50 oranını tutturmak çok önemli. Çünkü çok yakışıklı olup yeteneksiz olursanız ya da yetenekli olup şanssız olursanız çuvallayabilirsiniz. Bu bir ilaç reçetesi gibi, her şey dozunda olmalı. Doğru meslekle buluştuysanız ve şansınız da yaver gittiyse çok iyi noktalara geliyorsunuz. Tabii bir de kadere çok inanırım.


Bir de sesiniz çok etkileyici...

Yani bu bir ekstra. (Gülüyor.) Olmayabilirdi. Bu gerçekten biraz Allah’ın işi. Böyle bir durumda olduğum için keyifliyim. Bana dublaj yapmak zorunda kalsalardı kendimi kötü hissederdim.


‘Bazı İşlerin Mayası Tutmaz’


Yeni bir proje var mı yakın zamanda?

Bu sezon ekranlara gelecek bir dizi çalışmamız var. Fakat maalesef şu anda daha detaylı bir bilgi veremiyoruz.


Geçen sezon oynadığınız “Cinayet” dizisini konuşmak istiyorum biraz da. Niye tutmadı sizce?

Bu işin pek matematiği kalmadı aslına bakarsanız. Cinayet dizisi, Türk seyircisinin alıştığı cinayet ya da suç dizilerinden farklıydı. Uzun süredir yayınlanan birçok Türk dizisinde her bölümde birkaç tane olay çözülüyor. Ancak bizim dizimizde bir olayı altı ayda çözecektik.


Seyirci sabredemedi mi?

Benim izlemekten çok keyif aldığım bir diziydi. Biliyorsunuz yabancı versiyonları da var. Onları takip etmiştim. Ne yapalım, her işte böyle bir risk vardır. Bazı işlerin mayası tutmaz.


Yabancı formatlı diziler genelde Türkiye’de pek tutmuyor zaten.

Kültürlerimiz çok farklı. Yurtdışında çok seyredilen bazı diziler, burada sevilmiyor. Farklı kültürden bir diziyi adapte etmek çok zor. İyi uyarlanması gerekiyor.


İyi uyarlanınca tutuyor mu?

Bazen iyi uyarlasanız da olmuyor. Bence Türk televizyonları diziye doydu. Sabahtan akşama kadar kuşak kuşak dizi yayınlanıyor. İnsanlar artık dizi takip etmekten bunaldı. Bu sebeple de bütün kanallar yarışma formatına döndü. Dizi işi maliyetli ve riskli. Bu yüzden daha ucuz bütçeli projeler tercih ediliyor.


Tutmayan bir dizide oynadığınız için pişman oldunuz mu?

Cinayet dizisinde oynamamın yanlış bir karar olduğunu düşünmüyorum. Belki yanlış zamandı ama oynarken çok keyif almıştım.



‘Hiçbir Zaman 45 Dakikalık Dizi Çekemeyeceğiz’


Dizi sektöründe çalışma saatlerin uzunluğundan yakınan çok. Geçen günlerde oyuncu Güneş Emir çalıştığı yapım şirketine dava açtı ve kazandı. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?

İyi yapım şirketleriyle çalıştığınızda bir nebze de olsa daha rahat ediyorsunuz. Çalışma saatleri hukuki çerçevede nasıl belirleniyor bilmiyorum ama artık iyi prodüksiyon ve yapım şirketleri çift ekip çalışma sistemine geçti.


Peki 90 dakika sıkıntısı?

90 dakikalık 1 bölüm çekerken sinema filmi çekiyor gibisiniz. Sinema filmi için 1 ay uğraşırken dizinin 1 bölümü bir haftada çekiliyor. Sistemin değişmesi lazım fakat bu çok köklü bir değişim. Oturtulması mutlaka zaman alacaktır. Biraz da oyuncuların kendilerini sözleşmeleriyle koruması lazım.


Normal mi bu peki?

Ben demiyorum ki “90 dakika dizi çekmek normal” ama baktığınızda oyuncular ağır çalışma koşullarının karşılığında iyi ücretler alıyor.


Ama bu oyuncular için geçerli. Kamera arkası ekip onlar kadar iyi kazanmıyor.

Zaten genel olarak şikâyet edenler de oyuncular. Set ekibinden çok şikâyet duymazsınız. Orada da bir dengesizlik var. Sürelerin 45 dakikaya inmesi makul olsa da ülkenin kültürüyle uyuşmaz.


Nasıl?

Amerikan sitcom’ları 25 dakikadır. Orada yeterli bütçe var. Ayrıca Amerika’nın nüfusu 300 milyon. O kadar insana iş yapmakla 70 milyona iş yapmak aynı şey değil. Geçenlerde Çin’e bir seyahate gittik. Oradaki sinema piyasasını araştırırken gişesi kötü olan filmlerin 300 milyon izlendiğini duydum. Diyorum ya her şey nüfusla orantılı.


“70 milyonluk nüfusa 90 dakikalık dizi çekilir” mi diyorsunuz?

70 milyon seyirciye 45 dakikalık dizi çekerseniz bütün geceyi doldurmak için başka programlar da çekmeniz gerekir. Hem bu yayın akışını sağlayıp hem de karşılığını almak kanallar için çok zor ve yönetilmesi güç bir durum. Bunun karşılığında oyuncular da 45 dakikalık dizi çekip eskiden kazandıkları parayı kazanmayı bekleyemez.


Kısırdöngü yani.

Tabii ki. Yapımcı reklam pastasından payını alamazsa oyuncu da kazanamayacak. Bu 90 dakika muhabbeti sürekli konuşulup duruyor. Bence biz hiçbir zaman 45 dakikalık bir dizi ya da 25 dakikalık bir sitcom çekemeyeceğiz. O yüzden bazı durumları değerlendirirken ülkenin şartlarını da göz önünde bulundurmak lazım. Bizim nüfusumuz da ekonomimiz de buna uygun değil.


‘Dizilerle Sadece İş İlişkim Var’


Siz Türk dizilerini izliyor musunuz?

20 yıldır izlemiyorum. Zaten dizi izlediğim çocukluk yıllarında da Brezilya dizileri popülerdi. Hayatımda hiçbir Türk dizisini başından sonuna kadar izlemedim. Yurtdışındaki dizileri de yayın saatine göre takip etmiyorum. İnternetten art arda altı bölüm izleyip iki gecede bir sezon bitiriyorum. Zaten vaktim de yok. Televizyonu sadece film seyretmek için açıyorum.


Kendi dizilerinizi izliyor musunuz?

İzliyorum çünkü izlemek zorundayım. Nasıl oynadığımı görmek, oyunculuğumu geliştirmek için izliyorum. Dizilerle sadece iş ilişkim var.


Bazı oyuncular son dönem dizi piyasasında yaşananlardan sonra oynamama kararı aldı. Onları destekliyor musunuz?

Tercih meselesi... Kimse sizi “Lütfen oynayın” diye zorlamaz. Zaten yeni oyuncuların bunu yapabileceklerini sanmıyorum. Böyle bir kararı ancak maddi gücü olan oyuncular verebilir. Bu basit bir denge değil. Kanal, yapımcı, reklam veren arasında hassas bir denge. Bu sebeple de biraz önce söylediğim gibi yarışma programları revaçta.


Siz de yarışma programı sundunuz. İzleyiciye daha mı samimi geliyor acaba yarışmalar?

Nasıl bir etkileşim alıyorsunuz bilmiyorum ama benim için keyifliydi. Canlı yayın yaptığım için çok şey öğrendim. 3.5 saat canlı yayındaydım. Yönetmesi çok zordu. Tiyatroya benzettiğim için de çok keyif alıyordum. Yarışma programı sunmak, kendinizi ifade etmek ve seyirciyle kendiniz olarak iletişim kurmak açısından ideal bir yoldu. Sunucu olarak canlı yayında doğaçlama yapmaktan keyif aldım. Fakat bir seyirci gözüyle hiç bakmadım.


Yarışma programı da izlemiyor musunuz?

Eskiden Kelime Oyunu’nu bir de Kenan Işık’ın sunduğu Kim Milyoner Olmak İster’i izlemekten çok keyif alıyordum.


‘Nişanlım tabii ki Altan diye hitap ediyor'


Fransız sosyolog Kaufmann “Artık evlenmek daha zor. Çünkü hem gereksinimlerimiz arttı hem de kişiler kendilerine daha çok özel alan yaratmak istiyor” diyor. Siz de yakın zamanda evleneceksiniz. Ne düşünüyorsunuz?

Kaufmann bence evliliğini yürütememiş. (Masadaki herkes kahkahalara boğuldu.) Şaka bir yana dünyada bireyselliğin ön plana çıktığı bir dönemdeyiz. Herkes kendi özel alanına sahip olmak istiyor. Bu açıdan bakınca evlilik zor. Fakat bizim Türk toplumu olarak belli değerlerimiz var ve onlara sahip çıkıyoruz.


Kaufmann’ın sözleri Türkler için geçerli değil mi yani?

Koskoca sosyolog tabii ki doğru bir laf etmiş. Ancak bu Avrupa ve Amerika’da daha çok kendini gösteren bir durum. Annemle babam gelecek yıl 50. evlilik yıldönümlerini kutlayacak. Etrafımda 10., 20. yıllarını kutlayan birçok çift var. Bu sağlıklı evlilik mevzusu nasıl yetiştirildiğinizle ve neyden zevk aldığınızla alakalı.


Siz hayatınızı paylaşmayı seviyor musunuz?

Birey olmaktan ve kendi yaşam alanım olmasından çok memnunum fakat ben yaşamımı biriyle paylaşmaktan inanılmaz zevk alıyorum. Tek başınalığı tercih ettiğim zamanlar olsa da hayatı biriyle paylaşmak onu değerli kılıyor.


Düğün tarihi yaklaştıkça evlilikten korktuğunuz oluyor mu?

Kadınlar daha anaç oldukları için evliliğe bizden daha çabuk adapte oluyor. Biz erkekler ise biraz daha özgürlüğümüze düşkünüz. Son ana kadar “Kaçsak mı acaba” diye düşünebiliriz.


Hep çoğul konuştunuz, siz nasıl hissediyorsunuz?

Düzenli bir hayatım olsun istiyorum. Kaçmak gibi bir düşüncem yok. Evlenmekten korkmuyorum ve de çok mutluyum. E artık yaşım da geldi. Doğru insanı da buldum.


Yakın gelecekte çocuk planı var mı?

Herkes çocuğu olsun ister. Ben de çok arzuluyorum. Gerisini Allah bilir, orasına biz karışamayız.


Çok uyumlu bir çift gibi görünüyorsunuz. Sürekli beraber aktivitelere katılıyorsunuz, özellikle spor yapıyorsunuz.

Elbette farklı yönlerimiz de var, ortak yönlerimiz de... Beraber geçirdiğimiz vakitten zevk alıyoruz. Daha da önemlisi “Acaba beraber yapmaktan keyif alır mıyız” diye bir şeyler de deniyoruz. Zaten ilişkiye değer katmak için bir şeyler denemek çok daha önemli.


Son zamanlarda çok konuşulan bir isim mevzusu var. Size kim “Altan” kim “Engin” diyor?

Özel hayatımda Altan’ı kullanıyorum. Yeni tanıştığım insanlar genelde “Engin” der fakat vakit ilerledikçe Altan’a dönülüyor. Dönülmese de artık çok alıştım. Üniversitedeyken Engin adını hiç kullanmazdım.


Nişanlınız ne diye hitap ediyor peki?

Nişanlım tabii ki “Altan” diye hitap ediyor. Çıkan haberlerden dolayı soruyorsanız onlar tamamen saçmalık. Öyle bir şey olabilir mi? Hatta haberi yapan arkadaşı arayacaktım da arayıp sitem etmek pek benim tarzım değil.


Röportaj: Aslı Öztürk


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.