Sivri dilim yüzünden arkadaşlarım azalmadı, arttı!


Başına buyrukluğuna rağmen bu kadar talep görmesi ona kendini güçlü hissettiriyor mu? Hiç düşünmeden karşılık veriyor. “Hayır. Neden güçlü hissedeyim ki?.. Olduğum gibi davranıyorum ve müthiş eğleniyorum.”


Sivri diliyle eğlenirken arkadaşı, dostu azalmıyor mu? “Aksine çoğaldı” diyor. “İki-üç kişi gidiyor belki ama on kişi geliyor yerine. Yeniler belli bir bazla geldikleri için daha rahat bir yerden başlıyoruz. Takmamaya başlıyorlar. Birine ‘şişmansın’ deme hakkım olduğunu düşünüyorum. Onların da bana deme hakkı var.” Bugüne dek yirmi iki binin üzerinde mesaj attığı Twitter’da yeni arkadaşlar edindiği için mutlu. “Şebnem Bozoklu’yu orada tanıdım mesela. Tuba Ünsal’ı da. Kendime benzettiğim için Tuba’ya çok laf geçiriyordum. Düz ve dilinin sansürü yok onun da.”


Hayatı o kadar da ciddiye almamak, şeffaf yaşamak gerektiğine inanıyor. “Çok fazla şey gizliyorsanız eğer, başka bir insan haline dönüşüyorsunuz. Bu hayat o kadar uzun değil. Babam ellilerinde ölmüş. Önümde kendimi gizlemeye değecek kadar uzun bir hayat olmadığını düşünüyorum.”


Kadınlar pençe gösteriyor, erkeklerin kabukları daha kalın

O kendine söylenenleri çok önemsemiyor ama ya zehirli oklarını fırlattığı kişiler? Hoşnut değiller herhalde bu durumdan. Bir yerde karşılaşıyorlar muhakkak. O zaman neler oluyor? “Tuhaf bir şekilde çoğu normal davranıyor. Mesela bir arkadaşımın doğum gününde Eyüp Can’la karşılaştım, başka bir arkadaşımın davetinde Ertuğrul Özkök’le. Arkadaşlarım önceden uyarıyorlar beni. ‘Gelecekler ne olursun bir şey yapma’ diye. Bir şey yapmıyorum ki zaten… Sadece bir şey söylerlerse cevabını veriyorum. İnsanların özeline saldırma gibi bir huyum zaten yok. Merhaba, merhaba selamlaşıyoruz. Sonra gelip uzun uzun muhabbet edebiliyorlar. Bu beni şaşırtabiliyor açıkçası.”


Kadınlarla erkeklerin tepkilerinin farklı olduğunu vurguluyor. “Özellikle kadınlarda bir ‘Allah cezanı versin’ ifadesi oluyor. Pençe gösteriyorlar. Bence kadınlar daha kırılganlar, daha çok inciniyorlar. Çok eleştirdiğim birinin, arkadaşlarına ‘Neler yapıyor bana’ diye dert yandığını biliyorum. Arkadaşlarıyla ‘Benimle uğraşmasın’ diye mesaj yollayan var. Eleştirdiğim kadınların hemen hepsiyle karşılaşmalarımda bir sorun oldu. Durup dururken uzaktan gelip laf eden oluyor. Bu bana komik geliyor. Belli bir düzeydeysen beni neden umursuyorsun? 20-30 bin kişiye bir yazı yazmışım. Hürriyet de bunu manşet yapmamış. Taraf'ta okuyan kaç kişi vardır ki beni? Okuyan da benim gibi düşünüyor büyük ihtimalle. ‘Şahane’ deyip, şak şak yapıp geçiyor. Kimsenin düşüncesini değiştirmiyorum. Ama erkekler öyle değil. Okuyup geçiyorlar belki. Kabukları daha kalın. Erkeklerin tavrını daha mantıklı ve üstten buluyorum. Elleriyle omzuma dokunup ‘Canım’ yapıyorlar mesela. O daha ezici bir davranış.”


Dokunmadığı kimse yok mu? Var elbet. “Çok sevdiğim, kayırdığım bazı insanlar var şu hayatta. Ne derlerse desinler onlara Twitter’dan bile laf geçirmiyorum. Kırılacağını düşündüğüm insanları sakınıyorum. Şahsen tanıdığım kişiler onlar ama.”




"Belli bir düzeydeysen beni neden umursuyorsun? 20-30 bin kişiye bir yazı yazmışım. Hürriyet de bunu manşet yapmamış. Taraf'ta okuyan kaç kişi vardır ki beni? Okuyan da benim gibi düşünüyor büyük ihtimalle. ‘Şahane’ deyip, şak şak yapıp geçiyor. Kimsenin düşüncesini değiştirmiyorum."


Duruşun yanlışsa bu sana söylenir!

Bir de “korkunç bir herifle karşılaşacağını düşünenler”den bahsediyor. “Ayşe Arman da onlardan biriydi.” Ama “öyle biri” olmadığında ısrarlı Altuğ. Yazı yazarken çok eğlendiğini, ertesi gün ne yazdığını unuttuğunu, hatta kalkıp hakkında yazı yazdığı insanla yemek yiyebileceğini ama düşüncelerini ona söyleyeceğini ifade ediyor. Bunun bir samimiyet sorunu olduğunu düşünüyor. “Bunda yadırganacak bir şey yok. Bu ülkede samimiyet olsa bunlar sorun olmaz. Herkes bir oyun içinde. Sanatta torpil olmaz. Bir işi kötü yapıyorsan, yalan söylüyorsan ya da o işle ilgili duruşun yanlışsa bu bütün dünyada sana söylenir. Bulduğum, yeni bir formül değil. Ben sadece Türkiye’de olmamasına şaşırarak bunu yaptım ve tuttu. Çıkar hesabım yok.” Bazıları Siyah Sever’in kapağına “Kötü Değil, Türk’e Zor” yazması işte bu yüzden.


“Hürriyet’te yazmak için Ayşe Arman’la konuştu” dediler

Ayşe Arman’la röportaj yapmasını eleştirenlere şaşırmış, “Bu iş” demişti. “İş”in tanımı ne? “Beni, söylemek istediğimi istediğim gibi söyleyip söyleyemediğim ilgilendiriyor. Biriyle röportaj yapmam o kişi hakkında fikir değiştirdiğim anlamına gelmiyor. Ona istediğimi söylerim. Ayşe Arman’ın çok antipatik bulduğu şekilde konuştum. İstediğim her şeyi de söyledim. Bir kısmını bastı bir kısmını basmadı, istediği gibi bastı. O da onun sorunu. Ama bir kısmını da yazdı hakikaten. Dediklerimden farklı konuşsaydım eleştirenler haklı olurlardı. Aslında o röportaj nedeniyle beni eleştirenler şunu yapmaya çalışıyordu: Taraf’tan ayrıldı. Hürriyet’te yazmak için bu röportajı yaptı. Ben de bunun böyle olmadığını zaman içinde gösterdim. Köşe yazmak için delirmiyorum. Her yere yazabilirim.”


Yazarlarımla vıcık vıcık bir ilişki içindeyim

Yılbaşına kadar bitirmeyi planladığı novelladan bahsederken yüzündeki o kontrolü elinde tutan, hınzır ifade siliniyor. Köşe yazarlığı umurunda değil ama “yazar” olarak anılmak onun için önemli, belli. Ben bu işe başlamadan evvel de yazıyordum” diyor. “İlk şiirim 18 yaşında Milliyet Sanat’ta yayımlanmıştı mesela. 90’lı yıllardan beri yazılarım yayımlanıyor. Gençliğimde yazdığım öyküler, Ankara Öykü Günleri’nde ödül almıştı. Onları yayımlamadım, çünkü çok gençtim, emin değildim kendimden. İkincisi para kazanmam gerekiyordu ve öykü yazmak para kazandırmıyordu.”


Peki kendi yazarlarıyla arası nasıl?


Ayşe Kulin, Buket Uzuner, Celil Oker, Hasan Ali Toptaş, Latife Tekin, Kürşat Başar, Canan Tan…

Altuğ’un sayısı 40’ı bulan yazarlarından birkaç isim. İlişkileri nasıl acaba? Hepsine birden nasıl yetişiyor? Bir ekibi mi var? “Teknik işlerle ilgilenen yardımcılarım var. Ama işin ruh ve kalp kısmı bende, hepsiyle tek tek ilgileniyorum.”


Bir yazarla çalışma kararını nasıl, neye göre alıyor? “İki türlü şey var. Dünyanın başyapıtını da yazsa bir yazar, her şeyden önce onu sevmeliyim. O yazarla vakit geçirebiliyorsam, eğlenebiliyorsam, yemek yiyebiliyorsam, seyahate çıkabiliyorsam, telefonda uzun uzun konuşabiliyorsam çalışabiliyorum. Başka türlüsü de mümkündür ama ben yazarlarımın hiçbiriyle feci profesyonel bir ilişki içinde değilim. Neredeyse vıcık vıcık bir ilişki içindeyim. O zaman yazdıklarına daha fazla nüfuz edebiliyorum.”


"Yazar ajanı" olduğuna göre korsanla mücadele konusunda da biir fikri vardır. “Kitap çok tüketilen bir nesne. Yayınevleri, korsan kitap işini başta ciddiye almadılar. Sonra korsan, sektör haline geldi. Kitapların yüzde 50’si korsan satılıyor. Bunu görmezden gelemezsiniz. Radikal bir önerim var. Devlet nasıl PKK ile uzlaşıyorsa, yayınevleri de korsanlarla anlaşsın. Madem korsanlar kitabı ucuza mal ediyor, yayınevleri korsanlarla anlaşsın, bandrol verip onları legal hale getirsin. Korsanlar da küçük bir pay versin yayınevlerine.”


Röportaj bitiyor. Yanından kalkıyorum. Bankta fotoğrafları çekilirken düşünüyorum. Göründüğü kadar vurdumduymaz mı gerçekten? İncittiği kadar incinmiyor mu? Tam o sırada oradan geçen bir kadının Barbaros Altuğ’a bakarak söylene söylene uzaklaştığını fark ediyorum. Söylediklerini duyamadığım için soruyorum: “Ne diyor?” Kahkaha atarak cevaplıyor Altuğ: “Fotoğrafını çeksen ne olur çekmesen ne olur! Maymunun teki!”



Son soruyu o soruyor: “Tıpkı bana benziyor, değil mi?”


Röportaj: Perihan Özcan - Fotoğraf: Alper Tunga Çatal


Köşe kapmak için çocukların öldürülmesiyle alay edemezsiniz!

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.