Ama gerçekten sıra dışı bir çizer o... Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi; kadınları seviyor, onları aşk ve şehvetle çiziyor. Eserleri Fransa’da Picasso, Francis Bacon ile birlikte sergileniyor. Ve yarattığı Efsun karakteri, Conan ve Spiderman’in yazar çizerlerinin katkılarıyla çizgi roman dünyasının kâbesi Amerika’da yayına hazırlanıyor. İşte Ergün Gündüz ve onun harikalar âlemi...




“Ergün Gündüz Türkiye’nin en karizmatik karikatüristi” diyorlar, anlat bakalım sırrını.

Aslında kendimi karikatürist olarak görmüyorum. Hikâye yazarım, resim yaparım, illüstrasyon, yağlı boya, sulu boya yaparım, karikatürlerim var, çizgi filmlerim... Kısaca yaratıcılığım var.


Desene “Ne iş olsa yaparım abi” diyenlerdensin.

(Gülüyor...) Mesela Leonardo Da Vinci hem ressam hem heykeltıraş hem mucit, anlayacağın adam her şeymiş, çünkü yaratıcı.




Ayrıca epey alçak gönüllüsün Leonardo usta!

Canım örnek olarak söyledim. Tabii ki kendimi onunla kıyaslayacak kadar delirmedim.


Peki usta, bu saydıklarının hangisisin aslında?

Hepsi. Sanatçıyım ben, artistim.


Kulakları çınlasın Bedri Koraman abimiz gibi senin de kadınların çok meşhur. Çizdiğin hatunların hepsi fıstık gibi, var mı bunun özel bir sebebi?

Bu yaradılışımla ilgili herhalde; kadınları öyle görmek istiyorum.


Bu arada kendine de biraz torpil geçiyorsun galiba. Karikatürlerinde çok yakışıklı bir Ergün Gündüz var...

Kalem benim elimdeyken çirkin mi çizeyim kendimi yani. Şaka bir yana öyle yakışıklı filan çizdiğim yok. Neysem o işte.




Latif Demirci, İrfan Sayar, Hasan Kaçan ve sen bir dönemin en önemli dergisi Gırgır’ın ağır toplarıydınız. Sonra ne oldu Atos, Portos, Aramis ve Dartanyan’a?

Biz oraya çok küçük yaşlarda girdik, 16 yaşındaydım. Oğuz Aral babamız gibiydi. Aile olmuştuk bir nevi, başarımız da oradan geliyordu. Ama çocuklar bir yerden sonra kendi kanatlarıyla uçmak ister. Oğuz Abi bunu anlayamadı. Bizi sürekli kontrolü altında tutmak istedi. Bunu kabul edemedik. Zil çaldı ve dağıldık.


‘Kadınlar gelip beni buluyor’


‘Gece kuşu’ göbek adınmış bir ara, doğru mu?

Onu Hasan söylüyormuş, “Âlemlerden çıkmıyor” diye. Eskiden her yere koloniler halinde giderdik geceleri. Gençlik halleri işte. Ama artık yaşlandım. (Gülüyor...)


Birlikte gezip tozduğun Hasan Kaçan’ın sonradan muhafazakâr çevreyi seçmesine ne diyorsun?

Ne diyeyim, onun tercihidir. Orada daha da başarılı bence.


Gençlik halleri diyorsun da, şimdi inzivaya çekilmedin herhalde.

O kadar da değil. Pek öyle görünmesem de sosyal bir insanım. Kendimi mendireğin ucundaki deniz fenerine benzetirim hep. Her gün karaya çıkıp eğleniyorum, sonra fenerime dönüp huzura kavuşuyorum. Yalnızlığı da seviyorum.


Çizdiğin o mükemmel kadınları bulabiliyor musun 3 boyutlu dünyada?

Ben aramıyorum ki! Hiç aramadım. Kadınlar bir şekilde gelip beni buluyor.


Peki nedir seni cazip kılan. Herhalde “Gel karikatürünü çizeyim” diye kandırıp rejisörün yatak odası numarası çekmiyorsun...

Yok ya... Zaten çoğu tanıştığımız zaman benim karikatürist olduğumu bile bilmez. Belki de doğuştan böyleyim, şanslıyım. Kadınlar, yaşamıma devam edebilmem için çok önemli. Ama öyle barlara gideyim, kız


tavlayayım diye bir çabam olmadı hiç.


‘Ararsan ruh öküzünü bulursun’


“Herkesin bir ruh ikizi var” derler, sen buldun mu?

O da çok matrak laf ha... Mesela bir kız diyor ki “Bizim mahallede ruh ikizimi buldum.” Vay be 7 milyar insan içinde senin mahallende mi çıktı! (Gülüyor...)


Tamam ruh ikizinden vazgeçtik. Aradığın kadını bulabildin mi?

Bulduğunu zannedersin, ama bulamazsın. İnsanlar ruh ikizini ararken ruh öküzünü daha kolay buluyor aslında. Ayrıca bulmak şart da değil. Aramanın zevki başka. Herkes kendi aşkının dedektifi olabilir bu dünyada. Dosyayı kapatıp kapatmamak tercih meselesi.


Çizdiğin kadınlara âşık oluyor musun ya da beraber olduğun kadınları onlar gibi hayal ediyor musun?

Çizdiğim kadınlara daha sonra rastladığım oluyor. Hatta “Aa, beni çizmişsin” diyor bazıları, onlarla daha yeni tanışmama rağmen. Arada tanıyıp çizdiklerim de var tabii. Değişiyor...


Bir de evlilik var bu “çizgi” hayatın içinde...

Evliliğim hayatımdaki yerini aldı, oğlum kaldı yadigâr. Garip bir felsefem var. Yaşamımızın bittiğine ama hafızamızın bunu geç algıladığına inanıyorum.


Ne diyorsun Ergün, 40’ı çıkmış gibi bir halimiz mi var?

Ya dinle bak, biz aslında öldük ama hatırladıklarımızı yaşıyoruz. Buna inanıyorum ve bu düşüncede kaderi buluyorum. Bir tür dejavu hali yani. Aklımdan hiçbir zaman evlilik geçmemişti ama bu evlilik vasıtasıyla oğlum dünyaya geldi. Demek ki hepsi olması gerektiği için oluyor.


‘Oğlum bir gün İstanbul'un başına geçerse’

Valla bir soru sordum, bin pişman oldum. Yani çocuğum isteyerek olmadı mı demek istiyorsun?


Olmasını değil doğmasını istedim, o ayrı hikâye.


Da Vinci’nin şifresi gibi konuşmayı bırak, sevgi çocuğu mu oğlun onu söyle?

Öyle diyebiliriz. Bazı dinlerde çocuğun anne babasını seçtiğine inanılır. Belki de oğlum istedi benim onun babası olmamı.


Adı nedir bu seçici veledin?

Costa Bora... Costa Constantine’in kısaltılmışı. Daha 9 yaşında ama müthiş sosyal bir çocuk, inanılmaz bir enerjisi var. Belki o bizi seçti ama ben onun da seçilmiş bir ruh olduğuna inanıyorum.


Constantine ne alaka? Oğlunun annesi Yunan mı?

Hayır Rus. Doktor bir hanım. Ama İstanbul’un adı Rusya’da da aynı; Konstantin... Ruslar “Bir gün Konstantin İstanbul’un başına gelecek” diye inanıyorlar hâlâ. Düşünsene benim oğlan geldi, belediye başkanı oldu... (Gülüyor...) Hem Türk hem yarı Ortodoks, yarı Müslüman. Tam olur valla.


Anlamadım, dini nedir Costa’nın?

Müslüman yazıyor kimliğinde. Kararı kendi verir ileride.


Baba olmak sende neyi değiştirdi?

Sağ lobumda yaşıyordum, oğlumun varlığı sol lobumu da çalıştırdı. Hayata daha motive olmamı sağladı.


Beraber olduğum kadınlar heyecanlı


Türkçe konuş vatandaş!

Yani çocuğum doğunca onun geleceği için para kazanmayı hedefledim. Yaratıcı olan beynin sağ lobudur, o üretir. Sol lob pazarlar, para kazandırır. İkisinin ortasını bulmayı öğrendim.




Bir şarkı vardı eskiden “Bir kadın çizeceksin onun gibi bırakıp gitmeyecek” diye. Böyle bir kadın çizdin mi?

O kadın orada hep aynı duracak, sen ona baka baka yaşlanacaksın. Çok ağır bir soru oldu bu.


Çizdiğin kadınlar mı beraber oldukların mı tercihin.

Çizdiklerim güzel, beraber olduklarım heyecanlı.


40’ımdan sonra en mükemmel zamanımı yaşıyorum’


“Çizer guru” diyesim var sana, spiritüel hayata inancın çok galiba.

İnanıyorum. Demin bir dejavu durumundan bahsettim ya... Hayat yolculuğunda olacak şeylerin mesajları var. Onları görürsen olur...


Var mı böyle bir örnek?

Çok... Mesela ortaokul bittiği zaman diyabet hastalığım vardı, Türkiye’ye ilaç gelmiyordu, komaya girmiştim. Hastanede yatarken “İçinde çizimler olan İngilizce bir öykü kitabı alın” dedim babama.


Özellikle mi böyle bir kitap?

Evet. Hatta Longman Yayınevi’nden alın dedim. O da İnci Avcısı Macerası’nı aldı getirdi. Bahreyn diye bir ülkede bir inci avcısının öyküleri anlatılıyor. Yıllar sonra Bahreyn’den bana iş teklifi geliyor. Sonradan spiritüel dünyayı algılamaya başladığımda yandı ampul.


Gırgır’ı bırakıp Bahreyn’e gitmedin herhalde...

Zaten o aralar dergide Oğuz ve Tekin Aral’la aramız açıktı, bana ders vermek istiyorlar. Gidip Tekin Abinin elini öpecekmişim. Suçum yok ki neden öpeyim. “Eyvallah” dedim çektim gittim. Bu gücü de Bahreyn’den aldım.


Bir kahvesini de içtin mi inci avcılarının?

Tabii... İnci avcılarını, masaldaki her şeyi orada gördüm. Yani diyorum ki hayatın bütün mesajları önden sunuluyor insana.


“Erdiğini” ne zaman anladın?

30’dan sonra olgunlaştım, 40’tan sonra en mükemmel seviyem neyse onu yaşamaya başladım.


Neymiş bu mükemmellik seviyesi “guru” bey?

Aklın, üretkenliğin, yeteneğin, kalbin, hepsinin toplandığı yer. Hatta o zamana gelene kadar kadınları hiç tanımadığını anlıyorsun.


‘Çizdiğim kadınlar gelip beni buluyor’


Peki hak ettiğin yerde misin sanatçı olarak?

Hak ettiği yerde olan kim var ki? Picasso bile başka bir yerde olmak isterdi büyük ihtimalle.


Sanatın hayatındaki yeri nedir?

Bana var olduğumu hissettiriyor. Heyecan verici ve seksi...


Demin “Kadınlar beni buluyor” dedin, yakana kırmızı karanfil mi takıyorsun devamlı?

Karanfil değil içgüdü... Sanırım birbirimizin anlamadığı kokuları salgılıyoruz.


Duygusal mazoşistlik var mı sende, ilişkide zoru sever misin?

Severim. Çatışma, bazen çok kızsan da enerji verir. “Akrep suyu, Aslan ateşi temsil eder. O yüzden bir araya gelemez” derler ya. Onun gibi bir şey. Ateş, “Suyu buharlaştırırım” der, su da “Ben de seni söndürürüm.” O hesap işte. Güçlü çatışma anları güzeldir.


Aşk bittiğinde ağladığın oldu mu hiç?

Neden olmasın! Her sevgili aşk anlamına gelmiyor ama ağlamak için aşk gerekiyor. Ben aşkın her halini yaşadım.


Peki ya ihanet?

Yaşadım tabii, ne kadar güzel bir şey. O dersi almadan sınıf atlayamıyorsun çünkü.


‘Hayat arkadaşlarım’


Şimdi gelelim maydanozun faydalarına... Özel yaşamında yer alan kadınlar arasında bir ünlü gazeteci, bir de siyasetçi var.

Lafı nereye getirmek istediğini anladım. Ayşe’den (Arman) bahsedeceksin...


Unutamadığın kadın o mu?

Unutamadığım kadın mı? Ben öyle bir şey demedim ki! (Gülüyor). Onunla karşılıklı atıştığımız, tartıştığımız, paylaştığımız bir sürü şey var ama dediğim gibi o ilişki, o günlerde güzeldi. Hâlâ görüşürüz; eşiyle de kardeşleriyle de, annesiyle de buluşuruz.


Peki ya siyasete soyunan...

O çok özel bir insan. Onunla da halen görüşüyoruz. Mesela seçimlerden önce beraberdik. Bu konuları da konuştuk. Politikaya girmesini de destekledim.


Ayşe gibi onun da tüm sülalesiyle görüşüyor musun?

Annesi muazzam bir kadındır, tam anlamıyla bir gazetecidir. Eve gider bulaşık yıkar, 10 dakika sonra çıkar protokolde Başbakan’la görüşür.


Aşkı bitirsen de arkadaşlığı bitirmiyorsun...

Bitirmiyorum. Karşındaki insandan geriye dostluğu kalıyor. Âşık değil ama “hayat arkadaşı” olarak kalıyoruz. Yaşadığım hikâyeler ağırdır, serttir, yüksektir ama hiçbiri basit değildir.


“Şafak Pavey” deyince gözlerin parladı bir an... San ki unutmamış gibisin.

Ağlayacağım şimdi! (Gülüyor...) Niye unutayım ki! Zaten görüşüyorum hâlâ.


Neden ayrıldınız Şafak’la?

(Susuyor...) Ya, böyle sorular sorulunca cevabı olmuyor. Ayrılmadık ki! Hayatım noktalı virgüllerle dolu. Çizgi romanlardan alışkanlığım olsa gerek, her şeyin devamı gelecekmiş gibi hissediyorum. Zaten hayatı bir çizgi roman gibi kare kare yaşıyorum.


‘Seviyorsa kıskandırmaz’


Hep okulun popüler kızlarıyla berabersin. Bu durum seni kıskanç olmaya itmiyor mu?

Mesleğimde de, kadınlarla ilişkilerimde de kıskanç değilim. Biri beni seviyorsa, beni kıskandıracak bir şey yapmaz. Yapıyorsa zaten bir problem var demektir.




Kadınları etkileme sanatını öğrenelim senden bir üstat olarak. Nasıl tavlıyorsun, nereye götürüyorsun?

Eve götürürüm...


Hoppala...

Hemen hınzırlaşma... Eve götürürüm tabii.. Ne uğraşacağım oralara buralar götürmek için. Kış oldu mu, şömine önünde oturmak, şarap içmek, müzik dinlemekten keyifli ne var ki. Ama tabii kış ayrı, yaz ayrı...


4 mevsime farklı Ergün mü?

Ergün aynı, durum farklı...


‘Light maçoyum’


Vazgeçmek zorunda kalsan; çizim ya da kadın. Hangisi olurdu?

Kadından vazgeçerdim. Çizerken nasılsa yanımda kadınlar.


Haremim beynimde diyorsun yani.

Aynen öyle...


İyi de dokunamıyorsun...

Olsun. Görüyorum ya...


Peki, maço musun yoksa light mı?

İkisi de ayrı uçlar. Ben light-maço gibi komik bir şeyim. Belki de yedi cüceyim. Pamuk Prenses, beyaz atlı prensi arar da onun yerine yedi cüceyle karşılaşır. Bunlar erkeğin yedi parçasıdır. İyi, kötü, komik, çekingen, huysuz, uykusuz, meraklı... Aslında bir erkekte olması gereken yedi parça bu. Hepsinin birarada bulunması çok zordur. Çoğu var bende ama.


Nazan Öncel’in Aşkım Baksana Bana klibi için 112 bin 789 adet karikatür yapmışsın.

Bırak İzzet Allah aşkına, reklam olsun diye böyle bir haber yaptırmışlar. Çizgi film yapan kim bu sayıya inanır? Herhalde masraflı bir iş yaptık demek için uydurmuş Nazan’ın yanındakiler.


Resim eğitimi de almışsın, mutluluğun tablosunu çizmeyi neden denemedin?

Nereden biliyorsun çizmediğimi? Mutluluk zaten çizdiğin resim. Bazen bir sandalyeye çıkıp resimlerime bakıyorum, beğenirsem yüzümde bir gülümsemeyle bir bira açıp hemen kutlama yapıyorum.


Ters adamsın, kutlama şampanya ile yapılmaz mı?

Şeker hastasıyım, şampanyada da şeker olduğu için birayla idare ediyoruz.


‘Gırgır’ı kapattırarak tarihe geçtim’


Herkes gençliğinde devrimciydi ama sen bir de üstüne karikatür çizerek bu işten para kazandın...

Canım sırf gençliğimde değil 30 yıl boyunca çizdim. Gırgır’ın politik kapaklarının yüzde 90’ı benimdir. Mesela 12 Eylül’de Gırgır Dergisi’nin kapatılmasının sebebi benim.


Demek tarihe Gırgır’ı kapattıran adam olarak geçtin. Ne çizmiştin ki?

Müşerref Akay’ı çizmiştim, dergiyi aramış. “Onu çizenin, elleri kırılsın” demiş. O zaman Türk bayrağıyla şarkı söylüyordu. Kadına kızdığım için çirkin çizmiştim ama Türk bayrağına hakaretten kapatıldı dergi. Bir ay çıkmadı.


Ailede var mı çizer?

Mimar mühendis var ama tek çizer benim.


Başarını neye bağlıyorsun, tek yetenekle yürümüyor gemi değil mi?

Tamamen içgüdüsel. Ben sadece kodlanmış gibi çizmek istedim.

"11’in esrarı"


Şimdi mi kadınları daha iyi tanıyorsun?

Tabii ki. Ama devamı da var. Bütün bunlardan sonra daha çok düşünmeye başladım. Fark ettim ki “11” rakamıyla ilgili bir hikâyem varmış.


Hayda... O da ne şimdi? Nasıl buldun bunu?

11’inci ayda doğmuşum. Sonra adımla soyadımdaki harflerin topladım 11...


Hepsi bu mu yani?

Teşvikiye’deki işyerim 11 numaraydı. Bebek’e taşındım, evin numarası 74’tü, toplamı yine 11.


11 dakika sürecek bu hikâye galiba...

Daha sonra taşındığım evin numarası 54 çıktı. Sonra muhtara gittim, kapı numaramı söyledim. “Öyle bir numara yok” dedi...


Şimdi yattı teorin...

Sen öyle zannet. “Peki orası kaç numara” dedim. “38” dedi adam. Yine 11. Nüfus kağıdımın numarası 11, son kız arkadaşımın doğumu 11’li, kredi kartımın numarası 11 ile bitiyor...


“Tesadüf” diyeceğim dilim varmıyor...

Bu kadar tesadüf olur mu? Uçak bileti alırım, numarasını toplarım 11. Gate’e giderim yine 11.




Sen özellikle 11’i seçiyor olmayasın?

Takıntılı değilim. “11 olmazsa gitmem” diye de kendimi sıkmam.


Mesela bir kadına âşık oldun; 11’inci ayın 11’inde doğmuş ve yine 11’inde tanışmışsınız, korkmaz mısın? Ben olsam ürkerim vallahi...

Tam tersi, doğru yolda olduğumu anlarım.




Sen mi çağırıyorsun acaba beyninle bütün bunları? Hatta kadınları...

Benim algılarım biraz açık tabii... Karşına bunu algılayacak insan çıkarsa ne âlâ. İşimde de özel hayatımda da genelde benim kapım çalar. Mesela oğlum bile kapım çalındığı için doğdu.




Yine felsefe yapıyorsun sandım. Harbiden bildiğimiz kapı zilinden mi bahsediyorsun.

Evet. Oğlumun annesiyle zamanında ortak bir arkadaşımız vardı. Bir gün oturuyorum benim evin oradan geçerken arkadaş ışığımı görmüş. Zil çaldı. Kapıyı açtım, müstakbel karımın yüzünü ilk defa gördüm. Görür görmez de “Babayı yedim” dedim.


Ve evleniyorsun, oğlun dünyaya geliyor... Bu röportaj nasıl olacak sence, onu da hissediyor musun?

Ne zaman çıkar gazetede?




Haftaya pazar herhalde.

Ayın kaçı oluyor?


12’si. 2 ile çarp 24 eder, 13 çıkar bak yine 11...




Çizgi roman cenneti Amerika hâlâ seni nasıl kapmadı, şaşırıyorum doğrusu...

Fazla şaşırmana gerek kalmadı İzzet çünkü şu anda ABD’de çok önemli bir fuara yarattığım bir çizgi roman karakterini gönderdim. Biz konuşurken beni temsilen giden arkadaşlar orada.


Hadi ya kimmiş bu karakter, anlat da tanışalım.

“Efsun” diye bir kadın kahraman çizdim. Biraz böyle Lara Croft, Kill Bill’deki kadın gibi ama bir yanı Türk, bir yanı Fransız.


Tam da Fransa ile aramızda tatsızlık çıktığı günlerde...

Çizerken düşünmedim, daha iyi oldu. Efsun, Güney Amerika’da devrim mücadelesi verirken tetikçi oluyor. Birinci bölümü bitirdim, New York’taki çizgi roman fuarına gönderdim, satın aldılar. Conan’ın yazarı yazacak,


Spiderman’i çizen adam da çizecek.


Eee sen ne yapacaksın peki?

Ben yaratıcısı ve birinci maceranın çizeriyim. Hani Batman başlarken yaratıcısının adı çıkar da, sonra başlar ya film, öyle.


Diyorsun bir de Hollywood filmi çekerse yırttık...

Neden olmasın? Zaten kahramanı kadın yapmamın bir sebebi de son yıllarda kadın karakter patlaması olması...


Kimin oynamasını istersin Efsun’u?

Carre Otis’i hayal etmiştim çizerken. Vahşi Orkide’de oynayan kız...

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir sağ beyni keşke daha aktif çalıştırabilseydik...sanat yeteneklerimiz artardı...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.