Ahmet Ümit’in yeni romanı “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”nde geçen hemen tüm mekânlar bugün de gitseniz kapısını çalabileceğiniz yerler. Mesela Nevzat Komiser’in hafiften ayar olduğu kitapçı, Barbut İhsan’la Nizam’ın karşı karşıya geldiği sokak, yine Nevzat ve ekibinin uğradığı Feraye Meyhanesi... İstedim ki romanın hatırına hepsini tek tek gezelim. Bir ara İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarından birindeydik. Bir çocuk duvarlara kitabın posterini asıyordu. Ahmet Ümit’e “Nasıl bir his” diye sordum, “Alışıyorsun bir zaman sonra” dedi. Başarıya uzun zamandır aşina. Yeni romanı çıktığı ilk gün 150 bin baskı siparişi aldı. Çok büyük rakam. İmza günlerinde kapılarda kuyruk var. Uzun süre de böyle devam edeceğe benziyor. Ne iyi ki, Ahmet Ümit eserlerinden sonra sırça köşküne çekilenlerden değil. Samimi, ulaşılabilir yazarlardan biri. Hani “Ahmet Abi o değil de benim şöyle bir sorunum var” deseniz canla başla ilgilenecek türden hatta. “Abi ben seni çok seviyorum, bir öpeyim” diye sokakta yanına gelenlere gözlerimle şahit oldum...


Son romanında, öncekilere kıyasla cinayet daha ön planda. Yazar, “Cinayet, anlatmaya çalıştığım sosyal meseleleri daha merak uyandırıcı hale getirmek için bir araç” diyor. Okura bir tür “gel gel” yapma yöntemi. Bu kitabın ana temasında Tarlabaşı var. 1-2 yıl sonra bambaşka bir çehreyle karşımıza çıkmaya hazırlanan semtin son demlerini anlatmış. Bir de son yaptığım röportajda, “Gezi olaylarından sonra kitabın akışı değişti” demişti. “Romanda sokak çocukları Musti, Keto ve Pirana’yı geçmişte onlara kol kanat geren hayırsever Nazlı Abla’larıyla karşılaştırmak istiyor ama buna vesile bulamıyordum. Gezi tamda buna uygun...” “Ya sonra” kısmını kendisinden dinleyin...


İsviçre’de bir polisiye yazarı kusursuz cinayet işleyebileceğini kanıtlamak için 3 kişiyi öldürmüş. Ne diyorsunuz?

Bana çok uzak. Zaten romanlarımda bir mezarlık yaratacak kadar çok adam öldürdüm. Varsay ki bilinçaltımda öldürme hissi var; bugüne kadar yeterince tatmin olmuştur.


Cinayet romanları yazmanın mesleki deformasyonu ne? Aklınıza hiç “Biri de beni öldürür mü” diye bir şey geldi mi?

12 Eylül döneminde; diktatörlük vardı o zamanlar, bir örgüte bağlı olarak savaşıyordum. O zamanlar “Arkamdaki sivil polis mi” diye düşündüğüm çok olmuştur. Ama şimdi durup dururken böyle bir şey gelmez aklıma. Bir de o duyguyu romanlarda çok yaşıyorum. Empati yaparken... O karakterin; kurban, av olacak karakterin yaşadığı korkuyu hissediyorum. Zaten hissedemezsem yazamam. Ya da katilin yaşadıklarını hissediyorum. Belki sözünü ettiğiniz duyguları çok yoğun yaşadığım için gerçek hayatta öyle bir şey olmuyor.


Aslında Türkiye’de sokakta sorsanız çok az insanın aklında öldürülme ihtimali vardır.

Yabancı dillerin aksine bizim günlük konuşma dilimizde de “ölüm” lafı pek geçmez... Çünkü hâlâ geleneklerimiz devam ediyor. Bir tarafımız köye bağlı, hâlâ bulgur, salça geliyor. İnsanların eşi dostu var. Birileriyle dertleşebiliyor, konuşuyor. Tamam, şehirleşmeyle beraber yalnızlaşıyoruz, yabancılaşıyoruz ama bu henüz had safhaya ulaşmış değil. Oysa insanlar yalnızlaştıkça kolay öldürme aşamasına geçerler. Sahipsizlik de buna etken. Gerçi bakma, biz de çok öldürüyoruz. Cana kast edilen suçlar çok fazla.


“Bir romancının yalanları her zaman dikkate değer” diyorsunuz, neden?

Çünkü sanata dönüşüyor. Yazdıklarım koca bir yalan ama sonunda roman oluyor.


“Kaybetmiş insanları kazananlardan çok daha yakın bulurum kendime. Onların yaşadıklarında çok daha fazla merhamet vardır” diyor Nevzat. Ki bence bu net sizin görüşünüz.

Tamamen öyle. Bir yazar böyle olmalı. Kaybeden, ezilen insanların yanında... Söylemek istediğim şey onların hatalarını kabul etmek değil, çünkü genelde eğitimsiz oldukları için yoksul insanlarda daha fazla hata çıkar. Bunları tabii ki söylersin, yazarsın. Ama yanlarında olmak, olumlu yönlerini desteklemek başka bir şey. Hatta bir yazarın en önemli görevlerinden biri. Aksine, güçlülerin ve zenginlerin yanında, vicdanı olmayan birinin iyi bir yazar olacağını düşünmüyorum.


“Karşınızdaki kim olursa olsun, ne kadar haklı olursanız olun birini öldürmek dünyanın bütün yükünü sırtlanmak demek. Tanrıdan rol çalmak” diye yazmışsınız.

Öldürme duygusunun telafisi yok. Bir de birini öldürdüğünde yine ölüm kazanıyor. Bu yüzden idama karşıyım. Çünkü başka yolu yok. Böyle bir yere varamayız.


Kitaptaki Nevzat Komiser’i takip eden roman yazarı sizsiniz değil mi?

Evet.


O halde romanda Zeynep karakteri sizi tarif ederken “Gazetede görünce bana da tanıdık geldi, sanki bir akrabaymış gibi” diyor. Hakikaten doğru.

Öyle bir duygu uyandırıyorum galiba. Aileden gibi görüyorlar beni. Mesela bir sürü yazar var, kitapçıya girdiklerinde “bey”dir; bana “Ağabey” derler. Doğam böyle. Belki de çok çocuklu bir ailede büyümüş olmanın verdiği bir şey bu. 7 kardeştik. Evde hep birileri vardı. Devrimcilik sürecinde insanlarla çok içli dışlıydım. İnsanlara yakın olmayı seviyorum. Sevmenin ötesinde, öyleyim. Öbür türlüsü kasmak olur.


Yine yazarı anlatırken “Her gün gazetelerdeki cinayetleri okuyup notlar alıyordu” diye yazmışsınız. Siz de öyle misiniz?

Hayır. Eski bir yöntem o. İşe yarar gerçi ama benim tarzım değil. Zaten romanlarımda cinayeti kimin işlediğinden daha önemlisi, o romanın anlattığı dünya. Cinayet nasıl olmuş, kısmı benim için detay. Çünkü bütün insanlar bir merakın peşinden koşar. Ağır bir meseleyi cinayet ekseni etrafında oluşturduğunda, katil kim, şimdi ne olacak, biri daha öldürülecek mi duygusu okuru sayfa çevirmeye yönlendiriyor.


Gerçi son birkaç kitabınızda tarih konuları daha baskındı, burada cinayet biraz öne çıkmış.

Özellikle yaptım. Bunda da tarih yazsaydım aynı yoldan gidip gelmek gibi olacaktı. Sıkılırdım. Oysa hayatta sıkılmadığım çok az şey var; bunlardan biri de roman. Benim için özgürlük alanı, başka bir hayat. Bozulsun istemem.


"İnsan sıkılan bir hayvan"


Nedir başka sıkılmadığınız şeyler?

Torunum, tanımadığım bir şehirde gezmek... Değişik bir şey istiyor insan. Aslında bak şu tanımı yapabiliriz; insan sıkılan bir hayvan. Onun için sanat var.


Öyle mi?

E tabii. Sanat nereden çıktı sanıyorsun. Boş zamanlarımızda yarattık. Vakit olduğu için sanatla ilgileniyoruz.


"Nevzat akrabam değil daha yakınım"

Kitapta “Bizi ayakta tutan o küçük alışkanlıklar” diyorsunuz ya, sizinkiler neler?

Haftada bir mutlaka annemi ararım, torunumu mutlaka görürüm. Türk Sanat Müziği, türkü dinlerim. Antep’teki arkadaşlarımla konuşurum. Kırk yılda bir içki içerken yanında bir sigara yakarım... Bunlar beni ben yapan şeyler.


Yazarkenki alışkanlıklarınız...

Klasik ya da caz müzik dinlerim. Sözsüz olacak ama... Çay, kahve içmem. Sessizlik isterim. Hiç kimse olmamalı. Huzur lazım, en önemlisi.

“Her yazar biraz delidir” diyorsunuz bir de.

Öyle. Bulunduğumuz yerin romanını yazdım. Yan masada Ali, Nevzat, Zeynep oturuyordu. Şizofrenik bir durum değil mi bu? İkiye bölünüyor hayat. Bir süre sonra karakterlerle içli dışlı oluyorsunuz. Nevzat benim akrabam değil ama daha yakın biri mesela.

“İyi yazarlar bir sonraki nesle fısıldar, kalıcılıkları oradan gelir” derler...

Bunu başarabilirsem ne mutlu. Umarım öyleyimdir. Aslında okurlarımın büyük bölümü genç. Bir de şanlı bir yazarım. Yazdıklarımın karşılığını eşzamanlı görebiliyorum. Hem alkış alıyorum, hem para kazanıyorum. Müthiş bir şey.


"Erkekler gerçek bir aşkla tanışmıyor"

“Burası erkek dünyası. Ve kadınlar korkunç bir haldeler. Sen kadınlara bu kadar kötü davranırsan onların mutlu olma ihtimali yok. Peki âşık olduğumuz insan mutsuz olursa bizi nasıl mutlu edecek? Mümkün mü bu? Bir kadını deli gibi seviyorsun ama onu kötülükle, parayla, baskıyla yanında tutuyorsun. Yaşadığın aslında koca bir yalan. Dolayısıyla aslında kendi hayatlarımızı mahvediyoruz. Yani erkek egemen toplumun, maço kültürünün kadınlar kadar erkeklere de büyük zararı var. Böylelikle erkekler asla gerçek bir aşkla tanışmıyorlar.”


Röportaj: Pınar Erbaş

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.