Osman Sınav’ın yönetmenliğini üstlendiği Uzun Hikâye filmi,medyada aldığı yer de kanıtlıyor ki son dönemin en iddialı yapımlarından. Kenan İmirzalıoğlu’nun canlandırdığı Bulgaryalı Ali de “Keşke yakınımda böyle biri olsa” diyeceğiniz bir karakter. Güzel insan. Çevresindekiler de iyi olsun, adil bir hayat yaşasın istiyor. Bir de sevdiceği Münire var. Tuğçe Kazaz oynuyor, çok da güzel oynuyor. Zor kavuşmuşlar. Çocuklarıyla beraber kasaba kasaba geziyorlar, çünkü Bulgaryalı Ali kafasına yatmayan bir düzene boyun eğecek biri değil. İşin içinde İmirzalıoğlu olduğunda “Vay sen beni arkamdan vurdun, görürsün” tepkisi bekliyorsunuz. Ama filmdeki hali bambaşka. Bir gülüşü var; olgun, baba... İçi ısınıyor insanın. Osman Sınav’ın da amacı buymuş: “İçimiz karardı. Bir ışığa, samimiyete ihtiyacımız var” diyor...


Uzun Hikâye’nin senaryo yazarı Yiğit Güralp filmde çok ama çok iyi insanların hayatlarının anlatıldığını söylüyor. O insanların bir geçerliliği var mı artık?

Olması lazım, ama olmalarını yadırgıyoruz. İyi, idealist, aşka böyle ömür boyu bağlı insan olamaz, diyoruz. Dünyamız ne kadar kararmış. Ne büyük bir kaos içindeyiz. Bunu kabullenmişsek hayatımızın yüzde 50’sini kaybetmişiz demektir.


Neler var o yüzde 50’nin içinde?

Aşkı daha derin hissetmek, adalet için mücadele etmek... Herkesin hakça, eşitçe, emeği kadarıyla paylaştığı bir dünyada yaşamak. Filmde Bulgaryalı Ali de “Yarin yanağından gayri her şeyi hakça paylaşalım” diyor. Doğruluk, dürüstlük diye bir şey var.


“Uslu durursalar her şeyin yoluna gireceğini düşünen çocukların kaybettikleriydi benimki” diye bir cümle geçiyor filmde. Nedir onlar?

Uslu durmak bir süre sonra talep etmeyi unutturuyor. Dik durmak gerek. Ama bu başkasının hakkını yemekle değil, tamamen kendini ifade etmekle, aşkını, aydınlık yolunu bulmakla ilgili.


Süper Baba, Ekmek Teknesi, Deli Yürek, Kurtlar Vadisi hep sizin projeleriniz. Tezat işler. İşler nasıl halledilmeli? Daha naif mi daha deli dolu mu?

İki şekilde de olur. Derdiniz adaletse, aşksa iki yol da sizi hedefinize ulaştırır.


İşleriniz hep çok konuşuldu. Şimdiki hikâyeler nasıl sizce?

Aynı aralığa sıkıştık. Anlattığımız hikâyeler dedikodu boyunu aşamıyor. Şu şöyle yapmış, bu bununla ilişkiye girmiş... Böyle reyting alacağım derseniz alanınız bu kadar daralır işte.


Doğrusunu söyleyin...

Allah sizce neden bütün kitaplarında ya da peygamber aracılığıyla hikâye anlatıyor? Pay çıkaralım diye. Ondan ilham alıp güzel seçimler yapalım diye bize hikâye yoluyla örnekler sunuyor. Dramayı da biraz böyle düşünmek lazım.


Siz de bir hikâye anlatıcı olarak kendinizi Yaradan’a benzetiyor musunuz?

Ondan ilham almaya ve onu taklit etmeye çalışıyorum. Onun labirentlerine girerek insana kendi kader kurgusunda yeni ilhamlar vermek için hikâye anlatıyorum.


Ben rezil biri değilsem televizyonda gördüğüm rezil bir şey beni etkileyebilir mi?

İnsanların zaafları vardır. Etkilenirsiniz. Cinsellik, daha çok para kazanmak, daha iyi giyinmek gibi... Bu zaafları kullanmadan, insanı iyiye yöneltecek doğru rol modelleri kullanarak hikâye anlatmak önemli.


Bu yüzden mi hikâyelerinizde Süper Baba, Bulgaryalı Ali gibi hep idealize edilmiş kahramanlar var?

Kahramanlar olmadan ne anlatılıyor ki? “Sıradan” dediğiniz işte bile bir kahraman vardır. Anti kahramandır, belki “looser”dır ama vardır. Onun o “kaybetme” duygusu üzerinden bizde bir vicdan yaratılır ve doğru rol modele yöneliriz.


Süper Baba bugün çekilse tutar mıydı?

Bilmiyorum.


Bilirsiniz.

Bence tutmalı. Tamda toplumun aydınlığı görmeye, kalbini yumuşatmaya ihtiyacı varken Süper Baba gibi samimi hikâyelere çok ihtiyaç var.


Uzun Hikâye de o tatta bir film.

“Böyle aşklar vardı, karşılık beklemeden birbirimize yardım ederdik” diye hatırlansın istedik.


Röportaj: Pınar Erbaş

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.