Rusya’da Emanzhelisk adında, haritada bile bulunamayan, tek geçim kaynağı madencilik olan küçük bir köyde doğdu Irina. Rus bir anne ve Tatar bir babanın ikinci kızıydı. Maden işçisi babaları terk edince, müzik öğretmeni anne iki kızını tek başına büyüttü. Evde patates yetiştirip okulda piyano eğitimi alırken 2007’de katıldığı modellik kursunun ardından hızla tanındı. Şeyhislamova olan soyadını Shayk olarak kısalttı.


Uluslararası önemli dergilerin kapaklarında ve büyük reklam kampanyalarında yer aldı. Onu Irina Shayk yapan ve top modeller arasına sokan şöhretse, 2010’da gönlünü kaptırdığı Real Madrid formasını terleten futbolcu Cristiano Ronaldo’yla birlikte geldi. Zaten ezelden beri ahalinin en sevdiği aşk hikâyelerinin başında futbolcu- manken ilişkileri gelmez mi?


Şu aralar gerek aşk, gerekse iş vesilesiyle vaktini New York ve Avrupa arasında mekik dokuyarak geçiren ünlü model, Rusya’da çocuklar için kurduğu yardım derneğini de ihmal etmiyor. Aynı zamanda Avon’un Global Güzellik Elçisi olan Irina Shayk’ı çok sevdiği New York’ta yakaladık.


Güzelsiniz, güçlüsünüz ve akıllısınız. Bütün bu özellikler, bir zamanların Rus çariçelerini andırıyor...

Her kadın kendi içinde güzel, güçlü ve akıllı. Sadece kendine inanman gerekiyor, böylece diğer insanlar seni çariçe olarak görmeye başlıyor.


Anneniz ve anneanneniz de güçlü kadınlarmış. Onlardan ne öğrendiniz?

Her şeyi! Ama en önemlisi asla vazgeçmemeyi ve her şeyin mümkün olduğunu öğrendim.


Rus kadınların güzelliği tartışılmaz; ama asıl önemli olan o güzelliği göstermek. Sizin bu konudaki sırrınız nedir?

Kendine güven ve hayat sevgisi..


Sporu sever misiniz? Kıvrımlarınızı ve daima yaza hazır vücut hatlarınızı nasıl koruyorsunuz? Soğuk Rusya ikliminin bunda bir payı var mı sizce?

Spor yapmayı çok severim. Asla diyet yapmam, daima spor yaparım. Ailemden bana kalan en güzel miras, ne kadar yersem yiyeyim zayıf kalmam. Ama ben yine de sağlıklı şeyler yemeyi tercih ederim.


Bir röportajınızda kitap okumayı çok sevdiğinizi okumuştum. Ne tür kitapları seversiniz? En son okuduğunuz kitap neydi mesela?

Favori kitabım Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı. En son okuduğumsa Rus tarihinin en önemli kadınlarından biri olan Büyük Katerina’ydı.


Kitap yazmakla ilgili bir planınız var mı? Ne de olsa Dostoyevski’nin soyundan geliyorsunuz!

Kısa hikâyeler ve komik şiirler yazmayı severim, özellikle kötü modumdaysam. Yazmak sorunlarımı unutmamı ve kendimi toparlamamı sağlıyor.


Rus olmanın başka ne gibi avantajları var?

Rusların hayatı genelde zordur. Bu yüzden en zor durumlarla bile mücadele etmenin yollarını kolayca bulurlar. Ayrıca çok naziktirler. İnsanları önemsemek kültürümüzün bir parçası.


Soyadınız Şeyhislamova. Soyadınızın bir anlamı var mı? Neden kısaltarak kullanıyorsunuz?

Soyadım yarı Tatar olan babamdan. Bu ismin köken olarak birkaç farklı versiyonu var; ama en popüler olanı bir Müslüman ismi olan Şeyh İslam’dan geliyor.


Pek çok kadın futbolla ilgilenmez. Bir kadın olarak sizin futbola bakış açınız nasıl?

Harika bir spor ve fazlasıyla erkeksi. Tam anlamıyla gerçek erkeğin sporu!


Yoksul ve muhtaç insanlara yardım ettiğinizi okuyoruz.

Memleketimdeki bir kadın doğum hastanesine yardım ediyorum ve ayrıca operasyona ihtiyacı olan ancak bunu karşılayacak maddi gücü olmayan insanlar için para toplayarak onlara yardım eden Rus Derneği Pomogi.org için çalışıyorum.


"New York her anlamda beni tanımlıyor"


Bar Refaeli ve Garrett Hedlund da tıpkı sizin gibi küçük bir kasabada, mutlu bir aile ortamında ve doğayla iç içe büyümüş. Küçük kentlerin sırrı nedir?

Bence her şey aileden gelir. Dünyanın en iyi ailesinde doğduğum için çok şanslıyım. Küçücük bir köyde ya da bir başkentte doğmanın bence önemi yok; önemli olan iyi bir karaktere sahip olman ve kendine inanman. İşte başarının anahtarı bu.


Modelliği bıraktıktan sonrası için bir planınız var mı? Oyunculuk, müzik ya da sinema gibi...

Bana ilginç gelen pek çok alan var; ama henüz bir seçim yapmış değilim.


Moskova, New York ya da Madrid. Hangisi sizi tanımlıyor?

Her anlamda, New York.


"Güzelliğimi soğuk duşla koruyorum"

Güzelliği korumak da bir dert.

Bu konuda özel bir sırrım yok; ama her sabah mutlaka uyguladığım bir bakım ritüelim var. Öncelikle her sabah duş alırken buz gibi soğuk suyla durulanırım; kan dolaşımı ve soğuk havalarda üşümemek için mükemmel bir ipucudur. Sonra yüz ve vücut nemlendiricimi kullanırım. Cildi nemlendirmek, cildi genç tutmak ve sağlıklı bir şe kil de ışıldamasını sağlamak için çok önemli.


Güzelliğiniz için olmazsa olmazlarınız neler?

Hacim veren her şeyi çok severim. Mega Effects maskara mesela, gözlerimi çok daha iri, kirpiklerimi ise daha uzun gösteriyor. Buğulu makyaj için göz kalemi bire bir. Ve ruj... İyi bir ruj çok rahat olmalı, dudaklarımı nemlendirmeli ve uzun süre kalıcı renkler sağlamalı. Favori cilt bakım ürünüm, ince çizgilerin ve derin kırışıklıkların saklanmasına yardımcı losyon. SPF (Güneş koruma faktörü) gündüz kremi, gece kremi ve jel göz kremi kullanıyorum. Bunlar uzun çekim günlerinde en çok ihtiyacım olan şeyler.

Koyu tenli olduğum için erkekler beni sevmezdi"


  • “Altı yaşında, piyano çalmaya başladım. Ayrıca koroda şarkı söylüyordum. Yeteneklerimi fark eden annem beni müzik eğitimi veren bir okula kaydettirdi. 7 yıl boyunca bu okula devam ettim. Ancak bir süre sonra müziğin benim hayalim ve tutkum olmadığını anladım. Bu nedenle, okuldan ayrılarak, pazarlama eğitimi almaya başladım. Fakat halen piyano çalabiliyorum. Özellikle Beethoven’in ‘Ay Işığı Sonatı’nı çalmaktan inanılmaz keyif alıyorum. O parçayı çalabilmek için piyanoyla çok fazla pratik yapmak gerekiyor.”

  • “10 yaşından beri yüksek topuklu ayakkabılara bayılıyorum! Mini etekler ve yüksek topuklu ayakkabılar... Sınıf arkadaşlarım topuklu ayakkabı giydiğim için benimle dalga geçerlerdi. Fakat ben onlara aldırmaz ve ne giymek istiyorsam onu giyerdim. Tıpkı şu anda da olduğu gibi...”

  • “Okuldaki erkekler, beni hiç sevmezdi. Koyu bir tenim olduğu için de benimle sık sık dalga geçerlerdi.”

  • “1990’lı yıllarda, Sovyetler Birliği zamanında Rusya’da çok Ukraynalı, Beyaz Rus ve Moldovalı yaşıyordu. Bu durum ırkların birbirleriyle karışmasını ve ortaya daha güzel insanlar çıkmasını sağladı.”

  • “Küçücük bir kasabadan çıkıp Paris’e gitmek; cesaret isteyen, çok büyük bir karardı. Düşünsenize, İngilizce bile konuşamıyorsunuz ve yanınızda hiçbir arkadaşınız yok! Üstelik hiç bilmediğiniz bir işe atılıyorsunuz... Buna herkes cesaret edemez.”

Röportaj: Aysun Öz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.