‘Eyyvah Eyvah’, 2 milyon 459 bin 815 kişi tarafından izlenerek 2010’un en çok izlenen üçüncü filmi olmuştu. İzleyicinin gösterdiği ilgi Ata Demirer’e filmin ikincisini yazdırdı. 2011’de gösterime girdiğinde 3 milyon 947 bin 988 kişiyle yerli - yabancı filmler arasında birinci olmuştu. İki filmle sinema sekt.rüne giren toplam para ise tam tamına 58 milyon 401 bin 386 TL.


‘Yenisi yok’ demişti ama...

Ata Demirer, gösterilen ilgiye, sektöre kazandırılan paraya rağmen şaşırtıcı bir açıklama yaparak ‘Eyyvah Eyvah’a devam etmeyeceğini söylemişti. Ne var ki Demirer, ‘Yenisi yok’ açıklamasına rağmen serinin üçüncü filmini çekip izleyicinin karşısına getirdi. Demirer, ‘Eyyvah Eyvah 3’ü neden çekmek istemedi? Sonra ne oldu da sete girdi? Çekmesi için hikâyenin geçtiği Geyikli’de nasıl baskı altına alındı? Özge Borak ile evliliğinde mutlu mu? Filmdeki babalığını gerçek hayata taşımak istiyor mu?


‘Eyyvah Eyvah’ın üçüncü filmini çekmeyeceğinizi neden açıklamıştınız?

Bir şeylerden nemalanıyormuşum, bir şeyi sağıyormuşum gibi bir algı oluşsun istemedim. Üstüme yapışmasını da istemedim. Kendi kendime ‘Bu hikâye tamamdır. Bu kadarıyla yeterlidir’ diye düşündüm. Bu kadar özleyeceğimi tahmin etmemiştim. Klarneti de bırakamadım. Klarnetini her çalışım, Çanakkale’ye her gidişim bana büyük ıstırap verdi. Niye? Çünkü ‘Hüseyin Badem’i özlüyorum, hikâyenin geçtiği yerleri özlüyorum. Hani yazdığıma âşık olma eşiğini bile geçmişim. Bu arada kendi kendime ‘Ata, kendine gel. Hani yeni projeler?’ diyordum. En sonunda üçüncüyü çekmeye karar verdim. ‘Eyyvah Eyvah’ı unutmama da izin vermediler.


Kimler izin vermedi?

Geyikli’de başımı sağa çeviriyorum ‘Eyyvah Eyvah Kahvaltı Salonu’, sola çeviriyorum ‘Eyyvah Eyvah Berber Salonu’, ‘Eyyvah Eyvah Parkı’. Geyikli’ye başka senaryo yazmak için gittim ama her yer ‘Eyyvah Eyvah’ olunca konsantre olamadım ki? Aklımı oynatacaktım. ‘Bari üçüncüyü de çekelim de sonra yeni filmler yazarım’ dedim. Devamı olması yönünde bir talebim yok ama olup olmayacağı tamamen izleyiciye bağlı. Ne var ki devamını çekeceğim diye ‘Rocky 5’ veya ‘Polis Akademisi 7’ durumuna da düşmek istemem. Başka filmleri de sevdiririz, hayatımı başka filmlerle de idame ettirebilirim. Reklamlardan da dizilerden de para kazanırım. Para kazanacağım birçok sektör var.


İzleyici memnunken neden ‘Nemalanma’, ‘Sağma’ hissiyatı oluşur?

Tekrara düşmek istemedim. Bir de ‘Eyyvah Eyvah’ gibi bir hikâyeye sahip bir işe sanayi boyutu kazandırıyormuş gibi görünmek istemedim. Bir miktar da hâlâ aynı inançtayım ama eserin nasıl kullanıldığı önemli. Yeni projeler yapma arzusu da var. İzleyiciyi o yeni projelerle memnun etme isteği öyle büyük ki. Bir projenin arkasında saklanıyor gibi görünmek istemedim. Sonra bir oyuncu arkadaşımın da dediği gibi ömrünün ne kadar olacağına yarattığımız karakterin kendisi karar veriyor. Kestirip atıyorsun da için öyle demiyor. Hani bir kızdan ayrılırsın da 6 ay sonra sokakta gördüğün zaman darmadağın olursun ya. İşte öyle bir şey. Özge bana sık sık “Ne oldu, yine mi ‘Hüseyin Badem’e daldın?” demeye başlamıştı. Anılar peşimi bırakmadı.


Komedyenler üzerinde ‘Devam Filmi’ baskısı mı var?

Başkalarının hakkında yorum yapamam ama benim üzerimde öyle bir baskı yok. Her işte kendimi yenilemek istiyorum. Başarının temelinde de işte bu kendini yenileme arzusu vardır. Sinema kariyerimde bir çeşitlilik olsun istiyorum. ‘Eyyvah Eyvah’ serisinin arasına ‘Berlin Kaplanı’nı sıkıştırdım. Şimdi yeni hikâyeler yazıyorum. O hikâyelerde de sevilecek bambaşka adamları canlandıracağım.


Oyuncularından biri ‘Bu kez ben yokum’ deseydi ne olurdu?

Bizim başarımızın temeli filmi takım oyunu şeklinde çekmemiz ve her oyuncunun muazzam performans göstermesi olmuştur. Örneğin ‘Müjgan’ veya ‘Firuzan’ veya ‘Edremit’ veya diğer oyunculardan biri olmasa ‘Eyyvah Eyvah’ olur mu? İzleyene aynı keyfi verir mi?


‘Hüseyin Badem’ ile sizin hayatınız paralel mi gidiyor? Sanki öyle gibi...

Evet, aşki mevzularda bir paralellik söz konusu. Benim çocukluğumda yaşadıklarımla da paralellikler olabilir. Ben 42 yaşındayım. 80’li yılların ergeniydim. Ve o yıllarda kızlarla olan ilişkiler şimdiki gibi kolay yaşanmıyordu. Şu anda sanal âlem nedeniyle gençler birbirlerine daha kolay ve hızlı şekilde temas edebiliyorlar. Biz Küçük Emrah yıllarında ergen olduğumuz için platonizmin ağırlıkta olduğu ilişkiler yaşadık. ‘Hüseyin Badem’, o yıllardan kalma bir tiptir. Hani mahallenin abisi vardır da hep uzaktan sever ya. ‘Hüseyin Badem’ işte o abilerden. Şimdiki yaşlarda ve şimdiki çağda ‘Hüseyin Badem’ gibi olmak söz konusu değil ki. Belki Anadolu’da ‘Hüseyin Badem’ gibi olup da o tatlı gizemi yaşayanlar vardır. Ne var ki şehirde gençler artık çok rahatlar.


‘Eyyvah Eyvah’, sizce hangi duyguların etkisiyle bu kadar sevildi?

‘Eyyvah Eyvah’ serisi gayet aktüel, içinde mizah barından, günümüz olgularıyla, kavramlarıyla ve sembolleriyle beslenen filmlerden oluşuyor. Neden sevildiğini elbette izleyiciye sormak gerekir ama benim bu konudaki düşüncem severek yazıyor olmam. İzleyiciye o sevgi geçiyor olabilir. Sonuçta ben de halkın içinden bir insanım ve toplumun genelinin hoşlandıklarından hoşlanıyorum. Bence serinin sevilmesindeki en önemli etkenlerden biri hikâyenin geçtiği coğrafya. ‘Hüseyin Badem’in yaşadığı yer büyük şehirlere göre biraz daha temiz kalmış. Oranın kötü adamları bile daha başka. Biraz masalsı tipler. Sonuçta hepimiz masalları severiz.


‘Yıllar nasıl geçti anlamadım’

‘Eyyvah Eyvah’ın kariyerinize nasıl katkılarda bulunduğunu düşünüyorsunuz?

Hayat çok hızlı geçiyor. Yıllar nasıl geçti anlamadım. 16 yıldır sahnedeyim. Benim için elzem olan konu daha çok film yapmaktır. Film yaparak kendimi iyi hissediyorum. O filmler beğenildiği zaman da mutlu oluyorum. Sonuç olarak gerek filmlerim gerekse sahnedeki performansım benim yaşam şeklim. Buna bağlı olarak ‘Eyyvah Eyvah’ serisi bana başka filmler de yapmam için kredi sağladı. Bu anlamda serinin benim için ayrı bir yeri vardır. Aynı zamanda duygusal olarak da yaslanabileceğim hikâyelere sahip olması nedeniyle ‘Eyyvah Eyvah’ serisini çok seviyorum. En büyük dileklerimden biri de bundan yıllar sonra televizyonda yine yayınlandığı zaman insanların ‘Bu kaçıncı izleyişim bilmiyorum ama bütün moral bozukluğum geçti’ dedirtmek. Günlük başarılarla ilgilenmiyorum.


Günlük başarı?

Benim için ‘Eyyvah Eyvah’ın başarısı az önce s.zünü ettiğim olayın gerçekleşmesiyle ortaya çıkacaktır. Olası çocuğuma gururla, mutlulukla izlettirebileceğim filmler olmasını istedim. Çünkü ben çocukken yıllar önce çekilen filmleri izlediğimde hep mutlu oldum. ‘Eyyvah Eyvah’ filmlerinin de yıllar sonra birilerini mutlu edecek, onlar için değerli olacak filmler olmasını çok istiyorum.


Her daim başarılı olma kaygınız var mı?

Hayır, yok. Başarılı olmak günümüzde çok daha önemli hale geldi. Başarı, başucumuzda vahşi bir canavar gibi duruyor. Oysa başarısız olmak da harikadır ve çok değerlidir. Çünkü başarısız olmadan başarılı olamayız. Başarısızlığın ne olduğunu bilmeden başarının tadını nasıl alırız? Ayrıca başarılı olmayı bu kadar takıntı haline getirilmesinin insanoğlunu felakete sürükleyeceğine inanıyorum. Çünkü başarılı olma hırsı beraberinde bir acımasızlık ve yok edicilik de getiriyor. Müthiş rekabet insanoğluna her türlü değeri çiğnetiyor. Başarılı olmak hayat memat meselesi haline getiriliyor.


Değil mi?

Benim çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği 80’ler ve 90’larda öğreti şuydu: ‘Önce adam ol, iyi bir eğitim al, çevrenle iyi geçin. Büyüklere saygıda kusur etme, küçüklerini her daim koru.’ Oysa günümüzde bu değerler çok farklı noktalara gitti. Ben kendi sinema akımımda yoluma bu değerler üzerinden devam edeceğim. Farklı noktalara giden değerlere uyum sağlamak zorunda değilim. Çevreyi de böyle yok ediyoruz. Olmadık bir yere plaza dikmek büyük bir başarı olarak tanımlanıyor. Hayır, başarı aslında orada bir limon ağacı yetiştirmektir. Ne yazık ki çağımızın hastalığı bu. İnsanoğlunun beli elbette bu hastalıktan kırılacaktır. Her şey fast food, her şey azami ölçüde hızlı. İnsanlar sokağa çıkmadan alışveriş yapıyor. Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Elbette çağa ayak uyduracağız ama biz nedense abartıyoruz. Abarttığımız için de çağa ayak uydurduğumuzu sanırken aslında mutlu olmamızı sağlayacak etkenleri kendi ellerimizle yok ediyoruz.


Çağın yaşama şekli sizi ne ölçüde zorluyor?

Dediğim gibi çağımızın fast food yaşama şeklini değerli bulmuyorum. Yaptığım işlerde kendi stilim çerçevesinde fast food yaşamla dalga geçerim. Benim için iyi çocuk yetiştirmek, onun büyüklerini sayması, küçüklerini koruması çok önemli. Yaptığı işte başarılı olup olmayacağı ikinci planda gelir. Başarısızsa başarısızdır. Neden başarısız olduğunu bulup başarılı olacağı zamanlar da gelecektir.


Fast food yaşamda komedi yazmak daha mı kolay yoksa daha mı zor?

Eskiden daha mı kolaydı yoksa zor muydu bilemem. Ama günümüzde komedi yazmanın hiç de zor olmadığını söyleyebilirim. Çünkü tezatlık ve eleştirilecek olayların fazlalığı komedi malzemesinin sayısını artırıyor. İnsanlar hırslandıkça komik durumlara düşüyor. Adam hırslandıkça kendi boyunu aşacak işlere girişiyor. O adam o halleriyle komedinin alanına giriveriyor. Ayrıca gençlerimizin hiç üretimde bulanmadığını da söylemiyorum. Söylersem çarpılırım.


Röportaj: Mehmet Çalışkan

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.