İkinci Bahar dizisinden sonraydı. Ozan Güven yeni popüler olmuş, kızların ona ilgisi büyüktü. O zaman yaptığımız röportajda da işini ne kadar sevip ciddiye aldığını dile getirmişti. O zaman da röportaj için nazlanmıştı... Ancak haklı; dizinin çekimleri nedeniyle sabah erken saatte girdiği platodan gece yarısı çıkıyor, güneşi görmemekten şikâyet ediyor. Üstelik şu ara sadece dizide değil Lipton reklamlarında da çay içerken izliyoruz kendisini... Geçen hafta Meryem Uzerli rahatsızlanıp çekimler iptal edilince röportaj için zaman doğdu. Ve Boğaz’da, Four Seasons Bosphorus’un bahçesinde güneşin altında Ozan Güven’le buluştuk...


Çok röportaj vermeyen, magazinde pek görünmeyen, bir ayakkabı mağazası bulunan, iyi bir baba ama biraz huysuz bir adam... Ozan Güven böyle biri mi?

Zaten haftada bir gün televizyona çıkıyorsanız, onun dışında çıkıp bilirkişi olarak görünmek saçma. Bu mesleği yapıyorum diye her konuda konuşmam gereksiz. Kendime göre fikirlerim var ama örnek alınmak gibi bir durumum olmamalı. Sadece bir meslek icra ediyorum. Bakkaldan, manavdan farkı yok; benimki sadece televizyonda gösteriliyor. Ayrıca “Onu yaptı, bunu yaptı” diye televizyona çıkmak istemiyorum. Mahremiyet konusunda eski kafalı olabilirim ama bu benim tercihim. Ne çocuğum olduğunda, ne evlendiğimde, ne ayrıldığım zaman, ne de başka bir zaman özel hayatımla ilgili konuşmadım. Yakın arkadaşlarıma anlatamadıklarımı bir röportajla tüm Türkiye’ye anlatmak da saçma.


Bu Türkiye’ye özgü bir durum değil ki...

Tüm dünyada böyle diye biz kendimizden vazgeçiyoruz. Evet Hollywood’da da böyle ama burası Türkiye. Başka türlü nefes alan, başka türlü hisseden insanlardık. O artık elimizden alındığı için biz de o yola girdik.


Böyle değil miydik?

Değildik. Mahremiyete önem verirdik. Biz çocukken dedikodu kötü bir şeydi. Kimse kimsenin hakkında konuşmazdı. İnsanlar birbirleri hakkında düşündüklerini suratlarına söylerdi. Ama her şey bir samimiyet içinde devam ediyordu. Bir tek dilimiz bize kaldı. Tuhaf buluyorum bunların hepsini.


“Oyuncusu olmayı tercih ederim”

Tamam, tamam; size dönelim. Ezberimizi bozacak bir şey söyleyin...

Herkes gibi insanım. Olağanüstü yeteneklerim, içgüdülerim ve görüşlerim yok. Ben de sinirlenebiliyorum, öfkelenebiliyorum. Yaptığım işten dolayı bütün bunları kontrol altında tutmak baskı yaratıyor. Sadece mesleğimi yapıyorum. Gerçekten bir bilirkişi olarak görmüyorum kendimi.


Ama senaryo seçiminde bilirkişisiniz... Hep iyi kadrolarla, iyi projelerde yer aldınız.

İşim konusunda çok hassasım ve mesleğimi çok sevdiğim için uzun süre yapmak istiyorum. Kötü bir işin iyi bir oyuncusu olmak yerine, iyi bir işin kötü oyuncusu olmayı tercih ederim. Başlı başına projedir mühim olan, tek kişilik bir iş yapmıyoruz. Mesleğim bu ve bu meslekten para kazanıyorum ama para birinci amacım olmadı. İşimi iyi yaparsam zaten para kazanacağımı biliyorum. Yeteneklerimin de farkındayım. Bir iş yaparken ne anlatılıyor, ben ne anlatmak istiyorum; hayat görüşlerime uyuyor mu, bir derdi var mı; bunlara bakıyorum.


Sıralamanız nedir?

Öncelikle iyi senaryo, iyi yönetmen, iyi yapım ve kimlerle oynayacağım önemli.


Biz önce yönetmen seçiyorsunuz sanıyorduk...

Önce senaryo. Adamakıllı bir senaryoyu kötü bir yönetmen bozabilir ama kötü bir senaryoyu, dünyanın en iyi yönetmeni de olsa iyi bir film haline getiremez. İyi bir hikâyeniz yoksa gerisi teferruat.


“İyi bir satıcıydım”


Ayakkabı mağazanız var. Herkesin ayağına bakar mısınız?

Ayakkabılara bakarım, kadında da erkekte de severim ayakkabıyı...


Tabii, iş edindiğinize göre...

Aslında konservatuarda okurken Beşiktaş’ta başka bir ayakkabıcıda çalışıyordum. Tiyatroya başlayınca çalışma saatlerim çakışmaya başladı. Sonra ortağım Ramazan’la tanıştık. “Sen git yap tiyatronu” dedi. O günden bugüne 20 yıl geçti.


Sık uğruyor musunuz?

Çok sık gidemiyorum, vakit bulamıyorum. 10 sene aktif çalıştım. Bir kızın ilkokul ve lise mezuniyet ayakkabılarını, nişan ve evlilik ayakkabılarını verdim. Çocukları bile oldu. Çok başka bir ilişki biçimi.


İyi bir satıcı mıydınız?

Evet, iyi bir satıcıydım. İhtiyacı varsa satın aldırırdım. Her gün ayakkabı almaya gelene, aldırmazdım. Böyle bir samimiyet vardı eskiden.


Ayakkabı tasarlamayı düşündünüz mü, şu ara çok moda?

Düşünmedim ama ayakkabı için renk kombinleri yapıyorduk, bant attırıyorduk.


Ne satar bilir misiniz?

Eskiden tahmin ederdim ama artık koptum. Seçtiklerim artık satmıyor.


"Anası Türk olan padişah yok"


Muhteşem Yüzyıl dizisi bu coğrafyada, hem oynayan hem de izleyenler açısından pek çok hayat değiştirdi. Tarihi diziler tuttu. Hürrem’in arkasından bir Thedora dizisi de çekilir mi?

İstanbul’un hikâyesi bitmez. Burada yaşananların ne olduğuyla değil, buradan ne çıkaracağımızla ilgilenmekte fayda var. O yüzden “Ecdadımız yanlış tanıtılıyor” kaygısına düşmek yersiz. Anası Türk olan padişah yok! Bizim ecdadımız sarayın dışındaki esnaf, halk. Bir gerçeğimizi söylemekten bile imtina eder olduk, çünkü başka türlü anlaşılabilir. Kimseye karşı değiliz ki. Bunu söyleyerek bir taraf olmuyorum. Neyi tartıştığımızı bilmiyoruz. “İnançlıyım” dediğin zaman bir taraf oluyorsun.


Arkası gelir mi yani? Bu tür dizilerin diyorum...

Önemli bir yol açtı Muhteşem Yüzyıl. Böyle büyük yapımların memleketimizde yapılabileceğini ve dünyaya satılabileceğini gösterdi. Buna bir iş olarak, sanat olarak bakılması lazım. Michelangelo şortlu adam yapsa bir şey diyemezdik. Bunlar sorgulanacak şeyler değil. Beğenirsin beğenmezsin, ama yok sayamazsın.


“Saray soğuk bir yer, açık giyinemiyorlar”

Dizi zamanında mı, yoksa yapılan eleştiriler yüzünden erken mi bitecek?

Muhakkak düşündükleri bir şey vardır söyleyenlerin, ama akışında önemli bir değişiklik olmadı çünkü çok edebiyle yapılan bir iş.


Dekolteler kapandı...

Hürrem artık yaşlandı, artık öyle gezemez! Ayrıca saray soğuk bir yer, o kadar açık giyinemiyorlar. Meselenin bu kısmıyla ilgilenmek, bir oyuncu olarak bunlara kafa yormak bile insanın canını sıkıyor.


Reuters’tan David Rohde, “Amerikan politikalarından bile etkili bir dizi” dedi Muhteşem Yüzyıl için. Yumuşak gücün koçbaşı olarak nitelendirdi. Siz nasıl bakıyorsunuz?

Amerikalıların hikâyeleri bitti. Artık Anadolu’nun hikâyeleri ilgi çekiyor. Çok zengin ve gerçekten çok şey öğreten bir tarihimiz var. Çok tuhaf, garip, çok muhteşem ve çok kaotik, kanlı... O dönemin insanlarının yaşayışı şizofrenik. İnsanlar iktidar olmak için kardeşlerini öldürüyor ve birileri de “Bu bizi yönetsin” diyor. Bu başlı başına psiko-nevrotik bir durum. Ölüm korkusu yüzünden herkes paranoyak. Çok zor hayatta kalmak. Oynadığım Rüstem Paşa karakteri mesela; ben haklı görüyorum adamın yaptıklarını, öldürmezse ölecek. Bütün mesele de bu.


Rüstem Paşa’yla empati kurdunuz yani...

Akıl almaz, tuhaf bir enerjisi var herifin. Salt kötü gibi görünüyor ama hakikaten o da hayatta kalma mücadelesi veriyor. Büyük bir başarı öyküsü onunki, Steve Jobs gibi... Domuz çobanlığından veziriazamlığa... Adamın kötülükleri karşısında, “Bu kadar soğukkanlı psikopat nasıl olur” diye düşünüyorum. Kendimden bu kadar farklı bir karakteri oynamaktan keyif alıyorum. Bir daha ne zaman kaftan giyip Topkapı Sarayı’nda dolaşacaksın! Gerçekten yaşamış birini canlandırmak ayrı bir sorumluluk, bir zevk ve heyecan benim için.


Rüstem Paşa sizi çok etkilemiş; günlük yaşamınızı da değiştirdi mi?

Evde kaftanla dolaşmıyorum! Oynadığım karakterlerin hiçbiri özel hayatımda benimle karışmadılar, o bir hastalık olurdu. Rolden çıkamazsanız hayat ıstırap olur. G.O.R.A’da oynadığım Robot 216’nın etkisinden çıkamasaydım, şu an Çelik’le çıkıyor olurdum! İşin sadece kayıt ve stop kısmı ilgilendiriyor, gerisini çok umursamıyorum.


Rüstem Mihrimah’ı seviyor mu gerçekten?

Seviyor. Öyle oynamak istiyorum. Hayatta bir şeyi olsun sevdiğini düşünüyorum.


Ortadoğu’da da tanıyorlar sizi...

Enteresan bir durum var. Türk cumhuriyetlerinde, Arap Yarımadası’nda, Doğu Avrupa’da hakikaten fanatik izleyiciler var. Araplar hemen fotoğraf çektirmek istiyor. İyi mi, kötü mü bilmiyorum. Ne kadar tanınırsan o kadar dert çünkü.


Muhteşem Yüzyıl hayatınızda ne değiştirdi?

Meral Abla (Okay) benim çok sevdiğim bir kadındır. Onunla beraber çalışıyor olmak; öyle hissediyorum, büyük bir mutluluk. Çok ablalığı olmuştur hayatımın her döneminde... Mücevher gibi saklayacağım bir iş...


Röportaj: Aysun Öz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.