Din ve inanç arasındaki farkı, o ince ayrımı sizin yapabileceğinizi düşünüyorum? Kendini "dindar" olarak niteleyen / gösteren ancak insani olarak kabul edilemez suçlar işleyen, vahşet gösterenler var. Tecavüzcüler mesela.

İnanç, insanın iç dünyasında olan bir şey. Din ise; dış dünyasında uymuş olduğu bir takım kurallar. Doğru şeye inanmak ve doğru kurallara uymak gerekir. Dindarlık nedir? Mesela; gözünü kırpmadan tekbir getirerek bir adamın, kendine muhalif diye gırtlağını kan fışkırtarak kesen birisi mi dindardır; yoksa biber gaz yiyen kedi ölürken ağlayan ateist mi dindardır? Bana göre dindarlığın özü merhamettir. Doğaya, çevreye, insanlara, hayvanlara, çiçeğe, börtü böceğe, merhamet eden, acıyan, karıncayı ezmekten bile çekinen bir yufka yüreğe sahip olan kişidir dindar. İçinde bu tür bir merhamet olmayan kişinin bana göre dindar olması mümkün değil. Dolayısıyla dindarlık özü itibarıyla, doğruluk, dürüstlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi, merhamet gibi evrensel değerlerin içselleştirilmesine dayalıdır. Şimdi bir adam hem inançlı oluyor hem tecavüz ediyor, vahşet görüntüleri sergiliyor, gırtlak kesiyor… Bunlar dindar olmadıklarını gösterir. Sahte bir inanç sahibi olduklarını gösterir.

Dinin bir anlamda kitlesel iktidar silahı olduğu söylenebilir mi? Sonuçta dinle çok büyük kitlelere erişim sağlanıyor. (Din siyasi midir?)

Tabii söylenebilir. Din iki türlüdür. Bir ölü din bir de yaşayan din vardır. Ölü din egemenlerin kullandığı; yaşayan din de ezilenlerin çığlığı olan, kalpsiz dünyanın kalbi olan, ruhsuz koşullara ruh olan ve var olan durumlara protesto olan dindir. Bu anlamıyla tabii ki sarayların, imparatorlukların, egemenlerin halkın isyanını bastırmak için dini afyon olarak kullanma söz konusu olmuştur.

Şu an peki uygulanıyor mu kitlesel olarak?

Tabii ki uygulanıyor. Mesela, en son Gezi olaylarında Başbakan dini açıkça silah olarak kullandı. Gezi’de başlayan ve bütün Türkiye’ye yayılan sinerji, dindar kıyıları da vurmasın diye, dindarlar da bu isyanın içerisine katılmasınlar diye çaresizce din silahını kullandı. “Camii de içki içtiler” dedi, “başörtüye saldırdılar” dedi, “bayrak yaptılar” dedi. Hâlbuki bu üçünün de aslı yoktu. Başka türlü dindarları oraya gitmesine engel olmak mümkün değil.


Müslüman'lık da kendi içinde sınıflara mı ayrıldı? Antikapitalist, devrimci... Ne zaman ve nasıl ortaya çıktı bu din içinde saflaşma ya da saflaştırma?

Müslüman'lar da kendi içerisinde saflaşabilir. Müslüman'ların içerisinde de zenginler var yoksullar var. Muhafazakârlar, kapitalistler, antikapitalistler, devrimciler, anlayışlılar, anlayışsızlar var. Müslüman dediğin zaman başörtülü olan herkes bu tarafta, açık olan herkes diğer tarafta diye bir şey yok. Bu ayrımların artık ortadan kalkması gerekiyor. Başörtülüler de başörtülülerle ters düşebilir, namaz kılanla namaz kılan da ters düşebilir.

"Gezi Savunması: Neden oradaydım?" başlıklı yazınızda şöyle bir cümleniz var, "Her dönemde iktidarın sopası kimin tepesine iniyorsa orada oldum." 28 Şubat'ta da oradaydınız siz. Onlarca davadan yargılandınız. Bugün, 2013'teki manzara nedir ve neleri öngörüyorsunuz?

Ceberut devlette hiçbir değişiklik olmadığını görüyorum ve bundan dolayı çok üzülüyorum. 28 Şubat’ta mevcut iktidara muhalif olanların yaşadıklarının aynısı şu anki iktidara muhalif olduğunuz için yaşanıyor. Devlet mekanizmaları bunu hep aynı tarzda yapıyor. Hâlbuki devletin temel davranışlarının değişmesi gerekiyordu. Bu halk, bunlara onun için oy verdi. Onlar gittiler Ankara’ya uydular, kendi davranışlarını devlet yaptılar. İktidara muhalefet edersen, lidere ters düşersen aynı sonla karşılaşıyorsun, “bu konuda sizin gibi düşünmüyorum” dediğin zaman baskılara maruz kalıyorsun. İktidarın hoşuna gitmeyecek manşet attığın zaman dışlamaya maruz kalıyorsun. İktidarın hoşuna gidecek laflar ettiğin zaman, muktediri memnun edecek sözler ettiğinde mukafatla ödüllendiriliyorsun. Yani bir adam üç tane muktedirin önünde takla atıyor, üç ay içerisinde beş tane apartman sahibi oluyor. Bu 28 Şubat’ta da bundan önce de şimdi de böyle.




Valide Sultan Camisi müezzinini aradınız mı?

Aradım ama bulamadım. Kendisini tebrik ediyorum. Çok güzel bir şey yaptı ve “Ben din adamıyım, yalan söylemem, orada içki içilmedi” dedi. Ondan dolayı da onu görevden alıp, başka bir yere aktarmayı düşünüyorlar. Cuma günü çıkacaktı ortaya, söz verdi, göstereceğim size videoları dedi, iki hafta geçti üçüncü haftaya girdik bu seferde camii de öpüşme sahneleri falan diye uygunsuz vaziyetlerde diye gülünç bir video ortaya sürdüler. Yani orada bir kız arkadaşına yardım ediyor. Gaz yemiş bir kız, elini yüzünü siliyor. “Tamam geçti” diye teselli ediyor. Onları kare içine almışlar “Camide öpüşme sahnesi” diye, ayıptır! Burada çok fena bir sınav verdiler.

Direnişteki kadınlar için ne düşünüyorsunuz? Siz oradaydınız. Belki birçok kişi fotoğraflarla ve videolarla kadınlarımızın cesareti, inadı hakkında fikir sahibi oldu. Ama siz yaşayan ve tanık olan biri olarak görüşlerinizi paylaşır mısınız?

Gezi hareketini bir kadın hareketi olarak da görebiliriz. Çünkü kadınlar çoktu ve ön plandaydılar. Mesela ben mini etekli bir kızı polisin kovaladığını gördüm. Polisin karşısına dikilip, göğsünü açıp, yırtarak “suyu bırak, kurşun sık” diye bağırdığını gördüm. Bu çok enteresan bir durum. Yani fazla güçlü olmayan, naif kadınlar… Fakat korkunç yürekleri var, müthiş cesaretleri var. Bu cesaret, bu yüreklilik nereden geliyor şaşırdım. Yapılan bir araştırmada da oraya katılan %52’sinin de kadın olduğu ortaya çıkmış. Sabahlara kadar geldiler, beklediler çadırlarda. Kadınların olduğu yerde kaba sabalık, gaddarlık, vahşet daha azalıyor, anlayış geliyor. İnsanlar daha kendine çeki düzen veriyor. Daha espri, mizah, ince ayrıntı ön plana çıkıyor ve daha anaç bir görüntü söz konusu oluyor. Gezideki olayları hep bu açıdan gözlemledim. Bir de bizim söylememiz açısından baktığımızda, bu söylediğimiz şeylere kadınlar daha bir ayrıntılı yakalıyor.Dışarıdan bakınca kadınlar adamın içinden ne geçirdiğini daha iyi hissediyor gibime geliyor.


Peki, çocuk yetiştirmek, insanca yaşamak için ne lazım bu ülkede?

Bizim çocuklar, bu Gezi Parkı’ndaki gençlik şu anda, 90 kuşağı. Dolayısıyla ben onları az çok anlıyorum. Ak Parti iktidara geldiğinde yaklaşık 12 yaşındaydılar. 10 yıldır Ak Parti’den başkasını görmediler. Gençlik de artık şöyle bir şey oluştu, sürekli her şeye karışan, gençleri rahat bırakmayan, oraya buraya gitmeyeceksin, saçını uzatmayacaksın falan diye baskı yapan, çekilmez, lanet, muhafazar bir baba tiplemesi oluştu. Gençler kendilerini ispat etmek için de babalarına isyan ederler. Onlar da babaya isyan ettiler. Şöyle de bir gerçek ki hiçbir baba çocuklarına karşı savaşı kazanamamıştır.

LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel ve travesti) hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben olaya hak ve adalet çerçevesinde bakıyorum ve diğer insanlarla eşit görüyorum. Herkes nasıl siyasal haklara nasıl sahipse onlarda öyledir, dışlanamazlar. Bazı hakları kullanmada mahrum edilemezler. Mesela birçoğu iş yerlerinde çalışamıyor. Ayrımcılığa tabii tutuluyorlar, aşağılanıyorlar. Onların tercihleri kendilerine kalmıştır. Ben tercihlerinin tıbbi kısmıyla ilgilenmiyorum.


Bir de olayın dini açısı var. Kur'an-ı Kerim'de zina etmenin cezası vardır. Zina suç olarak sayılmıştır. Lut kavmi olayında da şu var, tecavüz ve saldırganlık mahkum ediliyor. Kur'anda kumar oynamak, içki içmek, fal okları çekmek bu tür davranışlara iyi bakılmaz ve genellikle bu tür davranışlar kalbi zenginlikten şımarmışların ileri gelen davranışları olarak görülür.


Yani şöyle söyleyelim yollarda fuhuş yapanlar var. Orada 15 kişi varsa 200 kişi sıra bekleyen var. Ben kendi kendime düşünüyorum burada kim suçlu? Kur'an’ın eleştirdiği o lüks arabalarla kuyruğa giren o 200 kişidir, orada bekleyen 15 kişi değil. O 200 kişiyi araştırsan hepsinin hali vakti yerinde, pek çoğu da evli. Öbürlerini araştırsan zevkine bu işi yaptığını sanmıyorum. Çoğu mecbur, mahkûm, fakir, yoksul, aile dramı yaşamış, bir an evvel buradan kurtulmak isteyen, istemeye istemeye orada bekleyen insanlar. Şimdi bunu görmek gerekiyor.


Geçen gün LGBT Onur yürüyüşünde 30 bin kişi yürüyüş yaptı. Şimdi bunlar kim? Sosyolojik olarak bakarsak, toplumda böyle bir vaka varsa bu durum görmemezlikten gelinemez. Hak ve adalet çerçevesinde yaklaşıp, haklarının korunması gerekir. Toplumsal onurlarının muhafaza edilmesi, çiğnenmemesi gerekir. Devlet tarafından da diğerleri gibi eşit görülmelidir.




Redhack hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sempatiyle bakıyorum. Sahtekârlar, sömürücüler, zalimler, gaddarlar, fırıldak çevirenler, hakikaten hak düşmanı olanlara karşı o tür grupların olması gerekiyor.

120 Güne kadar ruh gelmez!

Kürtaj yasası?

120 güne kadar, buna 90 gün diyen de var, 40 gün diyen de var ama en genişi 120 güne kadar kürtaj yapılabileceğini savunanlar İslam tarihinde olmuştur. Çünkü 120 güne kadar ruh gelmez ve bir insan oluşmaz rahimde denilir. Ama bunu süresini doktorlara sormak gerekir. Bu dönemde, yani kalbi atmadan önce, ruh gelmeden önce kürtaj yapmak caizdir denilmiştir.

Alkol yasası?

Kur'an-ı Kerim'de üç tane ayet var alkol ile ilgili. İlki der ki; alkolün zararı da vardır faydası da vardır ama zararı faydasından daha fazladır. İkincisinde der ki; alkollüyken salahata yaklaşmayın. Yani, namaz kılmak dayanışma toplantısı yapmak. Üçüncüsü de bunlar şeytan içtiği pisliklerdir artık bırakın der. Fakat içkinin olumlu bakılmadığı ve bir an önce bırakılması gereken, alınmaması gereken bir şey olduğu çıkıyor ortaya. 3 ayet gelmiş olmasına rağmen içenlere ne tür bir ceza verileceğine dair bir ayet yoktur.


Kur'an- kerim'de cezası olan 4 konu var. Bunlar da insan haklarıyla ilgili. İlki adam öldürmek, ikincisi hırsızlık; emeği çalan cezalandırılır, eli kesilir. Zina eden 100 sopa vurulur bir de iftira atan 80 sopa vurulur. Kuran'ı kerim bunları ihlal edenleri cezalandırıyor. Bunun dışında bir ceza yok Kur'an da. Namaz kılmamanın, oruç tutmamanın, hacca gitmemenin, başını örtmemenin, içki içmenin cezası yok. Bunlar daha çok gönüllü yapılması isteniyor. İçkiyle ilgili ayette cezasını söylemesinden şu sonuç çıkıyor, yani insanlar gönüllü olarak bunu bırakırlarsa bir faydası vardır, cezaya koymanın bir anlamı yok. Şimdi içkiyle ilgili düzenlemelere bakarsak dünyanın her yerinde var.


Ben adaletten tarafım…


Herkes başbakanın tarafını seçiyor fakat siz karşısında duruyorsunuz bertaraf olmaktan korkmuyor musunuz?

Hiçbir şeyden kokmuyorum. Ben 28 Şubat'ta 30 davada yargılandım. 12 Eylül'de Mamak cezaevinde 1 yıl yattım, o zaman 18 yaşındaydım. 28 Şubat'ta dönemin hükümetine karşı yer aldım. İktidarın sopası o gün başörtülülerin olduğu yerde, İmam hatiplerin önünde, ikna odalarında iniyordu. Ben de onlara destek oldum. Şimdi de iktidarın sopası Gezi'dekilerin başına indi; ben oraya gittim. Benim tutumumda herhangi bir değişiklik yok. Sadece iktidarda kimin olduğuna bakmıyorum. İktidarın hışmına uğrayanların kimliğini sormuyorum. Diğerleriyle aramdaki tek fark bu. Ben adaletten yana tarafım. Kim doğru, dürüst, eşitlikten yanaysa onun yanındayım. Mazlumun da zalimin de kimliği sorulmaz. Biz bir ilkeye taraf olduk; mazluma kimliği sorulmaz ilkesi.

Mazluma kimliği sorulmaz!

“Kuran-ı Kerim’de kadınlar 2. planda değil kadınların lehine erkeklerin aleyhine olduğunu” söylüyorsunuz…

Kuran-ı Kerim'de kadın erkek ilişkilerini düzenleyen ayetlerin tamamı kadınların lehine erkeklerin aleyhinedir diyorum. Çünkü gelen ayette mutlaka bir hak, kadınlara ait olmayan bir hak erkeklerden alınıyor kadınlara veriliyordu. O dönemde kadınların durumu çok kötüydü mesela miraslardan pay alamıyorlardı. Evlenilirken kendilerine sorulmuyordu, sayısız derecede evlenme ve boşanma erkeklere aitti. Cariyelik yasaklandı, tek eşlilik getirilmek istendi, kölelik ortadan kaldırıldı. Bu ayetlerin hepsine bakıldığında hepsi kadınların lehinedir.



Başbakan twitter’ı bela olarak görüyor ya siz?

Yok bence bela değil. Tam tersi özgürlük alanı gibi. Devletin, egemenlerin borusunun ötmediği bir yer. Genelde onların borusunun ötmediği yerler benim hoşuma gider. İyi kullanırsan iyi sonuçlar veriyor. Twitter, Facebook dediğin insan hayatından farklı bir şey değil ki. Aynısı hayatta var. Bizim dünyamızın bir parçası.

Sizin bir cemaatiniz var mı? Yoksa “benim bir tane yol gösterenim var oda Kuran en son da Hz. Muhammed sonrasını tanımam” mı diyorsunuz?

Ever Kur'an- ı Kerim’dir. Arkamızda herhangi bir cemaat yok, herhangi bir holding yok, herhangi bir patron yok. Ben arkadaşlıklara dostluklara önem veririm. Liderlik dediğin başka bir şeydir. Peygamberin şahsı bizim için örnektir. Onun gibi olmak isterim. Onun, kadınlara, insanlara, gençlere, halka, kendi arkadaşlarına, doğaya, çevreye, hayvanlara davrandığı gibi davranmak isterim. Onun dışında insanlarla aramızdaki yardımlaşma ve dayanışmadır.


Fettullah Gülen?

İktidarın iki büyük bileşeni var. Birisi Ak Parti, diğeri cemaat. Şimdi Ak Parti'de olanlar rantı çok seviyor, ileri derecede paracılar ve rant coşkusu var başka bir coşku yok. Cemaatte ise taassup var. Said Nursi'de sade yaşadığı için, dünyalığa fazla önem vermediği için dervişhane bulurum ve onayladığım şeydir. Bir Müslüman'ın ya da bir Müslüman'lara hitap etme makamında olan birisinin modern derviş şeklinde yaşaması gerektiği görüşündeyim.

Sizin inançsal farklılıklarınız var mı?

İnançsal bir farkımız yok, inancımız aynı. Allah'a Peygamber'e, Kuran'a inancımız aynı ama Kuran'ın ana mesajı nedir? Ben bunu biraz farklı yorumluyorum. Kuran'ı biz, ezilenlerin bir çığlığı, zayıfların ve alttakilerin protestosu olarak anlıyorum ve yorumluyorum. Onlar böyle yorumlamıyorlar. Onlar, dini zengin eğlencesine dönüştürdüler. Biz bu hususa ileri derece önem veriyoruz. Kuran'ın ana cümlesinin ben "Mülk Allah'ındır" cümlesi olduğunu söylüyorum. İnsanlığa mesajının şu olduğunu düşünüyorum; “Sahip olma hırsından ve kontrol etmekten vazgeç.”


Röportaj: Ülker Reyhan



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.