Kore Savaşı’nda şehit olan en yüksek rütbeli asker Albay Nuri Pamir’in savaş sırasında tuttuğu günlük ve eşine yazdığı mektuplar kitap oldu. Meliha Pamir tarafından Nuri Pamir’e şehit olduğu gün yazılan son mektupsa, zarfı dahi açılmadan bir pul müzayedesinde bulundu...


Babanızın şehit olduğu gün anneniz son bir mektup yazıyor. Kaybolan bu mektubun hikâyesiyle başlayalım...

Babam anneme yazdığı ve annemden gelen mektupları numaralandırmış. Altına da alınma tarihlerini yazmış. Kore’de annemden gelen bütün mektuplar tamam. Babamdan gelen bir, iki mektubu bulamadık. Babam orada bir de günlük tutmuş. Hepsi Osmanlıca. O dönem Türkiye ile Kore arasında bir mektubun gitmesi 15 günü buluyor. Dolayısıyla babam öldükten sonra bir, iki mektup daha geldi ondan. Fakat annem 5 Haziran’da iki mektup yazmış. Biri babam öldükten sonra Kore’ye gittiği için sonra geri yollananlar arasında çıktı. İkinci mektubu çıkmadı. Ve annem hayatı boyunca “O mektubum ne oldu” diye söylendi durdu. Ya birileri attı ya kayboldu diye yatıştırdık. Hatta “Acaba annem bu mektuba bir şey yazdı da duyulsun istemiyor mu” diye bile düşündük. Mektubun ortaya çıkmasını sağlayan Ozan, benim süt kardeşim. Pul meraklısı. Bir gün telefon açtı ve “Sürprizim var” deyip mektubu getirdi. Meğer Ozan bir pul müzayedesine gidiyor. Pullara bakarken Albay Nuri Pamir adını görüyor. Babama yazılan ve hiç açılmamış bir mektup. 1952’den 1999’a kadar kapalı kalmış. Ozan’ın onu almaya parası yetmiyor. Alan kişinin yanına gidiyor ve “Mektubu açabilir miyiz” diyor. Adam da “Benim için önemli olan zarf’” diyor mektubu veriyor. Mektup 48 yıl sonra bize geldiğinde annem 93 yaşındaydı. Bir yıl sonra da vefat etti.


Görünce ne yaptı?

“Biliyordum bir gün ortaya çıkacağını” dedi. Annemin o mektupları sakladığı bir sandık vardı. İçine koyduk o mektubu da. Eski yazı bilmediğimiz için mektuplar hiç okunmadı. Ama annem sağlığında açıp okurdu.


Gelelim kitabın ortaya çıkışına...

Askeri Müze’de babama ait bir bölüm var. Bir gün yüksek lisans öğrencisi Erhan Çifci oraya gidiyor. Nuri Pamir köşesi ve içindeki 52 parça objeyi görünce merak ediyor babamı. Bana, “Babanızla ilgili çalışma yapmak istiyorum, tez konum bile olabilir, doküman bulabilir misiniz” diye sordu. Aklıma bir sandık dolusu Osmanlıca yazılmış mektup ve babamın günlükleri geldi. 500’den fazla mektup vardı, 1928 – 1949 arası yazılmış, kitaptakinin iki, üç misli mektup var. Babam subayken “Ağrı Harekâtı” da denen ilk Kürt isyanları için Doğubeyazıt’a gittiği zaman annem öğretmen, iki çocuğunu düşünerek gitmiyor. O dönem de birbirlerine mektup yazıyorlar. Belki o mektuplar da başka bir kitap olur. Elimizde bazı fotoğraflar da vardı. Erhan askeri tarihçi olduğu için Kore Harbi’ne katılan o insanları bile fotoğrafından tanıyacak kadar bilgi sahibi. Fotoğraftakilerin isimlerini bile Erhan sayesinde yazabildik.


Sonuçta tarihi önemi olan bir kitap.

Elbette. Şimdiye kadar kayda geçmemiş bilgiler var. Kore Harbi ile ilgili kimsenin kayıt tuttuğu bir şey yok. Bir tek babamın günlüğü. Babam romantik bir insan. Kore’de ilkbahar oluyor, çiçek topluyor. O çiçeği kurutuyor günlüğünün arasına koyuyor. Kitapta da yer aldı. Nisan 1952’de koparıp kurutulmuş o çiçek hâlâ duruyor. Annemle mektuplarında da savaş sıkıntısından çok eksi 40’lara inmiş soğuğu mektup ve günlüklerden öğrenebiliyoruz.


‘Kore’de Türk Askerine Ayrımcılık Yapılmış’


Babanız Kore’den makyaj malzemeleri ve bazı başka eşyalar da alıp gönderiyor. Kaybolmasın diye listeyi de mektuba iliştiriyor ve ekliyor: Bunların hepsi helal parayla alınmıştır. Kaybolsunlar istemiyorum.

Bu Kore Harbi’nde acıklı bir şey var. Birleşmiş Milletler askerlerine dolarla ödenen paralar... Diğer ülkenin askerleri ayda 100 dolar alıyorsa, Türkler 20 dolar alıyor. O kadar az. Bize orada resmen ayrımcılık yapılmış. Halbuki, oradaki savaşın gidişatı Türklerin kahramanlığıyla değişmiş. O parayla alınan şeyler çok değerli. Bir de Türkiye’de hiçbir şeyin olmadığı yıllar. Pudra, sabun yolluyor. Ve biz bunları kıyıp da kullanamadık.


Babanız size Kore’den bir de bebek yolluyor...

O bebek duruyor. Babam bir Amerikan dergisinde bir bebek görüyor. Bebeğin şapkasının içinde dönmesini sağlayan bir aygıt var. O bebeğin üç ayrı yüzü var. Gülüyor, ağlıyor ve uyuyor. Bebek, o zaman genç bir teğmen olan ve Kore’de tercümanlık yapan Refik Erduran tarafından sipariş ediliyor. Babam günlüğünde bebeğin sipariş kâğıdını kaybettiğini, bebeğin gelmediğini yazıyor, dertleniyor. Bir gün babam sevinç içinde Refik Erduran’ı çadırına çağırıyor, “Gel gel Refik, geldi” diyor. Meğer bebek gelmiş. Bebek hikâyesi bize de mektuplarda yazılmıştı. Kıyıp da o bebekle oynayamadım. Oğlum doğdu ve onun elinde biraz hırpalandı.


Annenizin o matem günlerini hatırlıyor musunuz?

Hafızam çok iyidir. Bir yaşından itibaren hatırlıyorum. Annem hislerini dışarı vuran bir insandı. Üzüntüsünü çok ağır yaşadı. Üzülmemek babama ihanet gibi geldi. Ve biz her gün matem tuttuk. Ama ben bu uzun matemi hiç anlayamadım. Mektupların tercüme edilmesinden sonra babamla annemin yazışmalarını okurken anladım. Ve mektupları her okuyuşumda sarsıldım.


Kore Savaşı’na dair sizin dikkatinizi çeken ne?

Bu söyleyeceğim çok tehlikeli bir şey. Tarihçi değilim, yanlış bir noktaya da dikkat çekiyor olmak istemem. Bir savaş her zaman bir kahramanlık destanı olarak anlatılır. Burada onun olmadığını anlıyorsunuz. Mesela Türk askeri iltica ediyor, bir Korelinin ırzına geçiyor, viski kaçakçılığı yapıyor... Bunlar tabii münferit olaylar.


Babanız nasıl şehit oluyor?

Birkaç generalle birlikte cepheye gidiyorlar. Ve o sırada havan topu atışı başlıyor. Generallerden biri “Yatalım” diyor ama babam yatmıyor ve küçük bir parça başına isabet ediyor.


‘O Anı Unutmama İmkân Yok’


Haberi ilk duyduğunuz anı hatırlıyor musunuz?

Onu unutmama imkân yok. Bahçede oynuyordum. Annem saat 19.00’da eve geldi. Kafasında bir şapka, elinde eldivenler... Radyoyu açtı. O an haberler başladı ve ilk haberde “Kore Tugay Komutan Yardımcısı Albay Pamir şehit düştü” dedi. Anneannem pencereye koştu ve “Yetişin Nuri öldü” diye bağırdı. Annem ayılıp bayılmaya başladı. O an eve onlarca insan doldu. İnsanların taziye ziyaretleri bitmedi. Ve her gelenle annem ağlıyor diye kuzenimle kapıya “Ziyaretçi kabul edilmez” anlamında bir yazı yazıp yapıştırdık. Babamdan sonra annemin gözünün yaşı hiç dinmedi.


Cumhurbaşkanı Celal Bayar taziyeye geliyor...

40 duasını İstanbul’da yaptığımız için Celal Bayar bir cumartesi sabahı Beşiktaş’taki eve geldi. Beşiktaş’ın ara sokaklarında pazar kurulurdu. Bunlar siyah Cadillac otomobille pazarın içine giriyorlar. Tezgâhları çekerek, kazıkları çözerek adım adım pazarı kaldırarak geldiler. Şok geçirdik. Kahve yapıldı, Bayar içemedi kahveyi. Annem teyzeme “Kim bilir nasıl yaptın ki o kahveyi içemedi” diye hep kızdı. Bayar’ın taziyeye geldiği o otomobil sonra dolmuş ve taksi olarak çalıştı Beşiktaş-Nişantaşı arasında. Ne acı!


‘TRT’ye 1970’te Girdim’


Dolu dolu da bir hayat yaşadınız. Ödüllerle dolu binicilik, TRT’de spikerlik, mimarlık... Ama ben TRT’nin eski yıllarına dönelim istiyorum.

TRT’ye 1970’de girdim. 1972’de haber merkezine geçtim. 77 – 78’e kadar çalıştım. Kısa bir ara sonrası tekrar program yapımcısı olarak devam ettim TRT’de. O sıra çok az kişi haber okuyor; Zafer Cilasun, Jülide Gülizar, Ülkü Kuranel, Ülkü İmset, ben, Aytaç Kardüz, Erkan Oyal, Çetin Çeki... Benimle birlikte Tuna Huş geldi. O yıllarda televizyon saatleri öğleden sonra başlardı. Dolayısıyla bir açılış, bir kapanış, bir de arada haber okurdunuz. Ama radyo haberleri düzenli okunurdu. TRT devlet televizyonu olduğu için siyasilerin konuşmaları verilirdi. Radyoda haber stüdyosuna girerdiniz, konuşma tape halinde önünüze gelirdi. Demirel geziye çıkmıştı ve sürekli, bitmeyen konuşmalar geliyordu. Çetin Çeki Başbakan Süleyman Demirel’in konuşmasını radyodan tam altı saat boyunca kesintisiz okudu. Öğle üzeri girip akşamüzeri çıktı.






48 yıl sonra sahibine dönen son mektup

5 Haziran 1952

Sevgilim

Akşam sana mektup yazmıştım. O mektubu gece saat birde yazdım. Akşam hiç uyumadım ve uyumadık. Gündüz vakit bulup mektubu veremedim. İsabet olmuş. 2 mektubunu birden aldım. 23 ve 25 Mayıs tarihli mektupların. Ne kadar sevindim. Hep Ethem Dede’ye adadığım göbekleri attım. (...) Allah bizleri sevindirsin, muvaffak etsin. Cümlemize sıhhat ve sağlık versin. Bir aydan beridir evimizin sıhhati bozuldu, mütemadi bir hastalıkla mücadele halindeyiz. (...) Şimdi baş temennimiz Puna’nın eski sıhhatini ve sağlık durumunu bulması. Üzüntülü günlerde resim çıkartmak canım istemiyor, onun için bana gücenme. Gelince beraber çıkartırız. Tekrar selam, sevgi ve sağlık temennisi ile yüz aklığı ile kavuşmak dilerim canım Nuri’ciğim.

M.Pamir


Röportaj: Ümran Avcı



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.