Acımasız. Fena eleştiriyor. Bazen döne döne. Kitapları, filmleri, albümleri değil kişileri.


Neden peki? Eleştirmen değil, bilirkişi olarak atanmamış.


Açık mı yakalamaya çalışıyor? Dikkat çekmek mi istiyor? Şöhret peşinde mi? Hedefindekiler, şahsi sorun yaşadığı kimseler olabilir mi? İntikam mı alıyor?


Bunu neden yapıyor?


Başka işi mi yok? Ona ne başkalarından?


Birazdan anlatacak.


Fakat soru pekâlâ şöyle de sorulabilir: Kime ne Barbaros Altuğ’dan? Kötüyse kalsın bir kenarda kötülüğüyle. Söylesin, söylensin dursun. "Yazar ajanlığını" bilsin!


Neden bol tirajlı gazeteler kendi yazarları olsun diye ısrar ediyor? Neden televizyon programlarına davet ediliyor? Neden Twitter’da 18 bin kişi onu takip ediyor?


Evvelce zaten yayımlanmış, binlerce kez okunmuş, bir o kadar sosyal medyada paylaşılmış yazılarından derlediği kitabı neden çok satıyor?


Henüz yayımlanan Bazıları Siyah Sever vesilesiyle konuştuk Barbaros Altuğ’la. Ülke tarihinin en büyük ayaklanmalarından birinin başladığı, onun da başından sonuna kadar yaşananları kendine has üslubuyla ağır bir dille eleştirdiği Gezi Parkı’nda bir araya geldik. Okuyacaklarınız Barbaros Altuğ röportaj-portresidir.


Dertlerimi yazı ile havlayarak dile getiriyorum


Gayriihtiyarı iki soru beliriyor kitabı elime aldığım ilk otuz saniye içinde: Neden takım elbiseli rottweiler? Önsöz, ithaf niye yok?


Elindeki kitabı biraz uzaklaştırıp bakıyor. “Birincisi, hayvan seviyorum. İkincisi, rottweiler görüntü itibarı ile ürkütücü ama son derece sadık ve iyicil bir hayvan. Bu yönüyle kendime çok yakın buluyorum. Görüntü itibarı ile değil ama yapı itibarı ile ürkütücüyüm. Aslında kimseyle bir kavgam yok. Ama dertlerim var ve bunları yazı ile havlayarak dile getirebiliyorum. Birkaç tasarım gösterdiler, en çok bu hoşuma gitti.”


Kaybolduğu için basılamayan önsözü, röportajdan hemen sonra gönderiyor. Peş peşe iki cümle çekiyor dikkatimi. “Aradan yıllar, aşklar, ayrılıklar, ülkeler geçti; her şeyi yapabileceğime ve her şeyi değiştirebileceğime inandığım çocukluk ve ilk gençlik yılları... Artık değil dünyayı, tek bir insanı bile değiştiremeyeceğimi bildiğim yaşlardayım.”


Bir saat önce konuşurken de kimseyi değiştirmeye, düzeltmeye çalıştığını söylememişti zaten. “Son dönemde dertlerimin olduğu birtakım insanlar var” demişti. “Onlarla olan dertlerimi yazarak daha iyi anlatabiliyorum. Ortaya koydukları işlerin hayatlarıyla örtüşüp örtüşmediğiyle ilgiliyim. İçini doldurmadıklarını düşündüğüm kavramlar üzerinden söz alıyorum. Tanımladıkları sanatçı kavramına inanmıyorum. Bunu göstermeye çalışıyorum.”


‘Gerektiğinde sizden de olabilirim’ diyen suskunlar


Ekledikleriyle, söz kendiliğinden içinde yürüdüğümüz parka geliyor. “Türkiye’nin kültür haritasının, kültür simgelerinin değiştiğini düşünüyorum. Gezi Parkı esasında bütün bunlarla çok örtüşüyor.”


Görüş ayrılıklarıyla safları keskinleştiren, kimi eski dostlukları bitiren Gezi Olayları onun hayatına nasıl yansıdı? Taraf’taki köşesinin adının Benim Tarafım olduğunu hatırlarsak, Gezi tablosunu o “kendi tarafından” nasıl okudu? “Bu bir uyarıydı. Belli bir kesimin simgelerinin yok edilmeye çalışılmasına bir simgeydi Gezi. Şaşırtıcı olan entelektüellerin tavırlarıydı. Oradaki haklı istekleri görmediler. O çocuklar öldürüldüğünde alay eden köşe yazarları vardı. Hepsi Yeni Şafak, Türkiye ve benzeri gazetelerde köşe kaptılar şimdi. Gazetelerde köşe kapmak için gencecik çocukların dövülerek öldürülmesiyle alay edemezsiniz. Bu beni önce şaşırttı ama şimdi içim öfkeyle dolu onlara karşı. Zamanında onlara yüklediğim anlam artık yok. Kendime yakın hissettiğim bazı insanlar bilhassa suskun kaldılar. Bu daha acıklıydı. Çünkü sessiz kalmak, gizlice onaylamaktı. Bir tarafa ‘Gerektiğinde ben sizden de olabilirim’ demekti.” Bu tavırları üzerine konuştu mu arkadaşlarıyla? “Hayır, buna gerek duymadım. Hep beraber gördük ki, onların dünyası güçlenip iktidarın yanında durmak. Pek çok arkadaşım bir sürü arkadaşıyla görüşmemeye başladı. Bazı arkadaşlarım da hiç tahmin etmedikleri, hazzetmedikleri bazı insanlarla samimi oldu. Mesela çok zengin, daha önce politik bir duruşu olmayan arkadaşlarım var. Gezi’yle birlikte politize oldular. Olaylara, insanlara bakışlarının değiştiğini gördüm. Gezi aslında zengin, fakir, solcu, sağcı gibi kavramların o kadar da anlamlı olmadığını gösterdi.”




"Ahmet Altan'la şu anda çalışmıyoruz. Ama aramız hâlâ iyi."


Yıldıray Oğur Twitter’dan yazarlık teklif etti

Barbaros Altuğ’un ismini bilen kişi sayısı Taraf yazılarından sonra arttı. "Ajanlığını" üstlendiği Ahmet Altan’ın rolü var mıydı bu gazetede yazmasına? “Alâkası yok. Yıldıray Oğur’un Twitter’dan yazarlık teklif etmesiyle başladım. Yazıişleri müdürüydü o zaman. Yazıişlerinde yazmamı istemeyenler de vardı tabii ama o destekledi ve devam ettim. Yıldıray Oğur’la hiç tanışmadım. Ahmet Altan’la çalışmaya başlamam dört ay sonraya tekabül eder. Bir buçuk senelik mi ne öyle bir anlaşma yapmıştık. Şu anda çalışmıyoruz. Ama aramız hâlâ iyi.”


Meşhur Nazlı Ilıcak sansürü mevzubahis olmamış aralarında. “Onunla konuşmam anlamsızdı. Çünkü altı aydır gazeteye gitmiyordu. Evinde romanını yazıyordu. Olandan haberi bile yoktu. Orada yazıyı yayımlamaktan ya da yayımlamamaktan sorumlu olan, yazıişleriydi. Arayıp yazının Nazlı Ilıcak kısmını çıkartmamı istediler. Bunu yapamayacağımı söyledim ve ertesi gün yazım yayımlanmadı. Bunun üzerine yazmayı bıraktım. Beni gazeteye yazar olarak öneren Yıldıray Oğur, sanırım kendini sorumlu hissetti. Arayıp neler olduğunu sorunca anlattım. Ama yazıişlerindeki görevini bıraktığı için yapabileceği bir şey yoktu.”


Köşe yazarlığı diye bir şey yok!

Köşe denen alan, orayı dolduran için önemlidir. Orada kendini gösterir, taraftar toplar, egosu tatmin eder. Bir anlamda onu şöhrete kavuşturan gazeteden ayrılmak riskli değil miydi? Yazacak yer bulamamaktan, okur kaybetmekten korkmamış mıydı? Adımları yavaşlarken soruya şaşırıyor sanki. “Taraf’ın tirajı o zaman 30 bin civarındaydı, beni okuyan topu topu 5-6 bin kişiydi. Neticede yazı internette yayımlandı ve 15 bin kişi okudu. Taraf’tan ayrılınca birkaç yerden teklif geldi. Dediğim şey şuydu: Ancak canımın istediğini yazarsam yazarım. Canımın istediğini yazamayacaksam niye yazayım? Medyaradar’dakiler ‘Hiçbir şeyine karışmayacağız’ dediler ve karışmadılar. Ama sonra işlerim ağırlaşmaya başladığı için yazamamaya başladım. O sırada Hürriyet’le görüştük. Ama onlara da yazacağımı söyleyeceğim yazıyı yollayamadım. Taraf’ta da her hafta yazmıyordum ki… Ara veriyordum bazen. Şu sıralar Hürriyet Pazar için Çınar’la (Oskay) konuşuyorum.”


Kendini köşe yazarı olarak görmüyor Altuğ. “Benim işim köşe yazarlığı değil. Bence köşe yazarlığı diye bir şey yok zaten. Dünyada da yok. Yer dolduracaksınız diye yediğiniz yemeği, arkadaşınızın diş dolgusunu yazamazsınız. Bu çok ayıp bir şey. Bir konum olmadığında yazmak bana tuhaf geliyor açıkçası. Dediğim gibi derdim var ve derdimi ortaya çıkaracak şeyler olursa yazarım. Mesela elimde Kutluğ Ataman’la ilgili bir yazı var şimdi.”


İstediğim gibi yazabilmek için para almıyorum

İstediği gibi yazabilmek için para almadığını özellikle hatırlatıyor. Gazetelerin ona yer açma teklifini, çok okunmasını ise kendisi gibi düşünenlerin sayısının fazla olmasına bağlıyor. “Ben köşe yazılarından para kazanma amacı gütmüyorum. Oradan gelecek parayla ailemi geçindirmek, kedime mama almak gibi bir amacım yok. Sansürsüz, ne düşünürsem onu yazdığımı biliyorlar. Bunu gazete yöneticileri de, medya yöneticileri de, Twitter’da beni takip edenler de biliyor. Benim başka bir işim var, ondan para kazanıyorum. O işle ilgili de çok fazla söz almamaya çalışıyorum. Köşe yazısı yazmayı bir iş olarak görmüyorum. O yazılar benim hayata nasıl baktığımı gösteriyor. Onlar benim günlüklerim. Eğer günlüğümü merak edip okuyorlarsa, bu, yazdıklarımın onların da hayatına tekabül etmesindendir. 500 bin satan bir kitap varsa, o kitabı okumayan üç milyon okur vardır. Üç milyon okurun o kitabı okumamasının nedeni, belki benim gibi düşünmesidir. Bunu belki de birisi ilk kez bu gerçeklikte ortaya koyuyor. İsimle, samimi olarak, hakaret etmeden... Hakkımda açılmış hiçbir hakaret davası yok. Çünkü kimseye hakaret etmiyorum. Yazdığım şeyler doneler. İngiltere’deki satış rakamlarını uydurmuyorum ki, bir kaynaktan alıp da yazıyorum. Türkiye’de olan bir şeyden bahsediyorsam gerçekten şahitlerim ve belgelerim vardır.”


Röportaj: Perihan Özcan / HT Hayat

Fotoğraf: Alper Tunga Çatal


Yarın:

Sivri dilim yüzünden arkadaşlarım azalmadı, arttı!

“Hürriyet’te yazmak için Ayşe Arman’la konuştu” dediler…

Kadınlar pençe gösteriyor, erkeklerin kabukları daha kalın…

Devlet PKK ile nasıl uzlaşıyorsa yayınevleri de korsanlarla anlaşsın!

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.